Dikkat! Bu sayfadaki tüm girdiler turkcell ve isbankası aracılığı ile şahsıma sağlanmış e-imza ile korunmaktadır.

Beni koruyun!

Beni Koruyun

5 Aralık 2009 Cumartesi

O Kadın



Güçsüzdüm. Masama otururken aklım çok yorgundu ama yinede düşünebiliyordum. Başımı hafifçe kaldırdım, duvarda asılı resimlere göz gezdirdim. Her suratta bir hayat hikayesi okuyabiliyordum. Sanki film şeridi gibiydi her şey. Yaşadıklarım, gezdiğim, gittiğim yerler, attığım kahkahalar, kıskançlıktan kıvranışlarım…
Kendimi bu odaya hapsedeli çok uzun zaman olmamıştı. Belki benim seçimimdi, yada onların. Ama kim seçtiyse isabetli bir seçim yapmıştı. Köşemde acı çekmek, hem de kıvrana kıvrana, tükürülecek suratlara bakarken gülüp, iyi davranmaya çalışarak geçirdiğim saatlerden bin kat daha iyiydi.
Maskeleri düşürmek istemiyordum, uğraşmak istemiyordum. Ben biliyordum ve bu bana fazlasıyla yetiyordu. Yada o kadın bana hepsinden daha fazla yaşama gücü veriyordu.
Onunla ilk tanıştığım günü hatırlamıyorum. Nasıl kaynaştığımı hatırlamıyorum. Tek hatırladığım çok yalnızdım ve o beni yalnızlığımdan kurtarmıştı.
Onun çevresine yaydığı enerji, gülüşü, saçı, makyajı… model, manken yada yıldız gibiydi kelimenin tam anlamıyla. Yürürken tüm gözleri üzerine toplardı, o bundan gayet memnun gibiydi.
Hiçbir kusuru yoktu dışarıdan bakınca. Güzeldi, çekiciydi… istediği herkesi elde edebilirdi. Ulaşamayacağı yer, mekan, insan yok gibiydi. Sınırları dışarıya çiziliydi ama asla kendi sınırı yoktu. Onu tanımak herkese nasip olmadı. Ben şanslıydım.
Zaten kimse onu tanımak için çabalamamıştı. Ben buna kendimce bir yorum getiriyordum ki bence çok uygun bir yorumdu bu; bütün kadınlar onu deli gibi kıskanıyordu ve kıskançlıkları yüzünden ondan nefret ediyorlardı. Kısaca kediler erişemedikleri ciğere mundar diyorlardı.
Bunlar yalnızca dışarıdan görünenlerdi, içeride kalanlar bizde saklıydı.
Bir gece onu çok çaresiz buldum. Onunda sorunları ve içinden çıkamadıkları vardı. Bense bu güne kadar yaşadığım deneyimlerle onu tutup çıkartmaya çalışıyordum. O ise öylece kalıp bütün çaresizliğini ve yaşadığı talihsizlikleri gözyaşlarıyla birlikte suya karıştırmayı tercih ediyordu. Bende tüm insanlar gibi onu ağlayamaz, üzülemez biri gibi tanımaya başlamıştım. Şaşkındım ve bir şey yapamıyordum. Yalnızca elini sımsıkı kavrayarak ona destek olmaya çalışıyordum. Hepsi buydu!
O kadın, aşkı, ihtirası, acıyı, tutkuyu bir arada yaşadığı o esnada, sanki ölüyordu. O herkesin takdir ettiği bedeni, sanki bir alevin içindeydi, yanarak, kavrularak, eriyip biterek ölüyordu. Onun için gün geçtikçe daha fazla endişeleniyordum. Kimse için endişelenmediğim kadar hem de…
Sonra arkasından konuştular, kıvrandığı geceye dair ip ucu elde etmeye çalıştılar diğer kadınlar. En ufak bir hatasını bekliyormuş gibiydiler. Yargıladılar, ipten ipe geçirdiler, sorguladılar ve en sonunda da aşağıladılar o ulaşamadıklarından kuduran kadınlar.
O kadın aşık oldu suçladılar. O kadın sevdi suçladılar. O kadın üzüldü suçladılar. O kadın hastalandı yine suçladılar. Gezse suçlandı, içse suçlandı… suçlamak için çok neden buldular ama kendileri daha beterlerine ifşa oldular. Her şeye rağmen yine o kadındaydı tüm gözler.
“Gözlerini uzaklara dikmişti, konuşmuyordu. Birkaç gündür ağlamayı da kesmişti artık. Sormuyordum çünkü alacağım cevaplar hep aynıydı. Seçimler hep zordu ve hangi tarafa gitse, aklı hep diğer tarafta kalacaktı. Oda asla yapmam diyeceği şeyleri yapmıştı. Aşkı ve sevgiyi iki ayrı tarafta, ayrı ayrı bulmuştu. Belki hata yapmıştı ama, yapmıştı bir kere ve zamanı geri alamazdı. Kırılanları tamir etmeye çalışırken kendinden olmuştu. Ben yine yalnızca elinden tutabiliyordum sıkı sıkı. Çünkü biliyordum, bazen sarılamayacak yaralar vardı, onları ancak kendi kendine sarabilirdi. Zaman denen o iğrenç ilaçtan tatmak üzereydi. Üzgün olmasını kimbilir daha nelere borçluydu. Biliyordu, onsuzda olacaktı, onlarsız da. Zaman geçecekti, yaşayacaktı, ister acı içinde kıvranarak, ister mutluluktan çılgına dönerek. Ama o zaman hep geçecekti. Birgün, gözyaşları da akmayacaktı, duracaktı. Hepsini biliyordu o kadın.”
Bir sabah hayata döndü. Öldüğü an geri geldi. Yine o müthiş ilhamıyla. Şimdi ezilecek pisliklere göz bile atmadı.
Biliyordu, zamanın akıp biteceğini de, asla başa saramayacağını da…
O kadın yine herkesin eleştiri odağı olsa da, biliyordu. Kendini bilenleri de, bilmeyenleri de.
Bütün “o kadın”lara..
“Acının şekli yoktur. Bazen sımsıcak suyun altında milyonlarca iğne batar vücuduna. İçinde bastıramadığın bir heyecan vardır. Heyecanla karışık kaybetme duygusu, yalnızlık. Bir sabah telefonun susmuştur artık. O sabah günaydın mesajı gelmemiştir. O sabah içinden kendini öldürmek gelir. Yapamayacağını bilirsin aptal! Uğraşma… Acının şekli yoktur, acı yaşanır. Dünyanın her yerinde aynı şekilde hem de… Acının şekli yoktur, şöyledir böyledir diye tanımlayamazsın. Bazen 5 yaşında yaşadığın hayal kırıklığını anımsarsın, bazen 25 yaşındaki… Küçük bir çocuğun oyuncağını kaybettiğinde ağladığın gibi ağlarsın onu kaybettiğinde. Uzun sürebilir yokluğuna alışmak ama alışırsın. Çünkü zaman denen kavram vardır. Zaman akmaya hep devam eder. Asla durmaz, bir saniye bile olsa…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder