Dikkat! Bu sayfadaki tüm girdiler turkcell ve isbankası aracılığı ile şahsıma sağlanmış e-imza ile korunmaktadır.

Beni koruyun!

Beni Koruyun

27 Aralık 2009 Pazar

Çok bedbahtım!

0 kişi izah etti

Çok bedbahtım!

Sevgili çok bilmişler can sıkıntısından patlamışlar. Kimsesi olmayan ve daha çok terkedilenler, çıkamayacakları bunalımlara girmişler.

Ne yaptım biliyormusun sayın okuyucu. Bir gece önce eski sevgilimin yaşadığı evde konakladım. (Bizzat 6 yıllık kız arkadaşımda kalıyor kendisi.) Ağlamaklı suratına baktım, ağlayan suratımı hatırladım. Popomu dönüp uyudum. Yanımda sevgili 6 yıllık kız arkadaşım uyuyordu.

Çok bedbahtım!

Birinin yaşadığı aşklardan, yaşadığı karmaşalara kadar bildiğim gerçekleri...Öfff sıkıldım!

Bizim yakışıklı artiz webcamden dedi ki, dibini görmeyenin sevgilisi ölsün! (%90 votka+%10 fanta)

Kendime sesleniyorum! Ey safım, senin sevgilin yok! O bardağı kafana neden diktin?

Gaza getiren arkadaş, sarhoş olduğumda güldü. Onu gördüm ve affetmedim!

Çok bedbahtım!

Fırlama bir kankam var. Dün gecede onunlaydım. Yahu bakma öyle! Ben kayışları henüz kopartmadım. O fırlamayı seviyorum. Bütün fırlama kankalarım, yanıma girince 3 yaşında veledlere dönüp, usulca uyuyorlar. Anaç bir insanım biliyorum. 19'muyum 59'mu bende bilmiyorum artık. Sabah saçlarımı suratından çekmeye çalışıyordu. Kahkaha atmamıştım o kadar içten en az 5 senedir. Canımmmm!!! (Vıcık vıcık bir sevgi seli!)

Memleketteyim! Çok bedbahtım!

İskele korucusu babamla bakıştık. Kapıda dikilmiş sigara içiyordu. "Lanet olsun, git başımdan adam! Senin yüzünden nikotin krizine girdim!" dedim içimden...dışımdan hönküre hönküre söylemek isteyerek. İskele betonları üzerime düşsün istemiyorum.

Ve o sıkmaya devam etti. Her zamanki gibi olaylara 15 koyarak anlattı. Boşanan dayımın gün içinde buluşup, güzel yeni sevgilisi ile kurdukları diyaloglarını anlatıyordu.

"Kadın çok çirkin, hemide zayıf. (Baba kadın güzel! Zayıf olmasıda iyi birşey. Şişman ve sivilceli karısına oranla tabiii...)"

"Dedimki, lan sen laz kızıysan bende arnavut çocuğuyum, yeğenlerim sırayla hapse giriyor! (Hangileri be süzme balı! Senin yeğenlerinin hepsi akşamları burnunu karıştıra karıştıra tv izliyor. O ailede psiko varsa oda senin iri güdümlü kızın. Mesela seni her gün kesmek istiyorum.)"

"O kadın kardeşini sevmiyor karı! (annem zırlıyor) Kadının gözü sizin tarlalarda!..(Hangi tarlalar? Hani şu c kardeşgillerin top oynadığı, çift kale maç yaptıkları taralarmı? Ehüe lan o tarlalar para etmiyo lan!)

Düşünüyordum, burdan sonrasını dinleyemediğimden olsa gerek, başımın dibinde bittiğini hissetmedim. Dediki;

"Kızım, bak ortalık kötü, sen bir an önce evlen olurmu?"

"Ahaha! Niyeee?"

"Dayın gibi zerzevat beyinliler seni kandırır falan..Amaaannn..."

"Birincisi, dayımı takdir ediyorum, o bir idol benim için, ikincisi, bu evde zerzevat beyinli bir kişi var, oda..." (Annem cimcirik bastı.)

Babam çemkirdi! Mutlu aile portresi.

Çok bedbahtım!

Himalayalara çıkıp çemkirmek istiyorum, sülaleme ana avrat düz girip bir daha çıkmamak için yeterince yüksek.

Buraya gelmekten nefret ediyorum. Ya bikere burası benim evim değil abicim. Burası dayım, babam, annem, ablam arasında ara bulduğum, yorucu (kesinlikle sıkıcı değil), bunaltıcı ve fazla vıcık vıcık sevgilerin yaşandığı biryer. Buraya ait değilim.

Yaniii...Şeyyyy...Babamın kızımıyım ben ya?

Of getir bi ufak. Yada dur usta, sen büyük getir!

9 Aralık 2009 Çarşamba

Hoş geldin yalnızlığım!

4 kişi izah etti


Bu sadakati seviyorum.


Gökyüzü pırıl pırıl bir güz akşamında. Bütün odalar sonbahar renklerine boyanmış. Etraf sessizliğe büründüğünde bu atmosferi saatlerce dinleyebilirim. Sessizliği dinlenmek? Kolaydır… Sadece huzur vardır içinde. Endişe veya telaştan eser yoktur. Ruhu değiştirir. Sanki yeniler, sanki deri atar o endişe dolu beden. Hangi yöne baksan sarıdır, sarıdan biraz daha sıcaktır sanki. Belki biraz piyano sesi… Ama dingin olmalı her şey. Bir tür meditasyon.


Ama yinede biraz şansım olduğu zamanlarda daha hareketli davranabilirim, tabii eğer ben gerçekten bir kadının hissiyatını anlatıyorsam. Bu benim şansım olmadığında, hüznüm kotasını tamamen tükettiğinde, artık acıyla yanma mevsimim sona erdiğinde hissetmek istediğim türden bir duygu yoğunluğu. Yılda belki bir, yada iki kez görebilirsin bunu. O yapay sıcaklıkla dolu mekanı, ama bir o kadarda gerçekten… Sarı, kızıl, oldukça sıcak ve huzurlu renkleri…


Bu renkler bana ne zaman sadakatli davransalar, saatlerce oturabilirim hiç kıpırdamadan. Düşünmem, tartışmam, yargılamam. Bütün sorunlarım bir bir geride kalmış olur. O an sadece ben varımdır. O kadar sıradanımdır ki, her şeyden daha fazla belki.


Sonbahar benim için sadakattir. Bütün ihanetleri bir bir döker ağaçlar. Hepsinin ardında bir ben kalırım, tek ve değişmez.


Başka şansım kalmadığında intihar etmem ben. Ama içten içe kendimi öldürdüğümü, kendim için çevremdekileri öldürdüğümü, sonra benim için değersiz ne kalmışsa geriye hepsini tek tek yakıp yıktığımı… Bilirim ve intihar cüretini ben hariç her şey gösterir benim için. Bütün kadınlar böyle midir yoksa böyle davranan tek kadın ben miyim diye merak ediyorum bazen.


Bir aşk kalbimde küllenmiştir daha hiç başlamadan. Genelde hep böyle oldu zaten. Yine bir cenaze kalktı yüreğimdeki tenhalardan. Usulca gömdüler. Hiçbir törene gerek kalmadı. Artık onu hatırladığımda daha sakin davranabiliyorum. Daha uzak durabiliyorum ve daha az korku duyuyorum olacaklardan.


Artık evlenmeyen insanları anlayabiliyorum ve onlarla neredeyse aynı fikirdeyim. Belki de biz insan ilişkilerinde kötüyüz, ama bu varsayım, benim teorimse; bizi daha çok küçükten başlayarak çok fazla acıttılar, kanımız aktı, son buldu, yaralar iyice kapandı, deştirmemeyi öğrendik, ve artık yaralarımız çok fazla gün yüzüne çıkmadığı için, aynı şeyler yaşanmadığı için oldukça rahatız. Artık daha ciddiyizdir, daha az konuşuruz kendimiz hakkında, yaralarımızı deşenleri tamamen dışlamışızdır ve gece bitmiştir. Tam aydınlık ve güneşli olmasa bile, yeni güne merhaba! Biraz solgun, biraz bitkin… Ama yinede merhaba!


Geleceğime baktığımda sonsuza dek yalnızım. Ve çok mutluyum. Tatmin olmamış taraflarımı bastırmak zorunda da değilim üstelik. Küçük bir ev, küçük bir bahçe… hepsi bu.


Hayır tipik bir gençlik bunalımında değilim. Ama sağım solum belli olmaz benim. Ne zaman kime kaptırırım, yeniden o beyazlarla kaplı hayallerime dalar mıyım, bilemiyorum. Olmaması için dua ediyorum şimdilik.


Yalnızlıktan sıkılmayacağımı biliyorum. Yalnızlık ve sessizlik iyidir. Daha fazla biriktirip daha fazla üretebilirsin kendini. Ve sorumluluk olmaz hiç. Kendime ve yine sadece kendime sorumlu olduğum günleri çok özlemişim. Hoş geldin yalnızlığım! Uzun süre dizlerinde uyuyup yeşil rüyalar görmek istiyorum. Hep yanımda kal olur mu?

5 Aralık 2009 Cumartesi

O Kadın

0 kişi izah etti


Güçsüzdüm. Masama otururken aklım çok yorgundu ama yinede düşünebiliyordum. Başımı hafifçe kaldırdım, duvarda asılı resimlere göz gezdirdim. Her suratta bir hayat hikayesi okuyabiliyordum. Sanki film şeridi gibiydi her şey. Yaşadıklarım, gezdiğim, gittiğim yerler, attığım kahkahalar, kıskançlıktan kıvranışlarım…
Kendimi bu odaya hapsedeli çok uzun zaman olmamıştı. Belki benim seçimimdi, yada onların. Ama kim seçtiyse isabetli bir seçim yapmıştı. Köşemde acı çekmek, hem de kıvrana kıvrana, tükürülecek suratlara bakarken gülüp, iyi davranmaya çalışarak geçirdiğim saatlerden bin kat daha iyiydi.
Maskeleri düşürmek istemiyordum, uğraşmak istemiyordum. Ben biliyordum ve bu bana fazlasıyla yetiyordu. Yada o kadın bana hepsinden daha fazla yaşama gücü veriyordu.
Onunla ilk tanıştığım günü hatırlamıyorum. Nasıl kaynaştığımı hatırlamıyorum. Tek hatırladığım çok yalnızdım ve o beni yalnızlığımdan kurtarmıştı.
Onun çevresine yaydığı enerji, gülüşü, saçı, makyajı… model, manken yada yıldız gibiydi kelimenin tam anlamıyla. Yürürken tüm gözleri üzerine toplardı, o bundan gayet memnun gibiydi.
Hiçbir kusuru yoktu dışarıdan bakınca. Güzeldi, çekiciydi… istediği herkesi elde edebilirdi. Ulaşamayacağı yer, mekan, insan yok gibiydi. Sınırları dışarıya çiziliydi ama asla kendi sınırı yoktu. Onu tanımak herkese nasip olmadı. Ben şanslıydım.
Zaten kimse onu tanımak için çabalamamıştı. Ben buna kendimce bir yorum getiriyordum ki bence çok uygun bir yorumdu bu; bütün kadınlar onu deli gibi kıskanıyordu ve kıskançlıkları yüzünden ondan nefret ediyorlardı. Kısaca kediler erişemedikleri ciğere mundar diyorlardı.
Bunlar yalnızca dışarıdan görünenlerdi, içeride kalanlar bizde saklıydı.
Bir gece onu çok çaresiz buldum. Onunda sorunları ve içinden çıkamadıkları vardı. Bense bu güne kadar yaşadığım deneyimlerle onu tutup çıkartmaya çalışıyordum. O ise öylece kalıp bütün çaresizliğini ve yaşadığı talihsizlikleri gözyaşlarıyla birlikte suya karıştırmayı tercih ediyordu. Bende tüm insanlar gibi onu ağlayamaz, üzülemez biri gibi tanımaya başlamıştım. Şaşkındım ve bir şey yapamıyordum. Yalnızca elini sımsıkı kavrayarak ona destek olmaya çalışıyordum. Hepsi buydu!
