Dikkat! Bu sayfadaki tüm girdiler turkcell ve isbankası aracılığı ile şahsıma sağlanmış e-imza ile korunmaktadır.

Beni koruyun!

Beni Koruyun

5 Temmuz 2016 Salı

0 kişi izah etti
Bir cami ile bir avlu arasındaki dualar, sanki nemli ve sıcak hava yüzünden serin imarethaneye sıkışıp kalmış gibiydi. Bilirsin işte, insanlar biraz art niyetlidir. Sevdiğine kavuşmak isteyenler, daha fazla parası olsun isteyenler, avmlerde harcadıklarını bir türlü ödeyemeyenler, taksitle onlarca aylık kredi çekenlerdir onlar. Hepsi kadein teslimiyetine inandılar ama hataları ile yüzleşemediler. En çok evladı ölmüş annelerin, babası ölmüş çocukların arefe günü mezarlığa gitmesinden acır kalbim. Birini kaybetmek insan doğası için hayli tehlikelidir. Öldürmez ama süründürür bir acı çekersin ölene kadar. Hep kalbinin en alt köşelerinde sızlar durur. Fakat heyhat, çürümüş bedenler geri gelmiyor.
Caminin köşesine oturmayı düşündüm bir an, sonra vazgeçtim. Anlık kararlar alıyordum yine, yetişme telaşım vardı. Güneşte kokular her zaman daha yoğun olur. Burnu keskin olanlar bilir bunu, benim gibi. Vücut ısısı ne kadar artarsa, sürülen parfüm kat be kat yoğunlaşır; baharatlı bir koku verir geçtiğin yerlere. Bilindik, tanıdık bir kokuydu ama, belki önüme o kedi çıkmasaydı durmazdım. Hayvana çarpmaktan korkmaktan mı bilmem, kokudan mı bilmem, korkudan mı, damarlarımda kanın daha yavaş akmasından mı bilmem, sana bilmeden omuz atmamdan mı yoksa, elim eline çarptığı için mi, kediden mi, çarptığım senden mi özür dilemek için durdum, bilmem...
Af edersiniz'in affı çıktı ağzımdan. Yılların affını dilediğimi sandım. Zannettim ki mavi gökyüzü ve havayı soluksuz bırakan bulutlar tepeme inmeye başladı. Titredi caminin kubbeleri, ikindi okunmaya başladı. Esnaf koşuşturdu toygar ışıklıyı kısmak için, zenciler bağırmayı kesti, çiçek satan çingene bize baktı, dilenen suriyeli çocuk bir an umudu kesti, elimdeki poşet düştü, omuzlarıma bir yük oturdu, film şeridi gibi aktı 2013'ün 4 temmuzu.
*İçerken manasızca gülüyorsun* dedin, yine güldüm. Odam şu taraftaydı ama, titizliğim geldiğinden şu taraftaki banyoya gidip yıkanacaktım. Acılarım ve hasretlerim vardı. Bir de bitmeyen sancılarım. Rakı severdik seninle. Yeni tanışmıştık. Gülerdik biz. Manasız şakalarınla meşhurdun sen, gözlüğümü takmıştın, resmini çekmiştim. Boynuma sarılıp uzun uzun sıkıştırırdın, kız kardeşini sıkıştırır gibi. Dur lan, git şurdan lan dedikçe yanaklarımı sıkar, iyice kızartır, sonrada öperdin kızaran yerlerden. Özellikle çıkmaya yarım saat kala hadi beni metroya bırak diye yalvarırdım sana. Dudak bükerdin. Öfler, pöflerdin. Ama kıyamazdın bana. Başına ne geldiyse ordan geldi. Duştan çıkınca saçlarımı taradım yanında. O zaman saçlarım sarı değildi ama, yine iyice didiklemiştim. Pırasa gibiydiler. Açılmadıydı da uzun uzun taradıydın. Gece rüyamda çığlık attım diye yanıma gelip, yatağın kenarında diz çöküp sabaha kadar elimi tutmuştun. Ne kötü günlerimdi, ah. İçmek bile kar etmiyordu. İntihar ediyordum yavaş yavaş ve sen bana kızıyordun. Bende sana kızıyordum. Bu kadar sevdiğin için beni. Ben dalda kalan son yaprak gibiydim, fırtına geliyordu ve tutunduğum sen dalını kıracaktı. 
