Dikkat! Bu sayfadaki tüm girdiler turkcell ve isbankası aracılığı ile şahsıma sağlanmış e-imza ile korunmaktadır.

Beni koruyun!

Beni Koruyun

25 Mart 2011 Cuma

İçimden geldi...

Sözlerime nasıl başlayacağımı hiç bilmiyorum.
Son bir kaç yıldır, yani, sanırım yeğenim dünyaya geldiği andan itibaren ve buna mukabil depresyon tedavimi bir şekilde bıraktıktan hemen sonra kendini mutluluğa adamış biriyim. Antidepresanların içine ne koyduklarını hep merak etmişimdir. Çünkü her ne koyuyorlar ise insanın beynini bir süreliğine azad ediyorlar. Her azad oluşumda içimde kocaman boşlukların açıldığını hissederdim. Bir çok şeyi unuttum. Mesela hangi ergenlik krizine dayanarak intihar etmeye çalıştığımı, ablamın hamileliğini, kahve yapmayı nasıl öğrendiğimi, güneş nasıl doğar, nasıl batardı, sevgilim bana ne diye hitap ederdi, hepsini bir bir unuttum. İlaçlar beynimde, ruhumda, kalbimde kocaman kocaman delikler açarak gittiler.
Unutmanın şerefli şekli bu değildir, yeni yeni anlıyorum. Sonra uzunca bir süre deliklerimi tamamlamaya çalıştım. Eline kalemi kağıdı alıp yazan kişi ile, arkadaşlarının arasına katılınca görünen kişi, bana göre farklı kişilerdir. Her zaman. En azından benim için.
Bir gün nasıl oldu bilmiyorum ama içime sevgi ve şefkatten geberip gidecek bir kız kaçtı. İçimde yaşıyordu ve ben onu söküp atamıyorum. Her zaman sevmek istiyordu, sanki açlığını doyuruyordu.
Birsürü arkadaşıma akıl verdim. Bazen onlar için meditasyon gibiydim. Koşarak gelenleri gördüm, "ne olur biraz seninle ağlayayım" diyerek. Hepsinin başını sevgiyle okşarken kalbimin ve ruhumun deliklerine dolup taşan vahşi birşeyi büyüttüm farkında olmadan. Önce o vahşi şeyden korktum. Çünkü içimdeydi, benimleydi, hep bir kurnazlıkla kuyruğunu kalbimin duvarlarına fütursuzca çarparak koşturuyordu. Gündüzleri yattığım saf ayağı ya gerçek değildi yada bir kaç yıl gülemememin hesabını veriyordum içimdeki kanayan deliklere. Hep güldürüyordu beni, ota boka güldürüyordu. Hep hür kahkahalar atmamı emrediyordu. Yüksek sesle gülmemi istiyordu benden.
Sonra...
Geceler geldi. Bana sıkça otel olduğunu yeniden yeniden hatırlatan yurdun penceresinin kenarına dayadığım yastığımdan ters gözlerle izlediğim hilal, bana kalbimin asla tamamlanamayacak şekilde kırıldığını ima ediyordu adeta.
Ama sabah ışıklarını yüzüme çarptığı an o salak karı dışarı fırlıyordu. Salak. Gerçekten salak.
Ve hep o salaklıkları kasıtlı yaptığımı da itiraf edebilirim. Hiç bir zaman aldığım derin nefesler, tek başıma sıfır noktalarında oturmak, sevgiliyle gün doğumlarını izlemek falan, süslü hikayeler gibi geliyordu. Benimle aynı yaştakş başka birinin diyeceği "ayhhh bu sabah sevgilimle günşin doğuşunu izledik, ne romantikti yeaaaa" cümleleri bana abes geldi. Dışarıda başka birşeyler vardı. Ölümler, yıkımlar, afetler, tecavüzler... Birilerine bunları söylediğimde hep ağır geldi. O yüzden salak olmayı seçtim. İnsanlar hiç anlamadılar söylediğim sözlerdeki kinayeyi. Nasıl olsa, "o biraz kaçıktır, tedavi falanda görmüş, kaale alınmaz" gibi fikirlerini duydum. Önemsemedim. Ama içim çok önemsedi.
Hayatının bir başkasının aptal gözlerinde son bulduğu gerizekalı hikayeleri sevmiyorum. Neden, bilmiyorum. Bunun için yaratılmamışım ben. Biri sabah güneşini izlemenin romantikliğine değindiğinde, "O saatte hava soğuk olur, yatın zıbarın ulan!" derim. Çünkü o ufku tek başıma izlemeyi seviyorum. Kimseye hesap vermeden ağlamayı, kendimi hırpalamayı yada kimseye hesap vermeden üşümeyi, kimseye sahte bir romantiklik oyunu sergilemeden tadını çıkarmayı... Anti-romantizim diye bir kavram varsa onu bana aşırı derecede yapıştırabilirsiniz. Sevgilimle yaptığım ilk ve son deniz kenarı yürüyüşünde, "Üşüdüm, sıkıldım, eve gitmek istiyorum" demiş insanım.
Ha birde ayrıca en büyük şikayetimdir şu, "aynı şunun huylarını almışsın, tıpkı şuna benziyorsun," yada "bizim gibi olmalısın, başka türlüsü olmaz" zırvalarına. Ben, benim. Ben kendimi kendim yetiştirdim. En fazla annemin psikopat sinirini, babamın sigara içişini ve kambur oturuşunu almışımdır.
Hiç bir hayalim yok. Hayalim iki katlı ahşap bir ev alıp denize yakın bir yerde oturmak, doyasıya kimsenin müdahale edip, kalıplandırmadığı, sinirlenmeden saatlerce yazılar yazmayı istediğim bir hayattı. Olmayacak, şartlarım elverişli değil. Önce okulumu bitirmem, sonra çalışmam, ardından evlenmem ve en azından bir çocuk yapıp annemi babamı sevindirmem gerekiyor. Çünkü onlara göre bunları yapmazsam, kız kurusu, akılsız, safsalak, suratsız bir kadın olacağım. Teslim oldum okurlarım, üzgünüm. Hayallerime gidersem önce anne-babamı, sonra çok insanı silmek zorunda kalabilirim. Bu kadarına hiç cesaretim yok benim.
Geçen gece genelde yaptığım birşey yaptım. Çiçeklerimi suladım, ikeadan aldığım kırmızı gece lambamı yaktım ve yatağıma yattım. Allah'tan bana saf sevgi ve şefkat vermesini diledim. Tertemiz bir ışığı ve merhameti istedim. Sonra uzun bir uyku uyudum. 5 saatlik uzun uyku...
Sabah kalktım, bok gibi kara bir sabah vardı karşımda. Yağmur yağdı, yoruldum, arabalarda uyudum, okula gittim, döndüm. Rutin iğrenç bir gün geçirdim ama yinede yolda gördüğüm küçük bir çocuğa gülümsedim, otogarda bir kediyi sevdim, pozitif oldum. Kendime boşuna ultra polyanna demiyorum yani.
Öyle işte. Bugünlük yine bir böhüüü içerikli yazımın daha sonuna geldim. Zira yatağıma yatıp tv izlemek istiyorum, çok yoruldum.