O kadın, aşkı, ihtirası, acıyı, tutkuyu bir arada yaşadığı o esnada, sanki ölüyordu. O herkesin takdir ettiği bedeni, sanki bir alevin içindeydi, yanarak, kavrularak, eriyip biterek ölüyordu. Onun için gün geçtikçe daha fazla endişeleniyordum. Kimse için endişelenmediğim kadar hem de…
Sonra arkasından konuştular, kıvrandığı geceye dair ip ucu elde etmeye çalıştılar diğer kadınlar. En ufak bir hatasını bekliyormuş gibiydiler. Yargıladılar, ipten ipe geçirdiler, sorguladılar ve en sonunda da aşağıladılar o ulaşamadıklarından kuduran kadınlar.
O kadın aşık oldu suçladılar. O kadın sevdi suçladılar. O kadın üzüldü suçladılar. O kadın hastalandı yine suçladılar. Gezse suçlandı, içse suçlandı… suçlamak için çok neden buldular ama kendileri daha beterlerine ifşa oldular. Her şeye rağmen yine o kadındaydı tüm gözler.
“Gözlerini uzaklara dikmişti, konuşmuyordu. Birkaç gündür ağlamayı da kesmişti artık. Sormuyordum çünkü alacağım cevaplar hep aynıydı. Seçimler hep zordu ve hangi tarafa gitse, aklı hep diğer tarafta kalacaktı. Oda asla yapmam diyeceği şeyleri yapmıştı. Aşkı ve sevgiyi iki ayrı tarafta, ayrı ayrı bulmuştu. Belki hata yapmıştı ama, yapmıştı bir kere ve zamanı geri alamazdı. Kırılanları tamir etmeye çalışırken kendinden olmuştu. Ben yine yalnızca elinden tutabiliyordum sıkı sıkı. Çünkü biliyordum, bazen sarılamayacak yaralar vardı, onları ancak kendi kendine sarabilirdi. Zaman denen o iğrenç ilaçtan tatmak üzereydi. Üzgün olmasını kimbilir daha nelere borçluydu. Biliyordu, onsuzda olacaktı, onlarsız da. Zaman geçecekti, yaşayacaktı, ister acı içinde kıvranarak, ister mutluluktan çılgına dönerek. Ama o zaman hep geçecekti. Birgün, gözyaşları da akmayacaktı, duracaktı. Hepsini biliyordu o kadın.”
Bir sabah hayata döndü. Öldüğü an geri geldi. Yine o müthiş ilhamıyla. Şimdi ezilecek pisliklere göz bile atmadı.
Biliyordu, zamanın akıp biteceğini de, asla başa saramayacağını da…
O kadın yine herkesin eleştiri odağı olsa da, biliyordu. Kendini bilenleri de, bilmeyenleri de.
Bütün “o kadın”lara..
“Acının şekli yoktur. Bazen sımsıcak suyun altında milyonlarca iğne batar vücuduna. İçinde bastıramadığın bir heyecan vardır. Heyecanla karışık kaybetme duygusu, yalnızlık. Bir sabah telefonun susmuştur artık. O sabah günaydın mesajı gelmemiştir. O sabah içinden kendini öldürmek gelir. Yapamayacağını bilirsin aptal! Uğraşma… Acının şekli yoktur, acı yaşanır. Dünyanın her yerinde aynı şekilde hem de… Acının şekli yoktur, şöyledir böyledir diye tanımlayamazsın. Bazen 5 yaşında yaşadığın hayal kırıklığını anımsarsın, bazen 25 yaşındaki… Küçük bir çocuğun oyuncağını kaybettiğinde ağladığın gibi ağlarsın onu kaybettiğinde. Uzun sürebilir yokluğuna alışmak ama alışırsın. Çünkü zaman denen kavram vardır. Zaman akmaya hep devam eder. Asla durmaz, bir saniye bile olsa…”