Önce bir an türk kahvesi gibi koyu gözlerinde asılı kaldım. Yüzün buruştu. Öyle ki bana acıdın mı, beni özledin mi bilemedim. Dudaklarım sarktı. Gözlerim bir an doldu. Beni görünce kolumu yakalamıştın, konuşmasaydıkta herhalde kollarımızla telepati kuracaktık. "Bana acıma" dedim sana aklımdan, "Sana acımıyorum" dedin bana aklından. Vefasızdım, günahkardım, hayat gibi. Müziği bir türlü susturamadılar. Ezan sesini çok severim ama, ezanı hiç duyamadım. Acımasızdım, isyankardım, hem günahsız hem de günahkardım. Tıpkı hayat gibi.
Sabah uyandığımda bet olurdum ben, sen bilmezdin. Alkolden hiç ayılmamıştım belki, veya hiç rakı içmemiştik. Tek bildiğim, saçlarımın arasına kafasını gömmüş bir adamdı. Biz seninle sevişmeden, sevgili olmadan, günaha girmeden, çok yakından ama kilometrelerce uzaktan sevmiştik birbirimizi. Göğsüne kafamı koyarsam hiç ölmem zannederdim. Çünkü bilirdim, dünya sürekli art niyetli değildi. Toydum ve aptaldım. Sürekli kendi eksenimde döner, döner, dönerdim ama bir adım bile yürüyemezdim. Sen ise bana *seni çok sevdim lan allahsız karı* diye bağırmıştın. Hayır, aslında tam bir inanandım, ama senin beni sevmene alışamamıştım. Üstelik seni bir barın son müşterisi olarak toparlayıp denize atmaya gittiğim o gün yaşadığım şoktaki gibi değildi hiçbir şey. Buna inanamazdım. Kendim de inanmıyordum ki seni sevdiğime. O sabah saçlarımın bir yerinde senin dna'n kaldı. Hep yapıştı oraya, çıkmadı. Direndi ve kazandı. Sandım ki o puslu sabah, klimanın altındaki salonda omuzlarımız tutulmuş halde uyanınca, yaptığımız bir hataydı, bir daha yüzümüze nasıl bakacaktık? "Lan ne var, ben yalnız uyuyamam" diye yalan söyledin bana. Yalan söylerken hep gözlerini kaçırırdın zira. İnanılacak bir tarafı mı vardı? Eşşek kadar adamdın sen. Tut ki evde 5 tane de yatak vardı. Göğsün sıcaktı, hava sıcaktı, kokun hep aynıydı. Ben aptaldım.
Yüzündeki acı değişmedi. Yüzün hep aynı şekilde acı çekiyor, sen bilmezsin. Gözlerin hep aynı şekilde dolar ve taşar, beni *hadi canımın içi, yarın görüşürüz* diye uğurlarsın.Baş parmağın bileğimin içinde atıyordu, bileğimin içi baş parmağında. Neyse o aks, öyle duyuyordum tınısını. Kalbin, kalbimin dünyanın etrafında iki kere dolaşabilen kılcal veya ana damarlarımın birinin üzerinde, sesin kalbime ulaşmasını sağlıyordu, ne tuhaf. Birini özlemek yıllar alırdı bende. Sen bunu bilirdin. İki kere dönsek dünyayı, her damarımın her hücresini, her atomunu, her elektronunu bilirsin. Elektronları bile parçalayacak kadar çok severdim ben seni. Bu yüzden solum ak derken, sağım kara dedi. Tezat çektik hep seninle. Sanki iyilik meleğim solumdaydı da, şeytanım sağıma oturmuş kötülüğü iyilik diye fısıldıyordu bana. Bu yüzden de sen gittin, hemde bir hiç uğruna, beni piç gibi bırakan bir hiç uğruna üzülmeyi bile düşünmedim ardından, gittin.
Omuzlarımdan sarstın beni, kıştı. Koşuşturuyordum. 48 bedenden 42 bedene inmiştim çünkü. Yetişmem gereken bir koşu bandı vardı. Üşüyordum çünkü çok kıştı. Kar da yağmıştı. *Saçmalama* dedin. *Hadi gel konuşalum bunu, bak kendi kendine ediyorsun* dedin. Dönüp gittim. Bir an durup arkama baktım. *Seninle görüşmek istemiyorum artık* dedim. Ve sen, upuzundun, birden cüce oldun sandım. O sihirli sözcükler döküldü dudaklarından. *Çok sevdim lan ben seni, Allah'sız karı!*
Acımasızdım, isyankardım, vefasızdım ve riyakardım. Yüzündeki acıdan öpsem seni doyamazdım. Öyle bakma, dur üzülme, nolur acı çekme derdim. Artık vardım. Sen beni unutmuştun, adım bile geçmiyordu sofralarda. Ama şimdi vardım. Bir caminin köşesinde, gölgelerin içinde, buharlaşan parfüm kokunu duymuştu bir kere sağımdaki, hemen bırakmayacaktı. Tepeden tırnağa yaralıydık aslında. Kaidemiz kuralımız kalmamıştı. Ayrı ayrı yaşlanmıştık, en fazla 7-8 ay ayrı kalamamıştık. Kader bırakmazdı bilirdik. Suya anlatırdım kabuslarımı, bir de sana. Çarpışma gibiydi sarılışımız. Ben venüstüm, sen zühre. Ben zühreydim sen venüs. İkimiz de aynıydık, aynı bedende farklı isimler taşıyorduk. Göğsün sıcaktı ve hep aynı kokardı. Başın hep başıma düşerdi sarılınca, tepemden öperdin. Sigaranı içerken çok derin çekiyorsun diye kızardım sana, bir de kahvaltı etmiyorsun diye. Elim sırtındaki kemiğe çarptı. Ne kadar zayıfladığını o anda anladım. Ama göğsün sıcaktı ve yine aynı kokuyordu. Sıcak ve baharatlı.
Dünya'nın döndüğünü bilirdim. Yıldızların aslında birer göktaşı olduğunu. Gezegenlerin birer yıldız olduğunu da bilirdim, pek çoğunun buradan göründüğünü de. *Olmuyor, ne yapsam olmuyor* dediğimde,* yaptıkların yüzünden olmuyordur belki de* dedin. Seni kaybettiğime pişman olduğum gün tıpkı şuanda olduğu gibi saatlerce yürümüştüm. Hani terk edilişime değilde, seni kaybettiğime üzülmüştüm. 
Kollarımın arasında küçücük kalmıştın ama ben, ben hep sefamı sürmüştüm. Hala kollarına sığıyordum, ama bir türlü küçük kalamıyordum. Utanıyordum. Hatrına bir kadeh rakı bile içmemiştim. Sofralar kurardık biz seninle mütemadiyen. Dünyanın derdini, şerefsizleri ve dahi utanmazları yad edelim diye. Her sofranın sonunda ise *ben seni çok sevdim lan Allahs'sız karı* derdin. Sana hiç seni ne kadar çok sevdiğimi söylemiş miydim, canımıniçi? "Özledim, çok özledim" dedim. Kemiklerim çatlıyor sandım. Kemiklerim varmış benim dedim. Göğsümün içinde henüz materyalleşmemiş bir kalbim varmış dedim. Sabah olacaktı sonra, saçlarımın arasında uyuyacaktın sen yine. Bu akşamüzeri güneşi olmayacaktı, terinle parfümün karışmayacaktı. Ben seni, kokunu aylarca duymadan da özledim. "Utanıyorum" dedin. "Utanıyorum, terk edilen bir adam olarak sana sarılmaktan utanıyorum" dedin. Kulaklarım o dakikadan beri çınlıyor. Sesinden çatladı benim kulaklarım. Dünya gözüyle.