Yazının b.ku çıksın mı?
Sen benim bunları yazdığıma aldanıp hayatına uygulamaya çalışma, git sabah sevgilinin koynunda uyan, gündoğumunu izleyip sırf yeşillik olsun diye romantik ve klişe şiirleri dinle o hayduttan, sürekli faaliyette ol, git kenkslerle takıl, starbuksta hssktr nitelikli resimler çektir, güneşi elinde tuttuğun pozlar ver ama sakın sevgilim bana boynuzu taktı, en yakın kenks sevgilimin koynuna girdi, yada arkamdan konuştu diye blogların duvarlarını ağlama duvarı yapma. Çok aptalca görünüyor hayatım. Sıradan olmak senin seçimin. Çünkü bugün benimle aynı yaşta olan kızların yüzde ellisi önüne gelene vermenin iyi birşey olduğunu sanıyor, korunmadığı için kürtaj olup cinayet işliyor, ablasının kocasıyla fantazi kuruyor ve hatta bokunu çıkarıp boşatıyor, tarihi anlamadan bok atıyor ve hiç okumuyor, başbakanın adını dahi bilmiyor! Geçenlerde kanuniyi şuan başbakan sanan bir kızın yazısını okumuştum, ismi lazım değil. O yüzden bebeğim, sen aşkla aşklamaya devam et. Sana reva. Götünü aşk kurtaracak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder