Dikkat! Bu sayfadaki tüm girdiler turkcell ve isbankası aracılığı ile şahsıma sağlanmış e-imza ile korunmaktadır.

Beni koruyun!

Beni Koruyun

28 Mart 2011 Pazartesi

Ölüyoruz, görmüyorsun ya tayyib!

8 kişi izah etti
İlham perileri kaçmış biriyim. Son günlerde birşeyler yazmak bana zor geliyor. Bu bir geçiş dönemi. Her ay bir kere rastlıyorum buna.
Son zamanlarda oluşan sınav stresi ve her zamanki gibi çalışmamak için bin takla atan ve mecburen bu akşam ders çalışacak olan ben, uzun zamandır bu güzel ve esintili mart sonu günlerini bekliyorum. Şuan terasımdan yazıyorum. Müthiş, rengarenk bir bahar tozu... Bursa uyanmış, kuşlar ortalığa çıkmış. Ananemin yıllar önce ektiği fesleğen leğeni fesleyenlerini vermeye başlamış. Babamın ektiği yeşil soğanlar büyümüş, yenmeye hazır.
Tabi nükleer bir bulut yeşil soğanlarımızın genetikleri ile oynamazsa... Zira yetiştirdiğimiz soğanlar oldukça doğal.
Bak, sana bu engin manzaranın karşısından yazıyorum. Resimde göründüğü gibi değil tabi. Ben her binanın sol yanına yansıyan batı ışıklarını rahat rahat seçebiliyorum. Karşıdaki minarenin etrafında güvercinler uçuyor. Fondada güzel bir funda arar çalıyor. İnsan gari ne ister? :)

Bunların hepsi bir yana, dünya hakkında uzun uzun düşmemi körükleyen birşeyler oluyor. Evrensel felaketlerimiz, ülkede yaşanan cinayetler ve tecavüzler, kadınların hiçe sayılmasını tetikleyen eylemlerle birlikte daha boktan bir hale geldik. Eskiden daha azdı bunlar. En azından çocukları şeker bayramlarında alıkoyup tecavüze ve parçalamaya yönelik sapıklarımız hiç yoktu.
Yavuz bahadıroğlunun Osmanlı kitaplarını okurken tüylerim diken diken oluyor. Eğer kitaplarda anlatılanlar doğruysa, abi biz muhteşem bir milletmişiz. Ama geçmiş zaman eki almışız millet olarak. Bu gerçekten kötü. Hatta bence kötü az kaçar. Yavuz Bahadıroğlunun osmanlıyı anlatan kitaplarından sadece birini alın okuyun... Bence bu tarz yazarlar bizi düştüğümüz bok çukurundan çıkaracak. Tabiki çağdaş olmalıyız, elbette geri saymamalıyız. Ama bakıldığında, araştırıldığında, osmanlı bizden kat be kat ilerideymiş.
Hep savunuyoruz ya hani, idam cezası gericiliktir, insan hakları bilmemneboklar... Bir tecavüz olayı duyduğumuzda bunun sorumlusunu kesmek istemiyor muyuz, istemiyor musunuz? Dürüst olun.
Akıllı adamlarımız yok. Başbakanlarımız küfrediyor ve acizler. Dini kendilerine alet ediyorlar. Duruşları bile yok. Kocaman padişahlarımız öleli çok oldu. Abdulhamit geberdi gitti. Zaten sadece çöküşe neden olan padişahları ileri sürüp, hürremleri, mahidevranları sürtük gibi gösterip şanlı bir tarihin içine sıçıyoruz. 700 sene öncesinde bir kamera olmadığına üzülüyorum. Herşey geç keşfedilmiş.
Herkes kendini o kadar çok düşünüyorki, hani ben hep diyorum ya, biz millet olarak hiç okumuyoruz diye! Evet, okumuyoruz, yazmıyoruz, susuyoruz ve sadece dinliyoruz. Televizyon başından ah vah çekiyoruz. Çok caniyiz bu yüzden.
Geçen "adını feriha koydum ferihaya koysunlar diye" dizisini küçücük izledim. O ne lan! Yayın saati çocukların ayakta olduğu bir saat, en çok izlenen tv kanalı ve adamlar küfür ediyor. Evet ediyorlar, izleyen varsa bilir. Zaten oyuncuların hepsi amatör, birde lanlı lunlu argo argo konuşunca tüylerim ayağa kalktı. Yazık bize...
Bir kanuni, bir osman gazi olsaydı bugün başımızda, bir yavuz olsaydı arslanlar gibi... Değil küçücük bir çocuğa el uzatmak, emin olun bir kadına bile yan gözle bakılmazdı. Bir kadın kendi çocuğunu açlıktan sokağa atmazdı, o kadın bulunur, doyurulur maaş bağlanırdı. Bizim katmer katmer servetimiz vardı. Şimdi ne oldu? Amerikaya borcumuz var. Adamların bulunuşu bizim kuruluşumuz kadar eski değil, adamlar dünyanın süper gücü...
Kendinize sorun, neden biz bu haldeyiz acaba?
Lütfen tarihinizi ayıplamayın. Giderek dahada inançsız, çağdaşlık adı altında yobazlaşıyoruz. Zira ben çocuğuna tecavüz eden bir millete çağdaş diyemem.
Boka battık okurlarım.
Karşımda duran şehir çiçek açan koca bir ova olması gerekirken, santrallerle kuşatılmış, nükleere beş kala, kuruyup gidecek ve muhtemelen ölecek bir şehir. Şuan biryerlerde yangın var ve ben siren seslerini duyuyorum. Hemen alt taraftaki ankara yolu o kadar ses çıkarıyor ki beynim zonkluyor. Ve müthiş bir is kokusu ciğerlerimi yakıyor.
Yan taraftaki meraklı komşu muhtemelen birazdan kapının önüne çektiğimiz arabaya laf söyleyecek ve tartışacağız. Ve böylece bir milletin komşusundan çöküşünü hayretle izleyeceğim.
Her neyse...
Bugün güzel bir gün. Lalem çiçek açtığına göre hala bir umut var. Hala çiçek açıyoruz. Hala suyumuz var. Hala üşümüyoruz. Hala ve hala..
Bugün size güleceğiniz bir yazı yazamadığım için üzgünüm. İçimden gelmiyor ne yapayım?

Yazının b.ku çıksın mı?
Yakınlarda bir gün tüpte patlar diyen bir başbakan yüzünden bir daha asla yerli muz yiyemeyeceksiniz. Tabii bulutlar dağları aşamaz. Dağdan büyük ne var ki? Asla gelmez bize nükleer korkma. Evinde tüp gaz kullanıyorsan oda patlayabilir. Ölüm geldi mi alır korkma. Hem sen öldürkten sonra gelecek nesil üç kulaklı olsun ne olacak? Sen zaten ölmüşsün. Görüp üzülmeyeceksin.
Kendisi beni hiç okumayacak ama, sayın tayyib, sorarım sana, Allah artan yemeğin bile hesabını soracak, kuran öyle diyor. Peki sana sormayacak mı? "Ya tayyib, dünyada iken ne yaptın?" "Tüp gaz rabbim" mi diyeceksin? Sana muhtemelen, "Evlatların, torunların, sorumluluğunu aldığın devlet senin yüzünden hastalıktan kırılıyor" dediğindede bir bahanen olur mu? Ağzın mı bağlanır, dilin mi bilmem.

Bu adam Allah kelamını almasın ağzına. Hak etmiyor.

27 Mart 2011 Pazar

''SENSİZLİĞİ TATTIM ÖLÜM GİBİ BİR ŞEYDİ ANNE''

4 kişi izah etti
Bu sabah 07:30 'da çaldı telefonum.Arayan babamdı.Açtım.Karşımda titrek bir ses,

___Oğlum seni uyandırmak içim aradım


Tabii ben de okula felan uyandırma manasına çekerekten ilk aklıma gelen


___Hayırdır bu saatte ne oldu baba,

___Oğlum bundan sonra sana ben bakıcam,yalnızız artık(ağlamaklı hatta ağlayan bir sesle) ben elimden geleni yapacam okutucam seni,seni ben besliycem,kendine iyi bak daha fazla konuşamıycam (arka fonda yankılanan sesler...)


Telefon tak kapandı,tavana diktim gözlerimi kımıldayamadım yerimden,zangır zangır titreyen bedenimi durduramadım,o anın bir rüya olduğuna inandırmaya çalıştım kendimi,inandıramadım inandıramadım...


Böyle bir durumda insanın aklına ne gelir...


Hayatta en değer verdiğim insanın yokluğu sardı her hücremi,bu sefer dedim bu sefer, nefes aldığım her dakikada gelmesinden deli gibi korktuğum o anın bu sefer gelmiş olduğunu düşündüm.Başka alternatif sunamadım kendime,başka bir açıklama getiremedim,baban arıyor ağlıyor,sana ben bakıcam bundan sonra diyor,sen hiç merak etme diyor,konuşamıyor teli kapatıyor,hiç hiçbir şey söyleyememek kitlenmek nasıl bir şeymiş...


Bitti dedim artık.Zaman zaten durdu.Hayatımın bundan sonrasını düşünmeye başladım.Çaresizlik böyle bir şeymiş,bir ölü olmak böyle bir şeymiş,hiç hiçbir şey düşünememek,sadece tir tit titremek böyle bir şeymiş...


Boğazımda bir düğüm,kıpırdayamamak yerinden,yerinden çıkacak gibi atan bir kalp,ağlayamamak...


Hayatımın en kötü anı bu sabahtı,hayatımda en değer verdiğim o insanın yokluğunu tattım...


Ne önemi vardı ki artık yaşamanın,ne beklentim kalmıştı artık hayattan,her aldığım nefes bir ateş topu gibi içimde patlarken,hiç koca bir hiçliğin içerisindeydim....


Bir anda her şey alt üst oldu.Kafamda ölüm senoryaları.Hep korktuğum o sinsi hastalık,her şey bir şablona oturuyodu...

Kendimi kandırmak için başka sebepler aradım.Bulamadım bulamadım...

En kortuğum o senaryo hep o hep o....


Hayatımın karardığını kabullendim,hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını kabullendim,artık yaşayan bir ölü olduğumu kabullendim,cesaretimi toplayıp telefonu elime aldım,babamı aradım...


Uzun uzun o çalan telefon,bir ömür kadar uzun olabilir miymiş? Oluyormuş...

Telefonu babam açtı,

___Yine konuşamıycam ben kapatıyorum
oğlum,ağlamaklı titrek ses...
Arkadan bir ses

___Sen kimle konuşuyosun! diye bağırdı, Telefonu eline aldı,

___Alo kimle görüşüyorum siz neyi oluyosunuz (babamın adını söledi)

___Ben oğluyum

___Ben karakol komutanı uzman çavuş ,oğlum,bak önemli bir şey yok,baban biraz içmiş,ortalığı rahatsız etmiş,kontrol amaçlı bura aldık,korkacak bir şey yok...

İnanmadım,inanamadım,teselli maksatlı beyaz yalanlar dedim,ne alakası var dedim,

___Hayır komutanım bir şey var söylemiyosunuz,bu adam niye bana böyle konuştu,inanmıyorum,inandıramazsın...

Komutan yok dedikçe inanmadım,karşıdakinin bir komutan,oranın da bir karakol olduğuna hiçç inanmadım,inandıramadım kendimi

__Namusun ve şerefin üstüne yemin et dedim kötü bir şey olmadığına,

Durakladı,lafı değiştirmeye çalıştı,o lafı değiştirmeye çalıştıkça hayatım bir çıkmaza giriyodu,kafamdaki senaryo gerçek hissine kapılıyodum,eriyodum,bitiyodum...

__Tamam dedi yemin ediyorum
Annene ulaşabilirsen ulaş dedi,kötü bir şey yok emin ol dedi,emin olmak o kadar isterdim ki ama o şüphe,ömür kemiren o şüphe...


Bizim evin karşısındaki kuzeni aradım,sesinde en ufak bir titreme sezsem yığılabilirdim yere,annemi sordum,evdedir heralde dedi...

Annemin sesini sonunda duydum,Dünyamın başıma yıkıldığını ve duyduğum sesiyle enkazdan ağır ağır çıktığımı uzun uzun anlattım...


Yarım saatlik bir zaman dilimi,şu yaşadığım 23 yıldan uzun gelmişti sanki,bitmek bilmemişti,beni nefessiz bırakana kadar ezmişti,çiğnemişti...


Ne zor bir şeymiş ölümün karşısında çaresiz kaldığını sanmak,ne kadar zormuş en sevdiğin insanın yokluğuyla tanıştığını sanmak,kendini alıştırmaya çalışmak,kafanda hayatın geri kalanını kurmak ne kadar zormuş...


Hayatımın en kötü anını hediye ettiğin için baba sana minnettarım.Hafızamda ömür boyu saklanacak bir şey verdin bana.Ruhumda taze büyük bir yara daha,cidden minnettarım...

Bu minnettarlığımı sana nasıl anlatsam bilemiyorum,hiçbir şey artık düşünemiyorum hakkında...

Bu tat ne kadar sürer,gerçeğini tadana kadar idare eder mi...


Ölüm var hep olacak,çok sevmekten deli gibi korkuyorum artık...



25 Mart 2011 Cuma

İçimden geldi...

0 kişi izah etti
Sözlerime nasıl başlayacağımı hiç bilmiyorum.
Son bir kaç yıldır, yani, sanırım yeğenim dünyaya geldiği andan itibaren ve buna mukabil depresyon tedavimi bir şekilde bıraktıktan hemen sonra kendini mutluluğa adamış biriyim. Antidepresanların içine ne koyduklarını hep merak etmişimdir. Çünkü her ne koyuyorlar ise insanın beynini bir süreliğine azad ediyorlar. Her azad oluşumda içimde kocaman boşlukların açıldığını hissederdim. Bir çok şeyi unuttum. Mesela hangi ergenlik krizine dayanarak intihar etmeye çalıştığımı, ablamın hamileliğini, kahve yapmayı nasıl öğrendiğimi, güneş nasıl doğar, nasıl batardı, sevgilim bana ne diye hitap ederdi, hepsini bir bir unuttum. İlaçlar beynimde, ruhumda, kalbimde kocaman kocaman delikler açarak gittiler.
Unutmanın şerefli şekli bu değildir, yeni yeni anlıyorum. Sonra uzunca bir süre deliklerimi tamamlamaya çalıştım. Eline kalemi kağıdı alıp yazan kişi ile, arkadaşlarının arasına katılınca görünen kişi, bana göre farklı kişilerdir. Her zaman. En azından benim için.
Bir gün nasıl oldu bilmiyorum ama içime sevgi ve şefkatten geberip gidecek bir kız kaçtı. İçimde yaşıyordu ve ben onu söküp atamıyorum. Her zaman sevmek istiyordu, sanki açlığını doyuruyordu.
Birsürü arkadaşıma akıl verdim. Bazen onlar için meditasyon gibiydim. Koşarak gelenleri gördüm, "ne olur biraz seninle ağlayayım" diyerek. Hepsinin başını sevgiyle okşarken kalbimin ve ruhumun deliklerine dolup taşan vahşi birşeyi büyüttüm farkında olmadan. Önce o vahşi şeyden korktum. Çünkü içimdeydi, benimleydi, hep bir kurnazlıkla kuyruğunu kalbimin duvarlarına fütursuzca çarparak koşturuyordu. Gündüzleri yattığım saf ayağı ya gerçek değildi yada bir kaç yıl gülemememin hesabını veriyordum içimdeki kanayan deliklere. Hep güldürüyordu beni, ota boka güldürüyordu. Hep hür kahkahalar atmamı emrediyordu. Yüksek sesle gülmemi istiyordu benden.
Sonra...
Geceler geldi. Bana sıkça otel olduğunu yeniden yeniden hatırlatan yurdun penceresinin kenarına dayadığım yastığımdan ters gözlerle izlediğim hilal, bana kalbimin asla tamamlanamayacak şekilde kırıldığını ima ediyordu adeta.
Ama sabah ışıklarını yüzüme çarptığı an o salak karı dışarı fırlıyordu. Salak. Gerçekten salak.
Ve hep o salaklıkları kasıtlı yaptığımı da itiraf edebilirim. Hiç bir zaman aldığım derin nefesler, tek başıma sıfır noktalarında oturmak, sevgiliyle gün doğumlarını izlemek falan, süslü hikayeler gibi geliyordu. Benimle aynı yaştakş başka birinin diyeceği "ayhhh bu sabah sevgilimle günşin doğuşunu izledik, ne romantikti yeaaaa" cümleleri bana abes geldi. Dışarıda başka birşeyler vardı. Ölümler, yıkımlar, afetler, tecavüzler... Birilerine bunları söylediğimde hep ağır geldi. O yüzden salak olmayı seçtim. İnsanlar hiç anlamadılar söylediğim sözlerdeki kinayeyi. Nasıl olsa, "o biraz kaçıktır, tedavi falanda görmüş, kaale alınmaz" gibi fikirlerini duydum. Önemsemedim. Ama içim çok önemsedi.
Hayatının bir başkasının aptal gözlerinde son bulduğu gerizekalı hikayeleri sevmiyorum. Neden, bilmiyorum. Bunun için yaratılmamışım ben. Biri sabah güneşini izlemenin romantikliğine değindiğinde, "O saatte hava soğuk olur, yatın zıbarın ulan!" derim. Çünkü o ufku tek başıma izlemeyi seviyorum. Kimseye hesap vermeden ağlamayı, kendimi hırpalamayı yada kimseye hesap vermeden üşümeyi, kimseye sahte bir romantiklik oyunu sergilemeden tadını çıkarmayı... Anti-romantizim diye bir kavram varsa onu bana aşırı derecede yapıştırabilirsiniz. Sevgilimle yaptığım ilk ve son deniz kenarı yürüyüşünde, "Üşüdüm, sıkıldım, eve gitmek istiyorum" demiş insanım.
Ha birde ayrıca en büyük şikayetimdir şu, "aynı şunun huylarını almışsın, tıpkı şuna benziyorsun," yada "bizim gibi olmalısın, başka türlüsü olmaz" zırvalarına. Ben, benim. Ben kendimi kendim yetiştirdim. En fazla annemin psikopat sinirini, babamın sigara içişini ve kambur oturuşunu almışımdır.
Hiç bir hayalim yok. Hayalim iki katlı ahşap bir ev alıp denize yakın bir yerde oturmak, doyasıya kimsenin müdahale edip, kalıplandırmadığı, sinirlenmeden saatlerce yazılar yazmayı istediğim bir hayattı. Olmayacak, şartlarım elverişli değil. Önce okulumu bitirmem, sonra çalışmam, ardından evlenmem ve en azından bir çocuk yapıp annemi babamı sevindirmem gerekiyor. Çünkü onlara göre bunları yapmazsam, kız kurusu, akılsız, safsalak, suratsız bir kadın olacağım. Teslim oldum okurlarım, üzgünüm. Hayallerime gidersem önce anne-babamı, sonra çok insanı silmek zorunda kalabilirim. Bu kadarına hiç cesaretim yok benim.
Geçen gece genelde yaptığım birşey yaptım. Çiçeklerimi suladım, ikeadan aldığım kırmızı gece lambamı yaktım ve yatağıma yattım. Allah'tan bana saf sevgi ve şefkat vermesini diledim. Tertemiz bir ışığı ve merhameti istedim. Sonra uzun bir uyku uyudum. 5 saatlik uzun uyku...
Sabah kalktım, bok gibi kara bir sabah vardı karşımda. Yağmur yağdı, yoruldum, arabalarda uyudum, okula gittim, döndüm. Rutin iğrenç bir gün geçirdim ama yinede yolda gördüğüm küçük bir çocuğa gülümsedim, otogarda bir kediyi sevdim, pozitif oldum. Kendime boşuna ultra polyanna demiyorum yani.
Öyle işte. Bugünlük yine bir böhüüü içerikli yazımın daha sonuna geldim. Zira yatağıma yatıp tv izlemek istiyorum, çok yoruldum.

Yazının b.ku çıksın mı?
Sen benim bunları yazdığıma aldanıp hayatına uygulamaya çalışma, git sabah sevgilinin koynunda uyan, gündoğumunu izleyip sırf yeşillik olsun diye romantik ve klişe şiirleri dinle o hayduttan, sürekli faaliyette ol, git kenkslerle takıl, starbuksta hssktr nitelikli resimler çektir, güneşi elinde tuttuğun pozlar ver ama sakın sevgilim bana boynuzu taktı, en yakın kenks sevgilimin koynuna girdi, yada arkamdan konuştu diye blogların duvarlarını ağlama duvarı yapma. Çok aptalca görünüyor hayatım. Sıradan olmak senin seçimin. Çünkü bugün benimle aynı yaşta olan kızların yüzde ellisi önüne gelene vermenin iyi birşey olduğunu sanıyor, korunmadığı için kürtaj olup cinayet işliyor, ablasının kocasıyla fantazi kuruyor ve hatta bokunu çıkarıp boşatıyor, tarihi anlamadan bok atıyor ve hiç okumuyor, başbakanın adını dahi bilmiyor! Geçenlerde kanuniyi şuan başbakan sanan bir kızın yazısını okumuştum, ismi lazım değil. O yüzden bebeğim, sen aşkla aşklamaya devam et. Sana reva. Götünü aşk kurtaracak.

23 Mart 2011 Çarşamba

''ÖLÜME DAİR''

1 kişi izah etti
Hep sorarlar ya hani ''sen ölümden korkar mısın?'' diye.Kimisi ''ben hiçbir şeyden korkmam'' der.Kimisi ''çok korkarım''der.Kimisi şöyle kimisi böyle bu muhabbet uzar gider.Aslında ölümden korkar mısın sorusuna verilecek en güzel yanıt bence ''ne bileyim be daha hiç ölmedim ki''dir. Ölüm nasıl bir şeydir bilemeyiz.Yaşamın penceresinden bakarken onu tam idrak edemiyiz.Kısaca yaşamıyosan ölmüşsündür arkadaş işte bu.

Ölümden korkar mısın değilde yaşamının bitmesinden korkar mısın sorusu daha mantıklı gelir bana.Yaşamının bitmesi...

Yaşam penceresinden baktığında bu soru daha mantıklıdır.

Şu an yaşamım bitse ne olur.Kendi adıma üzülür müyüm?

Üzülürüm be aslında.Yaşadığım yıllar için değil tabii.Yaşadığım yıllar dahilinde pek kendime kendimi kanıtlayan şeyler yapamadım.Benim istediğim gibi olmadı pek Dünya.Üzülürüm çünkü daha bir şeyler yapmak isteği varken ölmek ne biliyim gariptir işte...

Mesela daha rockcu Teomanla oturup çay içecektim,Dünya turuna çıkacaktım daha,güzel bir evim olacaktı mesela kimsenin keşfedemediği şirin bir kasabada ,yağmurlu bir havada sevdiğim kadına evlenme teklif edecektim,motosiklette hız yapcaktım,şunu yapcaktım bunu yapcaktım felan felan...

Belki yaşasam da bunları hiçbiri olmuycak.Bunların hiçbirini yapamayacağım.Ama ölürsem bilemem ki.Hayallerinin gerçekleşeceğini yada gerçekleşemeyeceğini bilmeden,görmeden ölüp gitmek ne acı...

Sevdiklerinin yaşamının bitmesini de görmek acıdır.Onla da yapacak şeylerin vardır daha belki.Onun da yapacağı şeyler vardır belki.Ve en acı verense de onla da yaptığınız,yaşamışlığınız vardır.

Ölüm böyle bir şey işte.Yaşamın penceresinden baktığında görünenler bu.Devam bilmeden yaşamaya,en güzel hayallerinle...

20 Mart 2011 Pazar

Komşu Katliamı -2-

1 kişi izah etti

Yazılarımın top listesine bakarken ikincisini getirmediğimi farkettiğim bir yazım oldu. O zamanlar üniversite birinci sınıfta ve iki kız arkadaşımla yaşıyordum. (Laf aramızda ikisinede gıcık oluyorum) Sonra yazının komşularla olan ilişkisini yazmayı unutmuşum. Baba ocağına döndüğümden beri komşularla kavga etmiyor muyum sanıyorsun?
Tabiki ediyorum. Gittiğim her yerde komşularımla sorun yaşadım ben. Bu benim sorunum mu, yoksa onların sorumsuzluğumu buna siz karar verin.

Bu eve taşındığımız zaman 6 yaşında idim. Yani tam olarak 15 senedir bu mahallede, bu sokakta yaşıyoruz. Burası, havası Bursa'nın merkezlerine oranla daha temiz, daha heryere 10 dakika kıvamında bir yer.
Yıllardır senede 3 kere gecenin 3ünde 4ünde bütün sokağı ayağa diken bir karşı komşu krizimiz var. Karşı komşumuz f. amca gecenin özellikle 12den sonra olan kısımlarında ana, avrat, kuran, kitap, allah bırakmadan küfrediyor. Sonra karısını ve çocuklarını kapının önüne koyuyor. Genelde kan gövdeyi götürdüğü için polis falan geliyor ve biz böylece uykusuz kalıyoruz.
Karısı gidiyor 5-10 gün gelmiyor, sonra adam imana geldiğine inandırıyor bunları, kadın boşanmaktan vazgeçiyor ve dönüyor evine.
Olayların kilit noktası bizim ayşe karı diye hitap ettiğimiz, bu kavga gürültü kırılan komşumuzun annesi, evden basıp giden, 15 gün sonra dönen kadının kayınvalidesi.
Kadını anlatmak için sözlükteki tüm kelimeleri kullansam yine olmaz.. Kendisinden başlıbaşına bir roman yazılır. Vakti zamanında bu ayşe karının aynı bunun gibi bir kaynanası varmış. Kadın yıllarca bunu ezmiş. Yıllarca oğlunu doldurup doldurup bunu dövdürmüş. Kısaca ayşe karı şimdi hıncını gelininden çıkarıyor.
En azından son 3-5 aya kadar böyleydi.
Şimdi ise gelini bıraktı komşulara sardı.
Bu f. amca beyaz bir şahin aldı büyük oğluna. Bizdede iki tane araba var. Biri özel aracımız biri babamın dolmuşu. Özel aracı sokakta sahibinden kiraladığımız bir garaja çekiyoruz ve genelde hafta içi hiç çıkarmıyoruz. Ama dolmuş mecburen hep kapının önünde olmak zorunda. Oda akşam 9da geliyor, sabah 7 buçukta tekrar gidiyor işe. Yani nereden baksan 15 saat yok.
Tabi bu f. amca beyaz şahinini almadan önceydi bunlar. Adam haklı olarak kapısının önüne çekmek istiyor arabayı. Aslında bize söylenen başka birşey. Onlar gece rahat çıkabilmek için cadde üzerine çekmek istiyorlarmış. Ama kapının önüne çekilmesini isteyen f. amcanın annesi ayşe karı. Maksad gece nereye gittiklerini görüp sorabilmek.
Her neyse başta bize böyle söylendiği için biz rahattık. Nasıl olsa araç sahibi buraya çekmiyor falan diye. Babam hafta sonları özel aracımızı garaja koymuyor, kapı önüne getiriyor. Sok çıkar sok çıkar, zaten sokağın eni toplasan 6-7 metre var yok...
Abi bunlar bina olarak komple bize kıl oldular. Kıskanıyorlarmı, canları mı sıkılıyorda ondan yapıyorlar anlamadım. Lakin bir bokluk var.
Bu ayşe karı geçenlerde yan komşusuna belediyeden adam getirmiş. Sebep: teraslar yan yana, komşusunun bir camı onların terasına bakıyor, bu yüzden rahatsız olmuş. O insanlarda öyle iyi insanlar ki, bizim gibi ne etliye karışırlar ne sütlüye. Neymiş efendim, onlar terasa çıkıyorlarmışta, görünmek istemiyorlarmışta... Buzlu cam yaptırmaları gerekiyormuş.
Sonrada bize sardı. Bizim kapımızın önünde bir kaç basamak var. Kot yüksek olduğu için. Bizde merdivenleri kırdıracakmışız, neymiş; merdivenlerimiz sokağı daraltıyormuş, bizim aracımızla onların aracı yan yana giremiyormuş... Onların aracı cadde üstünde kalıyormuş. Ha bunu söylediğinden mülk sahibinin haberi yok. Belkide var bilmiyorum. Kendileri söyleyemeyip kadınada söyletiyor olabilirler.
Merdivenlerimiz kaldırılırsa biz sokağa uçarak inmek zorunda kalacağız. çünkü kot farkı 50 cm falan. E bizim evde 75 yaş üstü insanlar yaşıyor. Onlar nasıl uçacak?
Neyse bir defada anneme gelip söylemiş, o merdivenleri kıracaksınız (!) demiş. Benim anneminde aklına bize car car carlamak gelir ona bişey dememiş. Ben bilmem, ev benim değil babamın demiş savmış başından.
Hani bi laf vardır, komşu komşunun külüne muhtaçtır diye... Bizim evden cenaze çıksa bu karı sokağa davulcu çağırıp oynayacak. Bizim kavgasızlığımızı, sessizliğimizi öylesine kıskanıyor düşünün.
Her neyse kadın 70 yaşında, dedik susalım, ses çıkarmayalım ayıptır bilmemnedir. Anaaammm... Bugün küçük oğlu sokaktan babama bas bas bağırıyor. "Bende alacağım bir araba, çekeceğim kapının önüne" diye. Babamda "Al oğlum sana alma diyen oldumu. Çekersiniz arkalı önlü olur biter" dedi oturttu bunu. Bende sinirlendim, camlarda açık. Nasıl olsada bi çemkirsem rahatlasam diyorum. Aradım ablamı dert yandım. Ama bağıra bağıra. Ağzıma ne geliyorsa söyledim. Kenar mahallelerin bu özelliğini seviyorum. Burda osursan karşıda sıçtı diyorlar :)
Şimdi ne olacak bilmiyorum ama bunun devamı gelir. Çok pis kıl oldum çünkü. Bir gün bu karı yanlışlıkla bizimkilere birşey söyleyecek, o zamanda babam evde olmayacak, alacağım elime süpürgenin sopasını, inicem aşağıya, varya allah ne verdiyse. Karakolluk olucaz ben ona yanıyorum.

Diyalog
Bi sabah giyindim süslendim okula gitmek üzere evden çıkıyorum. Ama sabahın körü yani, 8 falan... Sokak kapısını açmamla bu ayşe karıyla burun buruna gelmem bir oldu.
Ayşe karı: Nereye gidiyon be bu saatte?
Ben: Okula ayşe teyze.
-Aaaaa bu ne süs püs böyle...
-İçimden geldi yaptım, hadi tutma beni geç kalıyorum.
-Nıç nıç nıç, bide okumaya gidiyosunuz siz..
(Patlama Noktası)
-Ay sanane be sabah sabah zaten afyonum patlamamış, zor uyanmışım, sana hesap verdiğim kadar babama vermedim. Git gelinlerinle uğraş.
(Hooopp aynen içeri girer ve afyonum o an patlar.)

Devam edecek!

''AŞK ACISINA DAİR''

3 kişi izah etti
Aşk diye bir şey varmış.Nedir ki bu aşk dedikleri dedim kendi kendime.Bir sürü tanım oluştu kafamda.En basitinden sevmek birini işte;ama bir başka sevmek işte...

Herkesi sevebilirsin tabii ;ama bu aşk mevzusu girince işin içine,aşık olduğun her neyse sanki biraz ayrılır o diğer sevdiklerinden...

Hep onla olmak istersin,bazen yanındayken bile özlersin,özeldir senin için...

Tabii aşkı anlatmak sayfalar alır şimdiki anlatacağım aşk acısı sadece.

Her neyse efendim,her şey çok iyidir ilk başlarda,bir şeyleri paylaşırsın belli bir süre,kavga felan tabii olur arada,sonra illa bir şey çıkar ve ayrılmak zorunludur artık.Başlaması ne kadar doğalsa,bitmesi de o denli doğaldır aslında aşkın.

Ve bu aşk acısı çekenlerden bazıları kafayı bozar tabii...

Kimi bu acının etkisiyle intahara kalkışır,kimi bir daha kimseyi sevemem ben diye kendini şartlandırır,kimisi ne yapsamda unutamıyorum,unutamayacağım da diye diye yırtınır.Aslında işin püf noktası da budur.Unutamayacağını sanmak,o aklımdayken ben nasıl severim başkasını demek...

Unutmak diye bir şey yoktur doğru.Çok hatırlamak diye bir şey vardır.İlk başlarda çok hatırlarsın o kişiyi,sırf bu çok hatırlamalar sana hiç unutamayacağın hissini verir,sanki yıllar sonra da şimdiki kadar hatırlıyacağım sanırsın; ama öyle değildir...

Zaman geçtikçe daha daha az hatırlamaya başlarsın.Daha az daha az...

Az hatırlamak bir nevi unutmak sayılır,

ve kimse unutmaya karşı koyamaz bu budur,zamanın karşısında durulur mu?

Üzülmek gerekir tabii,sonuçta insansın,ayrıldığın insanla belleğinde yer etmiş anılar var,bilirsin ki o kişiyle bir daha o anılardaki kadar yakın olamıycaksın,aynı şeyleri yapamıycaksın doğru...

Ve o kişiye denk bir kişi yoktur Dünyada doğru,kimse ona benziyemez,kimse onun sevdiği şekilde sevemez seni...

Ama belleğinde her zaman yeni anılar için yer vardır.Denemek lazımdır bir daha sevmeyi,onun sevdiği gibi sevmez ama,ondan daha çok sever belki bir başkası,belki sende onu...

Mutsuz olduğunda daha sık hatırlasın maziyi,mutlu oldukça biraz ertelersin hatırlamayı,bir bakmışsın önceliği başka anılara vermişsin artık...

Benim saygım vardır aslında yıllar yıllar geçsede bir daha sevmeyenlere.O kaybettiği aşkının hayaliyle yaşayanlara elbette saygım vardır.Helal olsun derim ben öyle seven insanlara.Aşkı elinde oyuncak yapmayan insanlara helal olsun be derim o ayrı...

Ben aşk acısı çekmedim,aşk acısı çekememenin acısını çektim tabii o ayrı...

Ama aşk acısı çeken arkadaşlar var etrafımda.Tavsiyem biten o aşklarının sahiden de yıllar yıllar geçse de unutulmayacağına inanıyorlarsa,kimseyi sevemeyeceklerine inanıyorlarsa,sahiden de bu denli inançlılarsa,sevmeyin arkadaşım sevmeyin bir daha...

Şereflidir o yas tutun...

Ama gün olur,devran döner belli bir süre sonra unuttuğunu hissetmeye başlarsan mahçup olursun kendine,inandığım aşk beni niye terketti gitti diye sorular sorarsın kendi kendine...

İnsan annesini kaybeder,bu yas bir ömür boyu sürer...

Anne evladını kaybeder,bu yas bir ömür boyu sürer...

Çünkü kaybedilenin yerine kimseyi koyamazsın bu budur.Ömür boyu çekilecek aşk acıları budur...

Sen diyorsan ki kimseyi koyamıycağım onun yerine diye halen,ölüm dışında ayrılığa neden olan geçerli bir sebebin ne olabilir ki o zaman sor kendine..

Ömür boyu taze kalan acılar olacaktır biliriz.Ama her aşk bu acıya sebep olacak cinsten değildir bence arkadaş.Sen halen dersenki benim acım ömür boyu sürecek,sevin be gerçek aşkı bulmuşsun teselli et kendini,o aşkın acısı da yeter bazen insanı mutlu etmeye...

19 Mart 2011 Cumartesi

TEK KİŞİLİK HAYALLER...

1 kişi izah etti


Ateşten Dünya'ya mumdan hayallerdi bizimkisi.Yolumuzu aydınlatsa yeterdi.Eriyip giderken gözümüzün önünde hep yeni bir tane daha bir tane daha...


Herkesin bir hayali vardır elbet.Sık sık değiştirdiği,ya da tek bir şeye sabitlediği...


Benim de vazgeçemediğim hayallerim oldu deli gibi istediğim.Vazgeçmek zorunda kaldığım hayallerim de oldu.Ama bu deneyimler sonucunda tek bir şey öğrendim.Hayallerini başka kişilere ortak etmiyceksin arkadaş.Onun vereceği kararlarla senin hayalin bir şekil almıycak.Başkasını da katarsan o hayallerin içine sonuç hep hayal kırıklığı,acı...


O yüzden bundan sonra benim hayallerim hep tek kişilik.Bir daha aynı hatalara düşmek yok.Mesela bir kız sevdim diyelim,onun da beni sevdiğinde ne güzel olur diye hayal etmek yok;çünkü o kızın seni sevmeme ihtimali vardır,ve de o kız hep gider o ihtimali bulur,bu budur.Tek kişilik hayaller,sade senin davranışların sonucunda şekillenecek hayaller,birini ortak etmediğin hayaller,o da şöyle şöyle yapsa ne güzel olur demediğin hayaller...
Ne zaman bir kişiye daha yer açsam hayallerimde,hayallerimde
güzelleşen o yüz,gerçekte kat kat çirkinleşti...
O yüzden hayal edip mutlu olmanın bedeli,ortağının gerçekte senin hayaline ihanet etmesidir.Sen tek kişi üzerine kur,kendi üzerine kur hayallerini,ben böyle yaparsam ne olur,böyle yaparsam daha iyi olur de ve yaşa...
Hayallerine,kendi hayallerindeki sene ihanet etme,tek ol,mutlu ol...

18 Mart 2011 Cuma

Çiçeklerimizle aşk yaşıyoruz

2 kişi izah etti

Yan tarafta görmüş olduğunuz küçümenler ablamın yetiştirmiş olduğu bursaspor çiçeği ve sümbül. Kendisi sıkıntıdan ne yapacağını şaşırdığı için bir süredir çiçek yetiştiriyor ve evde küçük çaplı bir sera kurmakla meşgul. Biberinden domatesine, domatesinden rengarenk çiçeklere, lalelere, hatta kahve çiçeklerine kadar yetiştiriyor. Aslında yaptığı olumlu birşey. Çiçek iyidir. Bir süre kendisini "hadi len bunalımlı karı" diye aşağıladıktan sonra çiçek yetiştirebilmenin yetenek olduğunu farketmemle aynı duruma düştüm.
Bende bir ara narcicius adında bir soğan almıştım ama henüz köklenmediği için eve getiremedim, sanırım ekti ama köklenmeden vermiyor, sapık valla :)
Bir tane lale getirdi, köklenmiş, çıkmış, büyümeyede başlamış. Ne renk olacağı belli değilmiş. Yatıp kalkıp turuncu yada kırmızı olsun diye dua ediyorum. Kolay değil arkadaş. Bunalımdan çıkmak yada yükünü hafifletmek için insan herşeyi kabullenebiliyor. Konu çiçek tohumu yada lale soğanı olunca iş değişmiyor.
Diyalog
Ablam: Bak o çiçeğe iyi bak, arada camı aç odana hava girsin, camın önünden ayırma güneş görsün.
Ben: Tamam abla biliyorum.
Ablam: Ha birde klasik müzik dinleteceksin, arada sev okşa, konuş çiçeklerinle.
Ben: Yuh!! Delirmedim daha ben be! Adama sapık derler.
Ablam: Yaaaa niye ben sapıkmıyım şimdi? (surat düşer, gözler küçük yeğenim gibi bakmaya başlar, ajitasyona geçer)
Ben: E kısmen öylesin. Çiçekle konuşulurmu ya?

Bir kaç gün sonra
Bu atarlara giren ben dışarı çıkmadan önce whispering's solo piano radyoyu açıyorum. Çiçekler solo piano dinliyorlar güneşin altında eyleşirlerken. Gece yatmadan önce yapraklarını okşuyorum, konuşuyorum, seviyorum falan. Yani bu akıma kapıldım. Yapılacak hiç birşey yok maalesef.
Ara ara sağ kenarda büyüdükçe slayt olarak yayınlayacağım küçümenin resimlerini. Bende nasıl olacağını çok ama çok merak ediyorum. Daha önce hiç böyle birşey yapmamıştım. Bütün bunlara rağmen ruh halimde zerre kadar değişiklik yok.
Bugün yine okuldaydım. Nedensizce biraz durgundum. Biraz bunalımlıydım. İçimde tuhaf bir ağırlık var.
Bu arada son model birşey keşfettim, dinginliğimin nedeni oda olabilir.
Lavanta yağı aldım geçenlerde. Şampuanımın içine döktüm biraz, biraz saç kremimin. Temizlik suyuna damlattım. Herşeye gideri var kısaca deneyebilirsiniz. Dinlendiriyor. Yastıklara sürüldüğünde uykuyu rahatlatıp artırıyormuş. Saçlarımın yanığı için birde susam yağı alacağım yakında. Bir ara dışarı çıkabilirsem.
Bizim buralarda şaypa süpermarketleri var, sizin oralardada varsa eğer etna yayıncılığın romanları 3 liradan satılıyor. 3 adet aldım. Sırayla, babam ve ben, hazin bir aşk, tehlikeli cazibe.
Her çıkışımda alıyorum neredeyse. Benim gibi manyak kitapkolik bir insana çabuk biter bunlar sanırım. Şuan okunması gereken 7 kitabım var, hayırlı olsun. Süpermarkette satılan kitapların geri kalanının listeside şöyle. Direk çok satanlar listesi yani.

Bu akşamlık benden bu kadar sevdiceklerim. Herkese yarın sabah güzel rüyalardan uyanmış olmak gibi bir takım polyannaca dileklerim var, buyrunuz. Muck muck!!

16 Mart 2011 Çarşamba

BENİM KÜÇÜK DÜNYAM...

0 kişi izah etti
Ağır gelirdi büyük Dünya biraz.Kaldıramazdım bilmem kaç milyar insanın varlığını.Tanımadığım tüm o insanların,zevkle yaptığı bana uymayan şeyler ürkütürdü işte biraz beni.O yüzden sığınacağım küçük bir dünya yaratmaya çalıştım kendime.O küçük dünyamdaki insanlar öyle bir olmalıydıki,yüzüne sevgiyle bakabileceğim,gözlerinde yaşama sevincimi bulabileceğim,her istediğim şeyi onlarla çılgınca yapabileceğim,içimden geçen şeyleri dürüstçe çekinmeden söyleyebileceğim,gerçekten büyük dünyanın kirinin bulaşamayacağı,mecburiyetten değil gerçekten deli gibi isteyerek yaşayabileceğim küçük bir dünyaydı aradığım...

Yaşa gitsin işte diyemedim bir türlü.Küçük dünya küçücük ama kolay dolmuyor işte.Cebimde fazlasıyla biriken hayal kırıklarım cabası.Hep buldum sanıp her defasında kaybetmenin verdiği hüzün kelimelerle anlatılmıyor.Kader işte hep aradığın şey bi bakarsın karşına çıkıvermiş diye teselli ederken kendimi,kader boş durmuyor hayallerime zıt bir tabloya fırça darbeleri atmaya devam ediyor.Belki birgün...
Büyük dünyaya takılmaya devam,onun içinde hala kirletmeyi başaramadığı insanlar var biliyorum.Biraz daha geç kalırsak kaybolup gidicez,büyük dünyaya boyun eğicez,yalanlarla,saçmalıklarla yaşamaya alışıcaz,çabucak bulmalıyız bir birimizi diğerlerine benzemeden...
Çoğu tanıdığım insan doğuştan ait olduğunu gösteriyodu büyük dünyaya,ben buyum diyordu,değiştirmeye çalışsam da onları değişmeyeceklerini biliyodum...
Ama bazen çok nadir olsada,bir elin parmakları kadar az da olsa gözlerinde benim dünyama ait ışıltılar olan insanlar gördüm.Biraz bana benzer gibiydiler.Sanki bir 'giz'diler.Geçip karşısına ''unut o yaşadığın tüm şeyleri,unut o saçmalıkları,hadi arkamıza bile dönüp bakmadan gidelim buralardan,bizi kimselerin bulamayacağı bir yerlere kaçalım,burda hayat yok,hadiii...'' demek istedim.Ama büyük dünya setler kurdu araya.Birgün setleri aşacağımıza inanıyorum.Büyük dünyanın saçmalığına yenilmeyeceğimize inanıyorum.Biraz müzik her şeyi unutturur kısa bir süre,aşk tesadüfleri severmiş diyorlar, aşkın ağzından konuşmayın kardeşim yeter bugünlük bu kadar...

Bırakın gitsin

0 kişi izah etti
Şimdi yazacağım çok adil bir yazı olacak. Öyle hissediyorum.
Bir gün rakı içiyoruz. Hatta o akşam benim için çok hüzünlü bir akşamdı. Sahil lokantasına o zamanlarımın kankasıyla son paramızı veriyoruz falan. Yanımızdada rakı yerine kahve içmekte ısrar etmek konusunda on numara bir kız arkadaşımız var. Eve bizi o götürecek.
Lokanta çok şık bir mekan değil ama deniz insanı alıp götürüyor. Benim bahçekapısı beni boynuzlamış, ben bir hafta boyunca hep ağlamışım, hala ağlıyorum falan.
Neyse sanırım 3 yada 4üncü dubledeyim.Öyle zamanlarda sarhoş olmak istersiniz ama olamazsınız. İçersiniz içersiniz ama başınız bile dönmez hani, aynen o haldeyim. Sürekli ekmek bıçağını alıp bahçekapısını kesmekle alakalı planlar yapıyorum.
O an bir rüzgar vurdu yüzüme çok iyi hatırlıyorum o anı. Ben elimi çeneme dayamışım uzaktaki sahil ışıklarını izliyorum. Fonda bir müzik duyuldu herkes off çekmeye başladı. Bırakın gitsin!
Ben o şarkıdan sonra nasıl bırakıp gidileceğini öğrenenlerdenim. O şarkıyı dinlerken sigaramı söndürüyorsam, deniz kenarındaysam, bahçekapısını, bahçekapısı gibi değilde saray eşiği gibi düşündüğüm anlardan birindeysem ve hüznüm tavan yapmışsa hep bir bırakın ulan s.ktirsin gitsin fon müziği duyuyorum. İbrahim Tatlısesin bende bu konuda katkısı büyük.
Tamam, başta düşündüklerimle şarkılarını dinledikten sonra düşündüklerim arasında bazı farklar oluşmaya başlıyor. Para, hırs, millet, ırk hırsı insanları baştan ayağa değiştirebiliyor. Zira ben Sagopa Kajmer yerine ahmet kaya ile isyan etmiş biriyim. Kürtlere hiç bir zaman karşı olmadım. İnsan insandır. Senin ölümün bir insanın elinden bile olsa seveceksin ki kalbin kararmasın. Kalp kararırsa iş değişir. Zaten kendimi anlamıyorum, bu bende hep bir parça olacak sanırım, bu insan sevgisi ve bu değer verme güdüsü.
İbrahim amcaya neler oldu henüz bir sır parçası. Evet gayet şeyli denen adamlardan biri idi oda. Vuruldu. İlk duyduğumda "sonunda sıktılar kafasına" dedim. O insanları benim sevdiğim derecede severmiydi bilmiyorum ama, yayından çıkarken, gecenin bir saatinde hayranları ile resim çektirmiş. Hangisi duruyorki, kışkışlayıveriyorlar.
Başta üzülmemiştim dediğim gibi. Sadece, şansı çok yaver gitmiş ve kurtulmuş. Söylenenleri göz önüne alınca ve pkkdan gelen kınamayı duyunca afallamadım. Bir çoğumuz biliyor ibonun kürt halkına olan sevgisini, artık iyice duyuldu kuzey ıraktaki geniş yatırımları. Bende arnavutları çok severim, herkes kendi milletine işte... Tabi yoldan çıkmış, baskıcı, katil bir örgütten yana olmak doğru değil pekala. Dedim ya, insan vatan, millet, ırk sevgisine ve hırsına yenik düşebilir. Bu yüzden ben siyasi tarafına değil, sanatçı kişiliğine bakıyorum bu sabah. Hümanist değilim, herhalde hiç bir zamanda olamayacağım.
Yine de hümanist bir kaç parçam adına İbo'nun bu olayla insan olmayı bir kez daha anımsamasını ve insan canından tatlı bir şey olamayacağını düşünmesini en içten dileklerimle ister, çarçabuk iyileşmesini temenni ederim. İnşallah bundan sonra kendi halkının bebeciklerinin kafasına sıkan bir örgütle yandaş olmayı kabul etmez. Umarım ona artık para tatlı gelmez.
İnşallah bir dahaki rakı içişimde yine bırakın gitsin çalar. Aniden çalan bırakın gitsin hücrelere sağlıktır, şifadır.Buda kendi adıma ettiğim bir temenni idi.

Bu sabah blog yazan bir arkadaşla tanıştım. Kendisi geçenlerde bir tweet atmış ve blogumu çok beğendiğini ima etmiş. Ayrıca blogum için açtığım facebook hesabıma eklemiş kendini. Severek kabul ettim. Kendisi kitap yazmakla uğraşıyormuş ve bloguna pek vakit ayıramıyormuş. Yazıları ruh halime biraz ağır kaçtı ama okudum. Güzel bir blogger olacak, eminim. Umarım hayalleri gerçek olur.
Umarım hepimizin hayalleri gerçek olur.

15 Mart 2011 Salı

Ooo-yes, FırFır ve Füfü

2 kişi izah etti

Bugün size nesilde nesile geçen bir anneler geleneğini anlatacağım canlarım.
Yıl 197. bilmemkaç, tam tarihini bende bilmiyorum. Sormak lazım ama annem uyuyor. Hiç gelemem uyanmış bir anneye, alerjim var. Herneyse, yıl öyle birşeyken annem, yavrum merkez bankasına giriyor memur olarak. O zamanlar tabii çıtır çıtır bir taze, hırt babamla henüz tanışmamış. Bankada aynı görevde çalıştığı 2 bayan daha var. Gel zaman git zaman kanka oluyorlar, birlikte güzel bir dostluk kuruyorlar. Onlara geleceğin altın nineleri diyebilirsiniz. Kocalar hayatta iken bu mümkün değil tabiki. En büyük olanının adı Koko. Ortanca olanınınki Asas. Bizimkinede Zuha(haha) desek yeri. Gerçi hepsi bi tuhaf, ben henüz analarımızı çözemedim.
Üçününde güzel güzel kızları oluyor. Tek çift kızı olan benim annem. Diğerlerinin birer kızı var, yaşlarıda oldukça yakın.
Kokonun kızı Ooo-yes, kendini kocayı boşamaya adamış bir genç kadın. Çok şeker, dünyalar tatlısıda bir kızı var. Kocası beyfendi benim okuduğum ilçeden. O ilçede bir adet insan görmediğim için Ooo-yes o adamı boşasın. Haklı. Anasının karnından uyuyarak doğmuş bir adamı bende tez elden boşamayı çok isterdim. Kabul edelim o hepsinin arasında en güzel olanı.
Asas'ın kızı Füfü, nasıl ilişkiler yaşadığını henüz kimsenin çözemediği bir kadın. Kendisi zaman zaman lezbiyen, zaman zaman heteroseksüel, zaman zaman baskın bir hemcinsine verebilecek kıvamda gezinmekte. Aynı zamanda 18 yaşında bir oğlu 13 yaşında bir kızı var ama zaman kavramı onu düzeltmiş ve oturtmuş. Her yöne çekilebilir. Hayatının geriye kalan kısmını kadın-erkek karışımı ilginç bir tiple devam ettirmek istiyor.
Zuha'nın kızı FırFır ise anasının baskısına dayanamayıp, -içkisiz-sigarasız-kumarsız-karısız ve kızsız, bundan sonraki hayatını bilgisayar başında yeşermekle tamamlayacak türden bir herif-le 4 sene önce evlenmiş, evlendiği gün boşanmak istemiş, boşanamayıp ajitasyonun dibine vurup eski arabeskçileri dinlemekle hayatını idame ettiren ve aynı zamanda evliliğe ultra-karşı bakıp, küçük kardeşini ve muhtemelen kızını altın kızlar ekibine katmayı planlayan, geceleri bardakların simetrisine kafayı takıp uyuyamayan, dünya üzerinde en son binbeşyüzmilyaryıl önce görülmüş bir türdür.
Karakterleri anlamadıysan baştan oku. Bende henüz türler üzerinde yeni yeni çalışmalara başladığım için bu kadar oluyo, napiyimmm?

Açık olmak gerekirse son 4-5 senedir hiçbiri ile görüşmek kısmet olmadığından doğal ortamlarına yeni tanık oldum.
Bugün yaşadıkları ilçeye gittik. Bursa'ya 27 km uzaklıkta ve deniz kenarında yaşıyorlar.. Temiz hava hesabı. Ayrıca kocayı kovalayan oraya kaçıyor, anlamak mümkün değil.
Sabah saatlerinde uyanmış olmamın mucizeviyetinden anlamalıydım bu günün garip geçeceğini. FırFır, ben, zuha ve küçük kızımla tosbağamıza atlayıp çıktık yola. Yol boyunca Füfü'nün tuhaf aşk hayatından bahsettik. FırFır yol boyunca anlatmıştı birşeyler ama bizim zuha arabada olduğu için detaylı bir bilgi vermemişidi. Neyse, atış matış olmadı. Annemin arkadaşı asas'ın evine gittik. Normaldi. Doğal gibiydi. Bombalar sonraya saklandı. Bir ara Ooo-yes ablamla mutfakta söyleşirken Füfüyü bir kafede, erkeğe aşırı derecede benzeyen bir kadınla yanak yanağa, el omuzda gördüğünden bahsetti. Dedim ki içimden, ulan bir kadın erkeğe en fazla ne kadar benzeyebilir?
Mutfak kapısı ağır çekimde açıldı, mutfağa füfü girdi elinde tabaklarla, ardında erkek olduğunu düşündüğüm yabancı birini gördüm. Bildiğin, babamın giydiğinin birebir aynı bir kadife pantalon, üzerinde bir erkek kazağı, tabii biraz bol, saçlar 3 numara dikik dikik, allah vergisi bıyıklar...
Ama bir tuhaflık var çünkü ses kadın sesi. Olduğum yerde bir kaç saniye süren bir morarma yaşadım. Bıyıklı lan bu! Bildiğin bıyığı var. Bizim Ooo-yes ablayı yanaklarından şapur şupur yalak bulak öpücük kondurdu gelip, bana kafadan tokalaştı (iyiki öyle oldu çünkü gider kendimi strelize ederdim) selam-sabah, allahım ölüyorum, kendimi ayarlamaya çalışıyorum, tonumu, rengimi, duruşumu, yadırgamamış gibi yapçam, lan yapamıyorum falan bu içeri gitti. Tabii biz bir kahkaha...
Füfü ile birlikte uyuyorlarmış. Gece o odada bayram havası yaşandığı kesin. Hadi geyleri anlarımda bu lezbiyenleri hiç çözemedim, çözmüş gibi yaptım. Lan napıyonuz sevişirken? Biri nolur açıklasın bana bunu!
Tabi o erkek-kadın bilader memişleri saklamak için bol giyiniyo, anlamsız erkeksi tavırlar, ama erkek değil... Kadın desen, lan bıyığı var! Yahu ben salsam ömür boyu üç taneden fazla çıkmaz, sen nerde büyüttün onları?
Herneyse, eşcinselleri aşağılamak gibi bir niyetim yok lakin bu eşcinsel değildi. Bu evrimini nerede tamamlayacağını kestiremiyor sanırım, yada sadece hava civa bu, öyle bir havası var çünkü. Füfü'nün babasına durmadan, "Aga, ben varya, evi sattiiiim hemen umreye, bi gelcemki gözleriniz şaşçak kalcak hacı, huuu, hoooo, ehiehi"
İçsesim: Git git, passaportunu almaya gittiğinde bir arap görevli sana "Haci haydi, yallah yallah" demezse ben kumrall olmayayım. Başka bişey olayım. (şu bloga ettiğim yeminler yüzünden bi tusunamide beni vurucak, yakındır) Arap görevli dile gelir vallahi, "S.ktir ulan, önce bi cinsini tanımla öyle gel der" Anlamak için soymak zorunda kalırlar yeminle.
Füfü'de bununla ayaküstü bir oynaşıyor ki, görsen bunlar olmuş dersin. Yani gece beraber yatıyolarmış. "Dur ben bi kapıyı kilitliyim" havasına girmiyolarsa ben 21 sene boşuna nefes almışım demektir. Bizim gariban Ooo-yes ve Fırfır, adam-kadın'dan sürekli kaçtılar. Yani, bende korktum bir ara kapı arkasında kıstırırmı acaba diye. Yapabilirdi, "dünyada ne kadar taş varsa hepsi elimden geçti tipli, murat 131i olan kırmençolarla aynı tipdeydi. Hatta bir ara biladerin resmini gizlice çekip benim bahçekapısına göndermeyi düşündüm. "Bak eski sevgilim, hayatımın yegane krosu, bu senin kadın versiyonun" demek geçmedi değil aklımdan.
Gün sonuna kadar bu biladeri inceledim, bir sonuç alamadım maalesef, alabilseidim bir analizini yapabilirdim. Eğer kendisi ile doğal ortamında tekrar karşılaşmak nasip olursa (umarım olmaz) tekrar, en baştan inceleyip sizlere aktaracağım canlarım.
Neyse, gün bir şekilde bitti. Altın kızların yancısı olarak gruba katıldım. Katılmanın şerefine Ooo-yes ablamla bir gece dağıtmaya gideceğiz. Sadece öyle birşey yaparsak eve nasıl geliriz, yada nasıl getiriliriz diye düşünüyorum. Rakının üçüncü dublesini anımsamayan biriyim ben yapma lütfen!

Devam Edecek!

12 Mart 2011 Cumartesi

Doruklarında

0 kişi izah etti
Kasım 2007 den beri blog yazıyormuşum. Bugün profilimi incelerken dikkatimi çekti. Bu yazımda dahil tam tamına 205 adet yazı yazdım. Yazılarıma 10dan fazla yorum yapılmadı. Bazen aklıma "acaba ben bu blog yazma işinde başarısız mıyım" diye bir soru düşüyor. Bilmiyorum vallahi. Örgü yapan kadınların benden çok yorumu var. Oda bir alan nede olsa, küçümsemeyelim.
İlk blog yazılarım süslü püslü şiirlerdi. O zaman kafam daha çok basıyordu bu şiir işlerine. Sonra bir şiirimin ufak bir kısmını google'da arattığımda önüme binlerce sayfa çıktı. Hepsini tek tek ziyaret edip küfür etmek istedim ama bu bana yakışmaz.
Farzedinki çok dolu bir anınızda kaleminiz oynadı ve karşınıza 100 satırlık bir şiir çıktı. Sizde yalnışlıkla yayınla butonuna tıkladınız. Eh, depresyona giren herkes şiir sitelerine bir şekilde giriyor. Bazıları o şiirleri çalıyor ve kendi yazmış gibi gidip forumlarda beğeni topluyor. Bunu durdurabilmek için sağ tık tuşunu engellemek gibi kolay bir kod yerleştirmeyi unutmuşum bloguma. Olabilir. Blogla yatıp blogla kalkmıyordum o zamanlar. Ama bundan şikayetçiyim. Sitelere girip şunu söylemeyi çok istedim, "lan kodumun çocuğu, senin yüreğin o şiiri yazmaya yeter mi? sen ancak çalmaya yüreklisin." Diyemedim tabiiki. Sitelerin birine üye olup şiirin bana ait olduğunu, alıntı yapmaları gerektiğini söyledim. Admin özelden küfür etti. Çalınmasını istemiyorsam yazmayacakmışım.
Adli yollarla uğraşacak ne sabrım, ne param, ne psikolojik gücüm var. Yalnız t.u.b.a söylemişti çalınır, dikkat et, bir yol bul diye. Haklıymış kız, başına gelmiş sonuçta, büyük sözü dinlesene kumrall?...

Geçenlerde çok ilginç birşey geldi başıma. Okuyan us'un kitaplarını biliyorsunuzdur sanırım. Blog yazarlarından seçip, kitap yazmaları için yardım ediyorlar. Bence harika bir girişim bu. En azından ben çok takdir ediyorum.
Pucca'nın kitabını hala alamadım ve almayı gerçekten çok istemiştim. Bir türlü elim ermedi. Ben zaten gidip kitapçı gezen bir kız değilim. Eğer kitapçı gezmeye çalışırsam cebimdeki tüm parayı yatırıp geri dönüyorum ve şuan elimde okunacak 4 kitap var. Onları okumadan kitap almamaya karar verdim. Ama onlardan sonra sıra puccanın kitabında. Onu da her zaman yaptığım gibi internet üzerinden alacağım.
Herneyse... Puccayı severim. Harbi yazıyor. Birileri ne der diye çekinip yalan yanlış yazacağına da inanmıyorum açıkçası. Bildiğin yalnız yaşayan ve yalnız yaşamak için kurtlar sofrasına acı biber sokmak zorunda olan bir kız o. Bende yalnız yaşasam onun gibi olurdum. Başka türlüsü mümkün değil.
Konu pucca değil. Konu aynı dizide yazan pinkfreud. Formspringde bir hata yapıp kendisine bir soru sordum ve gerçekten afalladım.
Kendisinin kitap yazdığını sonradan duydum, milliyet sayesinde. Milliyette kitabı tanıtılmış, bir kaç poz vermiş ama adını vermemiş. İlginç geldi. Formspringde sordum, (aynen alıntılayamıyorum aklımda kalanları yazıyorum çünkü kendisi ile anlamsız bir tartışmaya girmek istemediğim için blockladım), işte ben buna dedimki, yahu resimlerini verdin, isminide verseydin. Aynı isimden bin tane olur ama aynı surattan bir tane...Meraktan soruyorum, dedim. Vay efendim bana bir cevap geldi yeminle eşşekten düşmüşe döndüm. Neymiş efendim biz istedikçe istermişiz, bize neymiş, o ne isterse onu verirmiş...Sonra kendisine bir soru daha yöneltip blockladım. Dedim sadece meraktan sordum, seni tanıyalı 2 gün olmadı daha. Bu ne şirretlik böyle?
Banane senin adından isminden resminden. Boğazımdaki ekmeği kendisi veriyor sanki.
Şimdi arkadaşlar... Bu insanlar bizim sayemizde okundu, üflendi, para kazandılar.Bilmemkaçıncı baskılarıyla şöhret olurlarken tabi birden parayı oluk oluk görmenin hacmiyle, bazı bölgelerdeki kalkış arasında ince bir çizgi var. Bazılarının ki kalkar, bazılarıda öylece kalır. Ki ben bu kızın başka bir yazara kısaca yazdığı birşeyleri görüp anaaa hatuna bak, cazgırlıkta bir nomrö maşallah demişliğimin olacağı kadar çirkin şeylerde okumuş idim. Sonrada "ay patlama noktama geldi kusura bakmayın" cevabınıda görmüş, bi mide kalkma travmasınada tutulmuştum.
Be insanoğlu sen nelere kadirsin. Seni sevip izleyen, "aaa, o kitabıda alıp okumalıyım, güzeldir" diyen müthiş bir izleyici kitlen var ve sen bunları yapıp tabiri caizse, "kendi tabağına sıçıyorsun." Okuyacaklarım listesine aldığım bir kitabı elemek zorunda kaldım. Hatta gidip korsanını alasım var. Kıllık olsun. Hayır ben bana, küçücük bir cümle yazdım diye hayyydaaa üstüme zıplayan, milletin aşk hayatını hafiflikle eleştirip sonra "ay çok pardon" diyen bir kadının kitabını neden okuyayım ki? Yazar olmak, magazin forever çıkıp kurduğu cümlelerle, insanları yermesiyle yapılacak bir faaliyet olamaz. Bu yüzden bir okuyucuyu kaybetti ise, tweetlerdeki ahlaksız küfürleriyle bir dolu insanı kaybetmiştir bence. Kaybetmediyse bile ne kadar güzel küfür ettiğiyle uzunca bir süre konuşulacak ve ben olsam ettiğim küfürlerle anılmak istemem.
Her neyse. Yani, ben bir konuyu zamanında yazmadığım için okuyucu kazanamıyor olabilirim. Artık aklıma geldikçe yazacağım, karar verdim.

Bu arada, bugün çok güzel bir gün. Odam güneş ışığıyla ısınmayalı çok uzun zaman olmuştu. Böyle manyak bir güneş vardı Bursa'da. Ama ben cildimdeki yaralar için ilaç kullandığımdan bir süre güneşe çıkamıyorum. Ve ben güneşi severim. Lanet bir durum bu. Eğer güneşe çıkarsam yüzümdeki güneş lekelerinin artması muhtemel.
Dün benim bahçekapısının bana aldığı kolyeyi buldum. Annemle temizletmeye gönderdim.
Yanda da resmini görebileceğiniz o kolyeyi bana askere gitmeden önceki sevgililer gününde almış idi. Yada bak doğumgünümde olabilir. Hayatında 1 kere hediye aldı bana. Bu hangisindeydi anımsamıyorum vallahi. Öküz adam!
Kolyenin zincirini temizleyememişler. Gümüş değilmiş. Beyaz altın kaplama olabilirmiş bir ihtimal. Ama benim hayvanda beyaz altın alacak kadar çok para yoktu. Muhtemelen sahte. Ulan ne kadar değersizmişim bilader ya. Hayvana bak hayvana...Bu kolyeyide 2007nin yaz tatilinde takıp sonra kaybetmiştim. Annem buldu sakladı büyük ihtimalle. Beğendiğimi de söyleyemem. Kalp figürlerinden oldum olası nefret ettim. Sadece anısı var diye hep saklamak isterdim o kadar. O yüzden temizlemeye göndermiştim zaten. Zincirin gümüş olmadığını duyunca resmen yıkıldım. Bir insan hayvanlaşma kotasını ancak bu kadar aşar. Birde sahte şeylere alerjim var üstelik. Cildim mikrop kapıyor. Bizimkide hep kendini "sevgilisini çok düşünen adam" rolüne adamıştır, hay koyuciiimmm. Msn'i açıp söylemek geçti içimden sonra yine polyannalığım tuttu, "yazık belki parası yoktu" diye düşündüm. Düşüncem dağıldığında "Salaksın Kumrall" dedim.

Geçen sene doğumgününde ona gerçek akuamarinden tesbih almıştım. Kefaret filmini dvdye basıp, birde mektup yazmıştım. Bazen düşünüyorum. Acaba oda benim gibi böyle şeyleri saklıyor mudur? Tesbih arabasının vites kolunda duruyormuş. Beni yakıştırdığı yere ayrıca koyayım.
Bir kaç gün sonra yine doğumgünü ve şuan bunalımda kendisi. Face'te güllü paylaştığını söylersem ne durumda olduğunu anlarsınız sanırım. Bi kaç gün içinde eğer yazıp, barışmanın yolunu yapmazsa, bu sefer adımı mücellaya çeviririm. Adamla 4 sene çıktım o kadar tanışım olsun değil mi?
Bunalım falan yapacak, beni mahfettin gavurun kızı diyecek bende acayip şirretleşeceğim, kavga, kavga, kavga...
Neyse, yazma kotamda doldu. Böyle işte. Allah hepimize akıl fikir versin diyerek yazımı noktalıyorum.
Sevgiler canlarım.

Şehir Efsanesi

0 kişi izah etti

Böyle şeyleri hep şehir efsanesi zannederdim.
Midem yanıyor şuan. Çünkü karşısında ağlamamak için zor tuttum kendimi. Biliyorum. Ben ağlarsam çok üzülür. Anne yarısı çünkü o.
Sözleri söylerken boğazım düğüm düğüm oldu. Konuşmamak için hadi görüşürüz diyip telefonu kapattım. Evin biyerine altınlarını saklamış. Bi küçük altını bi cumhuriyet altını varmış. "Ben ölürsem kızıma sahip çık" dedi. "Biliyorum sen dünyayı başlarına yıkar alırsın kızımı" dedi. Bende anne yarısıyım öyle değil mi? Bende anne yarısıyım... Nereye sığınacağını bilemeyen bir anne yarısı. Kendimi sorguladım. Benden anne yarısı olurmuydu acaba? Hakikaten ben o kadar büyüdüm mü?
İlk defa te ne kadar zamandır böyle gözyaşlarım yuvarlana yuvarlana akmamıştı boynumdan. Ruhsuzluğumun acısını biyerlerden çıkarıyorum, yada birileri sebep oluyor.
Birilerinin cezasını çekmek zorunda kalmak ve duygusal şehir efsanelerine girişmek... Ha birde tencerenin içinde para biriktirmek gibi bir boktan duygusallık. Bazı kadınların hüznü mutfaktaki havalandırma boşluğundan süzülür yaradanın mavi ve umutlu gökyüzüne doğru. Lanet ettiğin o boşluğa bakar gözlerindeki yaşların buharlaşmasını beklersin. Gerçekten mavi bir gökyüzü var mıdır, yoksa hep şiddet ve acımıdır herşey, bilemedim. Bildiğim çok önemli birşey var. Ona birşey olursa bir kız çocuğu bana emanet, ve küçük bir kesede biriktirilmiş altınların geleceğinde yatan hüzünler.
Yinede ona birşey olmasın.
Çünkü gerçek şu ki, sanırım ben hala küçüğüm. Anne yarısı olmak için biraz erken. Benimde bir anneye ihtiyacım var.
Neyse...
Buraya ağlamayı hiç sevmiyorum.
Güzel anılarımı biriktirmek istiyorum.
Zira birgün büyüdüğümü hissederseniz, o gün bana küçük bir bebek emanet etmişsiniz demektir. Ve ben muhtemelen bir bebekle başbaşa kalmışım demektir.

9 Mart 2011 Çarşamba

AMAN DOKTOR...

2 kişi izah etti

Efendim bugünde diğer günler gibi sıradan başladı. Üstelik bir de okul vardı. Dışarda kar, ayağımda delik ayakkabılar, cakır cukur sesleriyle tuttum okulun yolunu. Bizim bir hoca var, birkaç tahtası eksik, derste soktu lafı yine ''ben seni iyi tanıyorum bu sene de kalırsın bak'' diye, şimdi kalda ders işle(malzemeler de yoktu zaten). Çıktım okuldan bıraktım kendimi karın kucağına, biraz çarşı, sonra doğru eve. Yine başladı benim tipik melankoli nöbetleri. Psikolog doktorum sevgili kumral sağolsun, git çay iç kendine gel telkinleriyle beni epeyce rahatlattı. (hırrr...) İtiraf ediyorum ayakkabın delikse poşet giy ayağına, taktiği iyiydi. Her neyse yine şu face'de okey falan takılırken, masadaki kızlara ''seni seviyommmm benimle çıkkk'' diye balıklama atlayan apaçilerle orti elin nasıl muhabbeti yaparken, arkadaşların iletilerinin altına bayat espiriler yaparken, bir şekilde vakit geçti. Bizim öğrenci evinin diğer sakinleri teşrif etti bir müddet sonra. Her şey yolundaydı. Her zamanki gibi hava karardıktan sonra yer sofrasına oturup makarna çorba takılacak, yemekten sonra da "sigaran var mı laynnn, bi paket ne ara bitti aq, çay koy alooo" diyalogları eşliğinde güne devam edecektik. Pencereden baktığımda kar iyice hızlanmıştı. Evet diyalog karmaşasına geçicem şimdi...

Bizim yeni ev sakini Erzurumlunun mutfaktan acı sesini duydum.

__Ulan başım dönüyo yetişin lannn!, hangi mına koduum kırdı bu bardağı burda, bileğimi ikiye ayırdı bu ne lan diye...

Efendim toplandık çocuğun başına baktık ki durum vahim. Herifin yara dipsiz kuyu gibi. Bunun bir de memleketten arkadaşı var Dayı deriz, hafif terelelli. Söylediği sözlerle çocuğu iyice panikletti. Dayı,

__Şiii bana bak senin rengin iyice sarardı ha, lan olum ölüp gidecen lan, yok mu burda poliklinik...

Bir de bizim ilk yardım faciamız var ki sormayın. Dayı'nın kan kaybına tedavi önerisi şerbet yapıyım içersin oldu. Yaptı da...

Şerbet (Şekerli su) Şerbeti sunuşta şöyleee... Dayı,

__Al iç bunu iyi gelir(Ulan bardağın kenarında siyah çay kalıntıları var)

Erzurumlu,

__Dayı şimdi sitecem belanı ha ne lan bu, git adam gibi bi şey getir, (Yaraya bakıp) ya bu nedir ya bu yarrr... gibi açılmış, ne ya bu...

Ortak arkadaşımız evin devamlı misafiri Ordulu, Ben ,Erzurumlu koyuverdik kendimizi karlı yollara doğru hastaneye...
Her neyse donma tanısıyla acile başvurmadığımız için şanslıyız heralde. O ne soğuktu...
Girdik acilin kapısından içeri. Bizim Erzurumluyu aldılar içeri. Hasta kaydını yaptırsın dediler birisi. Bizim Ordu üslendi görevi, (ulan sen kendi kimliğini ne veriyosun, seni kaydettiler hasta diye) ve kaydı yaptırdı da....
Her neyse 15 Tl para istediler iyi,h oş çıkardık verdik. Hasta odasında doktor yarayı görünce müdahele de bulunmak için uzmanı çağırır... Uzman Doktor,
__Ulan nimetin en güzel yerinde adam mı çağırılır be hayırdır (Ne yiyosa bu öküz artık, İmrenden dana butu mu sölemişti ney)
Yarayı görür,
Erzurumlu,
__Yaranın da en güzel yerinde geldiniz olsun o kadar, (kapak) Uzman,
__Bir dikiş yeter ortadan,iz kalır ya olsun o kadar da... Erzurumlu,
__Kalsın biz çırağız ya... Uzman,
__Yok ondan değil damarlar falan var falan falann...
Neyse bizim Erzurumluyu dikip paket ederler şunu yap bunu yapma felan filan çıkar bu odadan, Erzurumlu,
__Borcumuz nedir? tabi biz de atlatarak
__Biz ödedik tamam (B.k ödedik) Masadaki hatun,
__Kapıdaki yere ödüyosunuz o aldığımız giriş parasıydı...
Ulan dedik yuhh giriş buysa çıkış ne kadar Allah bilir.
KARAR ANIIII
Görevli bilgisayarı açtı ve bize ücreti söyledi. Mal mal birbirimizin yüzüne (hangi mına kodum dedi hastaneye gidelim diye edasıyla) uzun uzun baktık yutkunamadık... Görevli,
__Evet yanlış duymadınız 65,50 Tl
Ben arkadaşın kulağına eğilip
__Ulan alt tarafı bir dikiş attılar, nevresim takımı mı diktiniz aq
Eleman çizelge gösteriyo bir de, ulan kafe de çay içsek hesabını dökeriz de, bilmem kesik silpilasyonu 50, iğne bilmem kaç falan filan ne anlarız biz,
__Dayı bizim hiçbirimizin üstünde o kadar para yok napcaz
Kıl uzman doktor gelir,
__Bir şey olmaz senet yaparız olur biter, Muhalif Erzurumlu atlar
__Yav ne seneti tefeci misiniz doktor mu aq!
Çeşitli fikirler ortaya atılırken Uzman doktordan yeni bir kıllık,
__Öğrenciyseniz şunu yapcaksınız,sonra gidip şöle şöle yapcaksınız(yüzümüzde hafiften umutlanan bakışlar) şura gideceniz karneydi falan filan, en sonun da demesin mi ama bu hesap değişmez yine bu parayı ödeyeceksiniz kurtuş yok diye, ulan hırt ne kesiyon yarım saattir umutlandırıyor bizi, ne yapsak ne yapsak...
Erzurumlu başı eğik ve tam vaktinde memleket hikayesini patlatınca hedefi onikiden vurdu
EVET!!! veznedar da Erzurumlu çıktı...
Biraz hemşehri muhabbeti yapıldı, kaynaşıldı tabi ben o arada. Orduluya kaş göz yapıp
__Sil ulan şunlar konuşurken bilgisayardan borcu, sıfırla ulan diye taktikler verdim uzun uzun
Her neyse muhabbet kapanırken veznedar ayın 25 ine kadar müsade etti, ve bizim Erzurumluya bilgisayarda okuduğu isimle seslendi. Erzurumlu,
__Abi o diğer arkadaşın ismi,
__Nasıl olur, hasta kaydında bu yazıyor. Ordulu da mahçup bir tavırla,
__Ne bileyim biri kayıt yaptırsın deyince ben de sandım ki....
Görevli,
__Oldu mu şimdi ama, kimse duymasın bunu suç sayılır valla 20 si son tarih tamam mı
Erzurumlu,
__Abi hani 25 dedin demin,
Görevli,
__O sanaydı oğlum burda senin adın yazmıyo artık, nıhahaha...
Geldi çattı veda vakti, el sıkışma felan derken koyulduk karlı yolumuza,
Giren kazığın da etkisiyle soğuğa aldırmadan güle güle evin yoluna koyulduk, ayağımda cakır cukur su sesi(poşet giymeye vaktim yoktu), kara aldırmadan havaya saçtığımız espiri buketleri... Hastaneden çıkıp eve giderken yaptığım bir espiriyle yazımı sonlandırıyorum. (Abi para nasıl bi şeydir ya diye söylenen iç sesimle karışık)
__Ulan tabelaya iyi bakın devlet hastanesine gelmişiz, doğru değil mi ....

Rakılar Diyarı

1 kişi izah etti
Aslına bakarsan ben karlı havaları pek sevmem. Soğuk hava, heryer cıbıl cıbıl su, biyere çıkamazsın, işlerin aksar... Vs. vs.
Hava yine it öldüren ayazı. Bir gecede bu kadar kar nasıl yığıldı anlamam mümkün değil. Akşamüstü biraz uyuyayım dedim, tabi her zamanki gibi ipin ucunu kaçırıp saat 2de uyandığımda kar bir karışı geçmişti, uyku sersemine baya bir mahzunlaştım pencerenin önünde. Öyle bir "Söyle buldun mu, aradığın aşkı söyle..." kıvamında idim. Garipti.
Kar şuan 2 karışı geçmiş durumda. Hiç durmadı. Gündüz gazete almaya çıktım, dondum. Eve sümüklerim donmuş vaziyette döndüm. Kayıp düşmemek için verdiğim mücadeleyi anlatamam. Benim düşmelerim zaten meşhurdur, birde karda falan olunca "Aaaa! Şişman şişman! Düştü düştü!" içseslerine maruz kalmak istemedim. Emin adımlarla eve ulaştım ve kendimi sıcak suyun altına attım. Soğuktan girip sıcak duş alınca insan tarifsiz bir huzur yaşıyor. Sonra kendimi pc başına yayıp sahlep içtim. Evet tahmin edeceğin üzere o daha güzeldi :)
Ne ara bu kadar kar yağmış hayret birşey. İnsan yılbaşında yağar değilmi?

Babam sabah sol profilimden dikilmiş, "Şşşşş! Kumrall! Bana bak bana, okula gitme hemi kızım?" dedi. "He baba" dediğimi hatırlamak için öğleden sonrası olması gerekti. Sanki bu karda kıyamette hiç işim yoktu, koştur koştur okula gidicem. Adama deli derler. Bunun kapanmış köy yolu var, onu geçtim kapanmış otoyolu bile var iki gündür. İznikle tüm bağlantılarım kesildi. Hem Leondan istihbaratı aldım, oradaki it öldüren değil, öğrenci öldüren ayazıymış. Annem bir panter olmuş. "Aklım sende kalır, bu kıyamette gidilmez" dedi. İlk defa gitme dedi. Beni okula yollamak için bin takla atan kadın bana gitme dedi. Hayret ettim lan. Yağdır mevlammm, karrr!!
Onun dışında bir aktivitem, bir eğlencem ve bir komikliğim yok.
İki gündür gazete delisi oldum. Hatta gazetelerden küçük resimler çekip konuda yorumlar yapmak istiyorum. Ama en çokta rakı reklamlarını çekiyorum.
Blogger davası!

Bunu görünce nasıl mutlu olduğumu hayal dahi edemezsin. Oh dedim durdum. Sonunda bir kuruluşun aklına dava açmak geldi. Ve ben davadan oldukça umutluyum. Zaten bizim mahkemelerimiz uzun bir zamandır ota boka onay verdikleri için bu ifadeyide onaylayacak ve biz eski sansürsüz alanlarımıza hızlıca kavuşacağız. Mutluyum.

İçki Reklamları

Gazetedeki içki reklamlarına bayılıyorum.
Hele efenin reklamına bittim. O nasıl güzel bir müşteri çekme politikasıdır allahım. Şimdi resimleri dikkatlice okuyun.






Ben hiç efe rakı içmedim. Daha çok tekirdağ gold ve yeni rakı üzerinden gittiğim için, efe rakıyı daha kalitesiz ve basık bulurken bu ilan çarptı gözlerime ve en kısa zamanda alıp denemeye karar verdim. İlanın metni çok hoş, zira reklamı kim yaptı ise ne yapacağını çok iyi biliyormuş :)

Bu ara bir başka denemek isteyeceğim içki ise altta resmini gördüğünüz yeni rakı çeşidi.


Kuru üzümden yapılıyormuş kendileri. Meşe fıçılarda dinlendirilen rakıda genelde anason kokusu çok duyulmaz. Ama genelde yeni rakı daha serttir ve ben yumuşak içimi yüzünden tekirdağ goldu tercih ediyorum.
Kuru üzümden yapılan rakı çok ilgimi çekti. Tatlı olabilir mi, diye düşünmeden edemedim açıkçası. Ah parasızlığın gözü kör olsun :)
Ayrıca tekirdağ gold, yaş üzümden yapılmakla beraber meşe fıçılarda asgari 1 ay dinlendirilir. Yani tekirdağ gold kuru üzümden yapılmaz.
Evet, baya ezberlemişim.









Ala'nın tanımınıda yandaki resimden okuyabilirsiniz. Özenle hazırlandığı su götürmez bir gerçek. Tadılası, denenesi bir şekli var çok beğendim. Burdan beni iç diye bağırıyor :)



Buda benim ilk defa farkettiğim rakı markası. Tanımlamalarında "Üzüm kökenli distilattan (suma) üretilir. En üst kalitede üzüm, anason ve yumuşak içimli su kullanılmaktadır." diyor. Ve ayrıca %50 oranında alkollü imiş. Vuhuuuu :) Kesinlikle buda denenesi alkoller arasına girmeyi başardı. Ve Uluslararası Şarap ve Yüksek Alkollü İçkiler Yarışmaları'nda çeşitli Altın ve Gümüş madalyalar kazanmış. Türk içkisinden beklenen randıman budur işte abi dedirtiyor adama. Zaten kesin 2 duble içtikten sonra ölür giderim ben o alkol seviyesine. O nasıl birşeydir ya. Normal rakıyı zor içiyorum. Birde yüzde 5 fazlası, kesinlikle ilginç bir deneyim olacak.

Eh, bu kadar rakı reklamından sonra takatim kalmadı vallahi :)
Leoncuğum, bir önceki yazısında bahsetti. Bu akşam yaralanma sonucu hastaneye gitmişler ve 80 lira ücret istenmiş kendilerinden. Çok kötü... Herhalde ölsek bu ülkede "Gebersin fakir, parası bile yokken yaşamaya çalışıyor" diyecekler.
Yazıklar olsun.
184ü aradım. Adamların parası, yokmuş ev kazası olmuş, gitmişler 80 lira hesap çıkmış dedim. Öyle bir bulaşık yıkarken el kesilmesi acil vaka değildir, siz o parayı ödemek zorundasınız dedi.
Vay anasını sayın seyirciler.
Ve size benden beni sıkça ağlatan bir video ile kapanış sevgili kumrallseverler...

type="text/javascript">

8 Mart 2011 Salı

72. Koğuş hakkında

0 kişi izah etti

Aslında yazacak bir sürü konu vardı. En azından planlamıştım yazacağım şeyleri. Bir türlü fırsat bulamadım.
Bugün ablamla sinemaya gittik ve izlediğim film konu önceliğimi değiştirdi.
72. koğuş ablamın siyasi kişiliğine fazlaca oturduğu için ona hitap ediyor diye düşünüyordum. Bende severim dönem filmlerini ama genelde dehşetle izler, yapımdaki hormonal bozukluk mudur nedir, işte o yüzden bi kaç saat içinde olanları unutur, yatar fosur fosur uyurum. Biliyorum kötü bir alışkanlık. Ama öyle ne yapayım? Herkesin bir hayatı var. Allah kuluna kaldıramayacağı yükü vermezmiş. Banada azıcık hissiyatsızlık eklemiş, bu hale gelmişim. Hüngür şakır ağlayan, ayrıldığı zaman her duygusal şarkıya (bkz: müslüm gürses bile olsa) hönküren kızlara çok imrenirim. Beni ağlatan şeyler kısıtlıdır. Aile faciaları, tecavüz, kötü kaderli, kürtajda yada doğumda ölmüş, işgence görmüş kadın temaları olmalı. Maalesef en altı bu. Bunun altı kesmiyor. Onun altını bende yaşıyorum. Kendi haline ağlamayan başkasının haline hiç ağlamaz.
Doğru. Göğsümü yarıp içeridekine bakacak kadar cesur birini bulana kadar dikileceğim aha şurda. Yersen. Dedim, mal mal baktı emnim gönderime. Başka bir alternatifi yok. Adamda normal beyin işlevleri yok.
Eski sevgiliyemi bağlayacağım bu kısmı? Evet lan bağlayacağım kusura bakma. Bunları yazmam lazım. Kendime bile söyleyemediğim şeyleri buraya yazmaya alışkınım ben.
Kavgalarımıza baktım, yaşadıklarımızı düşündüm. Ne kadar boşmuşuz abi biz. Sen, ben, dünya üzerinde yaşayan 7 milyar insanın en az 4 milyarı, boş yaşıyoruz. Geceleri barlarda içip, sıçıp, dağıtabilme lüksümüz var. Acının yalnızca aşk üzerinde çekilebilecek birşey olduğunu düşünüyoruz. Birilerinin açlıktan birbirini yediği sahneleri yalnızca hollywood yapımı filmlerde aksiyon tadında izliyoruz. Kısaca yerse, boşuz, boşsunuz, boşlar. Sevgilim olacak ultra boş bahçekapısıda bu boşları çekenlerin başındaydı. Küçükken sokaklarda simit satmış. Annesi 3 kuruşa talim etmiş. Çok fakir zamanları olmuş. Babası çalışmamış. Mışta mış. Ulan hırt! Dua et bi yatak döşeğin varmış. 2 odalı bile olsa başını bi eve sokmuşsun. Senin ananda evde oturmayı seçmiş, çalışmamış, çabalamamış, dayamış sırtını simit satan çocuğa. Sebepte neymiş biliyomusun? Onlarda kadınlar çalışmaz evde otururmuş. Ayrılık sebebi olarakta (illaki ortaya marjinal ve aşk tadında bir bahane koyucaz ya) olmuyormuş artık, ben ona gereken değeri vermemişim. Falandı filandı işte. Şu yukarıda yazdığım cümleyi bu akşam bu yüzden gözüne soktum. Keşke dedim içimden, sen bu kadar boş, anlamsız şeylere üzülen bir insan gibi görüyorsun ye beni, keşke bir bıçakla yarsan bedenimi, içimi görsen... Keşke sevmenin gösterilen öpüşme, yiyişme, seni seviyorumlu cümlelerle olmayacağını anlasan. Keşke üzüldüğüm, sıkıldığım şeyleri mantıksız farzedip, "ben senin neyine destek olayım" diyip, beni yalnız bıraktığın zamanlarda yatağımın içinde usul usul ağlarken çektiğim ızdırabı göğsünün içinde hissetseydin. Nedir? Allah insana kaldırabileceği kadarını verirmiş, fazlasını değil. Destek olmayıp destek bekleyen arsız insanlara gıcıklığım ezeldendir...
Filmi izleyince hissettiklerim bunlardı. Filmdeki her tecavüz sahnesindeki kadının yerine koydum kendimi. Sinema salonunu bana döndürüp baktıracak kadar çok ağladım. Ablam gibi aşırı duygusal bir kız bile benim kadar böğürmedi. O kadar can alıcı noktalar varki. Mesela, meryem diye bir kız var filmde. Birinin yemeğine tarım ilacı katıp öldürmüşler ve kızın üzerine atmışlar suçu. Kimseye derdini anlatamamış yazık yavrum. Birde hamile. Kalemini kırmışlar ama hamile olduğunu için asamamışlar.
Hülyada (yani fatma karakteri) sanırım kayınpederinin taciz ve tecavüzüne uğradığı için kayınpederini öldürmüş, ondan düşmüş hapse. Oda bebeğini 40 günlükken bırakmış ardında. Bebeğe bakamamışlar, ölmüş. Bir gün meryem tuvalete kendini almaya çalışıyor. Başrol Hülya koşuyor, kurtarıyor kızcağızı. Kız yerde ağlıyor, "bebemi kime emanet edem, kuzumu kime bırakam, nerelere gönderem" diye. Allahım yeminle biri beni vursun dedim o an. O nasıl iç acıtıcı bir sahne anlatamam size. Gümüş dizisinin başrolüydü meryem karakteri bir zamanlar, Songül Öden. Filmde oynayan insanları sanki seçmişler tek tek. O kadar profesyonel, o kadar müthiş.
Fatma karakterininde tecavüz olayı var tabi. Açık saçık birşey yok açıkçası. Daha çok, bilindik tecavüzler gibi değil. Bu tamamen aşırı şiddetli ve ekrana girip tecavüzcüyü gebertme güdüsü doğuruyor insanda. Fatmayı çengele bağlayıp tecavüz ediyor ve hülya avşar müthiş bir oyunculuk sergiliyor. Sizde geberene kadar ağlıyorsunuz. Gardiyan sesi duyuyor gitmiyor. Öyle paşa paşa dinliyor çığlıkları. Koğuşlardaki kadınlar yataklarında ağlıyor. Meryem tecavüzün olduğu hücrenin kapısında feryat ediyor. Kimse iplemiyor. Öyle boktan, çaresiz...
Kaptan karakteri, yavuz bingöl Fatmaya başından beri aşık. Parasını almak için Fatmanın ağzından mektup yazıp kandırıyorlar. Oysa anasından gelen paraları zar atmayla katlayıp fakir, bir dilim ekmeğe hasret koğuşundaki 20ye yakın adamı her gün doyuruyor. Bildiğin adem yani. Fatma uğruna en sonunda tüm parasını kaybedip gözden düşüyor. Fatma pas vermiyor diye deliriyor, aklını kaybediyor. Filmin sonunda tecavüzcüler geberiyor, meryemin bebeğini fatma kaçırıyor hapisten terhis olurken. Bir koğuş insan üzerlerine soğuk su sıkılarak yıkanıp, kötü, pis, ve tamamen boş olan bir koğuşta üzerlerine kar yağması suretiyle donarak can veriyor.
Yani ben komple anlattım filmi ama her yanında acı akıyordu. Kadir inanırın oynadığı 1975 versiyonunu izlememiştim, izlememiş olmak daha fazla etkilemiş olabilir.
Bu ara filme gitmek istiyorsanız, 72. koğuşa gidin. İnsana başka bir açı ile bakmayı öğretiyor. Bütün acılarınızdan arınıp, lan ne boş bi adammışım ben diyorsunuz, insanlara daha çok önem vermeye başlıyorunuz.
Fragmanınıda paylaşayım bari. Hepinizi öpüyorum canlarım :P İnsanlığınızı, ince ruhunuzu ve kendinizi hiç kaybetmemeniz dileklerimle.

6 Mart 2011 Pazar

NE DEMEK SİL BAŞTAN?

0 kişi izah etti
Şebo bağırıyodu yine sil baştan başlamak gerek diye,sadece şebo mu sanki günlük hayatta da geveleyenler var bu lafı ağzında.Sil baştan başlamak gerek bazen...
Çok duygulanıyorum yapmayın böyle.Sanki bir kalem vermiş Tanrı elimize ve boş bir kağıdı doldurmamızı istemiş...
Bu sınavda tabi kağıdı verip çıkanlarda olacak erkenden,sayfalarca yazıp yine de sıfır alanlar olacak,az yazıp öz yazıp güzel puanlar alanlar olacak vesayre vesayre...
Sil baştan başlamak gerek diyenlere soruyorum Tanrı silgileri ne zaman dağıttı.Niye benim haberim yok,nasıl silgiler kağıtta iz bırakıyor mu?
Yok öle sil baştan başlamak kardeşim...
Yanlış yaptıysan bitmiştir o soru geriye dönemezsin.Önünde daha yazacak olduğun boş bir sayfa var,belki yanlış yaptığın soruya benzer bir soru çıkar o zaman çuvallamazsın.E o soruya da yanlış yaparsan belki hala önceki yanlışını doğru sanıyorsundur,belki de yanlışları bile bile yapıyorsundur kim bilir...
Herkes herkesin kağıdını görür bu sınavda,tabi bazıları gizler olsun o kadar;kopya çekmek kimsenin harcı değil,çünkü sorular aynı değil...
Kaç yıl oldu yazıyorum ben bu sınavda,bilmiyorum yanlışlarım mı çok doğrularım mı,bazen diyorum ben nasıl bu soruyu yanlış yaptım diye gülüyorum,sil baştan yapmak kimin haddine zaman geri çevrilebilir mi?
Aynı sorular çıkıyor bazen bu sefer affetmiycem diyorum.Sınav bir dk da sonra da bitebilir hiç garantisi yok.Ne sınav ama be...
Yanıma oturan arkadaşların göz göre yanlış yapmalarına katlanamıyorum bazen;ama kalem onların elinde bir şey diyemem,umarım farkına varırlar yanlışlarının yazılmamış temiz sayfalara aynı kir izini bulaştırmazlar...
Keşke silmek olsaydı diyorum ama.O en büyük yanlışları hatırladıkça üzülmekte olmazdı.Bu üzüntünün dozunu azaltmak için yeni doğrular lazım bize,bize o yanlışları resmeden hafızanın yollarına doğrular sermek lazım ki fazla geriye yol alamasın...
Başa değil sona doğru bu yolculuk.Yanlış yapmadıkça silmeye de gerek olmaz.Klasik yanlışlardan kurtar kendini adamım,kendini bile şaşırtacak doğrular yap,yıldızlı mutluluklar verir Tanrı dönem dönem, üzülme çuvalladım diye...
O değil de bazen kağıdı verip sınavdan çıkma hissi çeliyor aklımı,yeter diyorum bu kadar,yazacaklarım hiçbir şeyi değiştirmez diyorum,tam öyle düşünürken belki bir el dokunur elime,bir göz dokunur gözüme de göremediklerimi görürüm diyorum sayesinde bunca karmaşanın içinde...
Umutlar,hayaller tutturuyor kalemi elimde ve biraz da o hayallere dokunmak için en zor sorulara göğüs geriyorum,çıkıp gitmiyorum...

DigiDingiller

0 kişi izah etti

Digitürke açık alenen mektuplar yazmayı isterdim. Evet, gerçekten isterdim. Binalarına girip hepsini tek tek tokatlamayı isterdim, yapabilsem yapardım bunu, evet.
Digidingiller dnsleride tek tek yasaklayacaklar biliyorum. Maalesef etkin bir çözümüm yok, dnsler arası atlıyoruz şuan.
Şimdi ben kumrall.com adında bir alan adı teyit ettirdim diye lütfen kimse batan gemiyi terk ediyorum sanmasın. Eninde sonunda açacaklar sitelerimizi, evveldede öyle oldu. Bi kaç ay kapatıp açılıyor sonra. Alan adı almamın nedeni sadece siteme daha rahat ulaşılsın diye, yoksa başka bir nedenim yok. Şuan geçiş durumunda olduğumuz için yorum falanda yazılamıyor sanırım. Ben dedimki nasıl olsa bu blog yazma işinden vazgeçemeyeceğim, google da batarsa yuh artık, o yüzden akşam ani bir kararla alan adı aldım. Bir 15 tl kaçtı, eh çok bişey değil. Bir sene böyle devam edecek. Sonra yenilerim.
Digidingille aramızda geçen ilginç diyaloğu anlatmadan geçemeyeceğim ama.
Mahallede hala kaçak yayına devam eden 4 komşi var. Sadece benim bildiklerim tabi bu. Blogger engellendi ama onlar hala illegal illegal devam ediyorlar. Nasıl yaptıklarına dair hiç bir fikrim yok. İllegal yayına karşıyım nitekim. Digitürkle en son ne zaman görüştüm hatırlamıyorum ama son görüşmem hayli güzeldi. Benim açımdan rahatlatıcıydı en azından. Bizim digidingil aboneliğimiz tahminen 3 seneyi aşkın bir süredir devam etmekteydi. Biz ne zaman oturup lan haydi maç izleyek desek, 77. kanal yok. 76 var 78 var 77 yok. Allahım kanal resmen uçuyor. Kurulum yapıyoruz, çünkü ne zaman arasak kurulum yapın diyorlar. Kurulumu yapınca 40 tan yukarı çıkmıyor. Deli oluyoruz ama. Maçın yarısı gidiyor bu arada. Gündüz bazen kızana yumurcak tv açalım diyoruz yumurcak tv bile yok anasını satayım. Kanallar eksik. Hayır ne kutusuna ne kartına dokunmuyoruz. İlk başladığımızda böyle bir sorunda yoktu.
Aynı şeyin olduğu akşam babam sinirlendi tabi. Sürekli olunca, yahu biz her ay 40 40 ödüyoruz ama izleyemiyoruz, komşular illegal yayınlarla gol sevinci yaşarken biz kurulum yapıyoruz dedi aradı bu digidingilleri. Kadın diyor işte kurulum yapın şunu yapın bunu yapın, babamda ben anlamıyorum o işlerden kızıma veriyorum telefonu dedi. Anammm, fırsata bak! Daha o gün blogger yasaklanmış zaten ver kalayı şimdi heyecanıyla kaptım telefonu. Diyalog aynen şuydu.
Ben: Merhaba.
Digidingil: Merhaba, isim öğrenebilirmiyim?
-Kumrall efendim ben. Nasıl yapacağız biz bu işi hanfendi? Yumurcak tv bile çıkmıyor bu derece kötü bir servissiniz yani.
-Bizimle alakalı değil hanımefendi, bizde açık görünüyor kanallarınız.
-E sizden değil bizden değil, uzaylılar mı çöktü tepemize ayol? Kim götürüyor bizim 77. kanalı? Günde 3 defa kurulum yapıyoruz digitürk açılsın diye, aletler sizin yüzünden kafayı yiyor. Hayır madem bir teknik servis gönderin, birşey yapın?!
-Biz sizin onay talebinizi alalım hanımefendi, teknik servisimiz 20 lira ücret alıyor vs. vs.
-Bak canım ben sana birşey söyleyeyim mi? Siz bizim maçları engelliyorsunuz, biz televizyon izleyemiyoruz, hani o ödediğiniz 321 milyon dolar varya, ah ah, o para bende olucak türkiyeye kesintisiz yayın sağlarım lan! Siz hizmeti bile sağlayamıyorsunuz ayol. Birde 20 lira teknik servis ücreti?! Blogger'ıda kapadınız güzelim ama hala dört bir tarafımda millet kaçak yayın izliyor.Bizde eşşekler gibi 40ar 40ar sayıyoruz elinize. Hayır saysakta hizmet alsak içim gam yemez ama maalesef yani oda yok. Kapattırıcaz biz bunu. Ne kalitesiz bir sistemsiniz ya insanları size gebe sanıyorsunuz.
Eveledi geveledi, özürler ricalar bilmemneler. Neyse maçada bir çözüm yok ama 40 dakkasını yediler maçımızın. Birde aşifte kapatırken iyi seyirler demiyor mu? Sık onun ümüğünü sık!
Aradan 10 dakika belki geçti belki geçmedi 77. kanal açıldı.
Sen istersen saatlerce uğraş gelmiyor aramadan yayın. Acaba bizi telefonda 25 dakka beklettikleri için bir 20 lirada ordanmı kazanıyorlar diye şüphelenmeden edemedim açıkçası. Haksız mıyım?
Blogger'ı engelledikleri için kaçak yayının durduğunu sanıyorlar. Yanılıyorlar. Karşı komşu kaçak kullanıyor ve bu akşam gs maçını götünü yırta yırta izledi. O kadar sinirlendim ki anlatamam. Adam beş kuruş para vermeden benim alamadığım hizmeti alıyor. Ölür müsün öldürür müsün?
Ben yaptım sizde yapın. Digitürklerinizi kapattırın arkadaşlar.
Ve şahsen bir kaç kendini bilmez, yayın salağı herif yüzünden blog yazmaya ara vermek gibi bir niyetim yok. Çatır çatır yazıyoruz leonla. Çokta memnunuz. Batan gemiyi fareler gibi ilk ben terketmeyeceğim. Kimse okumasın, etmesin umurumda değil. Kendime hayran kitlesi çekmek gibi bir niyetim yok. Zaten bloggerların çoğu rahat rahat giriyor ve ben blog okumayı seven, önemini anlayan insanlar için yazıyorum.

5 Mart 2011 Cumartesi

''SESSİZ FİLM''

0 kişi izah etti
Ah ne özenirim o filmlerde rol kesen aktörlere... Gizlediği gözyaşlarını milyonlar görür, duvarlara haykırışını milyonlar duyar... Adam filmde de ölse, gerçekte de ölse, ardından yine milyonlar ağlar...
Anlattıkları hayat aslında, hayatın kendisi. E gerçek hayat niye bu kadar tutmuyor, neden?
Ulan sen ölüp gitsen dünyada kaç kişinin haberi olur? Sen duvarlara haykırsan, ağlasan, yan komşudan başka kimin haberi olur? Yan komşunun vereceği tepki de "yat uyu lan, çocuk okula gidecek yarın, gürültü yapma" gibisinden bir şey olacaktır malum...
Sessiz film hayatımız. O sessizliği kimse duymaz, kimse görmez... En içten döktüğün göz yaşın kimsenin umrunda olmaz, kin, nefret, sevinç, coşku, hepsi saklı bir hazine...
Bu sessiz filmin sesi biziz. Ağlarsan kendi omuzuna kendi ellerinle dokun! Teselli et kendini, ağladığını başkalarına ispiyonlamazsın değil mi? Yağmur başlarsa yönetmensin sen, güzel bir şarkı gir inceden, yürü, koş, istediğini yap...
Aşık olursun belki birgün. Kendine sor napıyım diye,aşık olduğun kişiye gidip ispiyonlamazsın değil mi kendini?
Geceler senin, düşlerken onu inceden yine güzel bir şarkı gir, istersen daha da uç hayaller kaldırır, bu budur...
Hey adamım bir seyirci çıkarsa hayatına ve o seyircide artık dahildir bu filme unutma. Adını sen koy artık arkadaşım mı dersin, hayatım mı dersin, anam mı dersin, babam mı dersin...
Ama dikkat et de kendi elinle oscarı verme ona. En iyi arkadaş satan oyuncu oscarı, en iyi insan kullanan sevgili oscarı ...bu böyle gider...
Her neyse sessiz film ya hayat, gerçek hayat, belki de böylesi en iyisi, ödüllük hayatlarımızı yaşıyalım, ödülümüzü tek başımıza alalım...
Tipik öğrenci evi, demin odama bi çocuk girdi , faceme bi bakabilir miyim dedi, içimden sen nerden çıktım bela mısın aq diyorken, tabii bak dedim, oscarlık rol işte buu...
Kim gördü bu rolü mü, kim bildi. Ben ve ben...
Sessiz film işte. Tanrım seni unutmadım...

''AŞK''A DAİR

8 kişi izah etti
Ya aşkı bekler insan delicesine,ya da ölümü aynı şekilde...Aşkın gelip gelmeyeceği belli değil ya,ondan erteler hergün ölmeyi.Bugün ölürsem belki yarında gizlidir o aşk der ve yarını görmek için yaşar bir nefes yakınken ölüme.En isyankar olanı hayata,en isyankar olan insan,her şeyi bitirebilir bir kalemde.Ama saklı yarınlara umut bağlar,saklı yarınlara aldanır,inanır...
Görmemek geleceği,bilmemek hayatın açık oyunu.Oyna ve gör,oyundan çıkarsan göremezsin.Aşk farklı tabii herkesin lügatında,farklı tanımlar hepsi.Kimi o paraya doyacağı güne aşıktır,onu günü görmek ister yaşar,kimisi o hayalinde istediği arabaya aşıktır,hep onu ister, yaşar,yalnızlığın yakın dostu o kendi sesinini duyamayacağı kalabalığa aşıktır onu ister...
Herkes yaşarken o en çok istediği şeyin yarınlarda gizli olduğuna inanır.Yarını bilsek kaç kişi kalırdı Dünyada acaba.

ŞEKİL-A SİHİRLİ KÜRE:Geleceğe gösteren küre...
Adam gider geleceği görmek için.Hayali Dünya çapında nam salmış bir aktör olmaktır.Yarım saat sonra boğaz köprüsünde intihar pozisyonunda buluruz kendisini.Sebep?
Lan kenarına koyum ben böle işin,ne işim var lan benin 15 sene sonra porno filminde,mal mülk meydandaydı lan bunun için mi yaşıyorum ben şimdi hoppp...(güzel düşüştü)
Bu örnekler daha çok çoğaltılabilir.Tabii insan bir şey için yaşıyorsa,o hayali gerçekleştirme pahasına yaşıyorsa,o hayalindeki kendine aşıksa,ya deli gibi yaşar ulaşmak için o güne,ya da o günün geleceğine dair tüm umutlarını yitirdiğinde ölüp gider,tabii bu kendi eliyle olur...
Bazen sihirli küreye ihtiyaç duymayız bir şeyin olup olmayacağını görmek için.Anlarız...
Tabii klasikleşmiş bir aşk tanımı da vardır.O tanıma değinmeden edemiycem.Erkek hayatının kadınını,kadın hayatının erkeğini hayal eder.Hani derler ya deli gibi sevmek diye...Uğruna ölmek diye...Ya benimsin ya kara toprağınsıncılar da çıkar arada...
Genel de insanı en çok yakan aşk işte bu bir ölümlüye duyduğu aşktır.Geleceğe dair gerçekleşmeyen hayallerin daima bir yedeği vardır.Ama bir ölümlüyü cidden sevmişse kaybettiği aşkına alternatifi ölümdür...
Kimi gerçekten ölümüne sevdiği kişi bilmez.Arar durur.Sihirli bir küre olsa, belki yıllar sonra yalnız öleceğini görse o kişi,o işi şimdiden halleder.Tek kişilikte yaşanır aşklar...
Bu klasik aşk tanımında platonik hadisesi vardır bir de.Kişi o aradığını buldum sanır.Gel gör ki karşıdaki yüz vermez.Ulan sen beni sevmezsen korum ben böyle sensiz Dünya'ya der ve nakavt...
Salakça bir hareket gibi gelse de uğruna öldüğü için o karşılıksız aşkın,hey adamım haklıydın o aradığın aşktı ;ama olmadı.Haklıydın çünkü artık bir ölüsün...
Benim başımdan da bir platonik aşk hadisesi geçti tabii.Ama aradığım aşk o değilmiş.Niye mi o değilmiş?
BEN HALA YAŞIYORUM...!
Bazen kendime sorarım.Acaba bendeki o aşk tanımı ne diye.Bir ölümlüye değil,başka şeylere duyulan bir his mi o aşk?Hani ''ulan paran olunca karının alasını bulursun para bulmaya bak sen''diyenlere kanıp cansız bir şeye mi aşık olmak lazım.Acaba benim bilinçaltımda yatan o mu?
Çektim kendimi köşeye sordum.Yok Yok...
Hala paranın satın alamayacağı ölümlüye duyulan ölümsüz aşklar var bir yerde.Ben o bir yerleri arayan bir yolcuyum.Belki buldum dersem birgün,kalırım orda.Platonik bir mayına basmışsam kurtuluş yok ölme zamanı gelmiştir.Artık yazılarıma son vermeden son bir şey.Bir yer var görüyorum orda aşk var.Bir masum kadın yüzü beliriyor.Bakışları gecelerimi uzatıyor.Sırtımı dönüp gidemiyorum.Yürüsem üstüne üstüne platonik bir mayına basıp ölebilirim belki.Kim bilir belki yaralı kurtulurum.Bir parça saplanır kalbime.Belki bastığım toprağın altı boştur...
Bilmiyorum,bilmiyorum sihirli bir kürem yok.Anlayamıyorum da.Belki aşka çok yakınım şimdi belki de ölüme...