Dikkat! Bu sayfadaki tüm girdiler turkcell ve isbankası aracılığı ile şahsıma sağlanmış e-imza ile korunmaktadır.

Beni koruyun!

Beni Koruyun

27 Aralık 2010 Pazartesi

Beeeeeennnnn, İyiyiiiiiimmmmm!

0 kişi izah etti

Merhabaaaa merhabaaaaa merhabaaaaaa!!!
Aslında içimden hiç birşey yazmak gelmiyor. Süs olayım diye girdim, hani belki yazdıkça yazasım gelir diye... Birazda blog yazma sorumluluğu hissettiğim için olabilir belki.
Salak geçen bilmem kaç haftadan bahsetmek istiyorumda, istemiyorumda... Okula git, çizim yap, anan ağlasın, sonra itin biri yüzünden yaptığın projeler iptal olsun, sınav diye bir gerginlik çıkartsınlar başına... Canın sıkılsın, kafan karışsın, gerginlikten duyguların depreşsin...
Eski sevgili resimlerini aç ağla, okulda yeni yapamadığın o adamı arasın gözlerin. Göremeyince dellen. Gayliğini aşmış biriyle seviyeli bir ilişki kurmaya çalış, olmasın, yapama... Aklına hep o bahçekapısı gelsin (ne kapıymış arkadaş), sonra gene ağla... Orjinallerden eser kalmadı. Çok düz oldum ben lan!
Saçlarımı sonunda fahişe sarısına boyatmayı başardım. Bir buçuk aydan beri rengini açmaya çalışıyordum, sonunda oldu. Çok mutluyum. Zaten bu kadar şeyin arasında bir tek bundan mutlu olabildim.
Offff! Birşeylerin artık güzel olması gerekmiyor mu? Mesela hayatımın daha normal gitmesi, aşklarımın yoluna girmesi, evde artık sorun yaşanmaması... Nasıl bir şekilde sınandığımı bilmiyorum ama koymaya başladı. Yaş oldu 21, yaşıtlarım çoluk çocuk doğurdu, ben daha evlenecek birini bulamadım. Hani bulsamda en azından evlilik hayalleri kursam... Zaten pat diye evlenmeye niyetim yok tamam, ama insanın canı çekiyor güzel ilişkileri...
Sığ yaşayan insanların etrafında toplanması kötü...
Talihsizim yada karşıma çok iyi biri çıkacak zamanı var... Bilmiyorum ama bilmek istiyorum.
Her neyse, her girdide aynı boku karıştırıp duruyorum, artık amacım neyse... Bi sus dimi, kurudun sanki yalnızlıktan...
Aliciğimde öyle diyor. Sanki bir alternatif var, sanki 35ini geçtinde olmadıda olmuyorduda dert yanıyorsun safım benim... Doğru söylüyor adam.
Yılbaşı günü bari bi kaç saat dışarı çıksam gündüzden falan çok iyi gelir aslında. Dnz'imi kafalayabilirsem yapacağım bunu :) Kardeşim ihtiyacım var dışarı çıkmaya eğlenmeye offf... Hayır izniğede gidemiyorum. Babam tam yılbaşı günü gönderirmi? Göndermez... Bakalım, zaman ne göstercek...
Öyle işte, affet beni. Kafam basmıyor. İyiyim, hoşum. Bir ara yine dönerim sana blogum canım ciğerim :)

4 Aralık 2010 Cumartesi

Kumrall'ın hazin sonu! Pehhh!

2 kişi izah etti

Aslına bakarsanız yazı yazmak, isyan etmek, kafayı kırmak için bile gücüm yok bu günlerde. Her gün sayfamı açıp uzun uzun bakıyorum mal gibi. Ama bir türlü oturayımda bi yazı yazayım be hacı! moduna giremiyorum. (Farkettimde çok fazla yazım bu repliklerle başlıyor, yaşlanıyorum galiba)
En son nerde kalmıştık hatırlamıyorum... En son hatırladığım güzel şey, o gündü, o sabahtı, onun hatırasıydı... Sonrası bir akrep gibi soktu beni. Daha sonrası ise yok... Parça parça, bölük pörçük. Artık mutlu olmak için sürekli çalışıyorum. Durmadan dinlenmeden iş kovalıyorum, çizim yapıyorum, ölçü alıyorum. Sur tepelerinde hoplayıp zıplıyorum. Yine biyerlerden düşüp biyerlerimi kırmam an meselesi. Böyle yaşamakta hiç kolay değil inan bana. İnsanın bu genç yaşcağzında aptal gibi umutlarını kaybetmesi çok zor geliyor.
Vücudumda çıkaduran (yaklaşık 5 senedir) garip çibanlar için en sonunda dermatoloğa gittim. Ben "kızım sen kansersin" demesini beklediğim hatun doktorum bana her "10 insandan 5inde var, rahat ol" demesi bende aha işte amele hastalığı, kızım sen zaten özel değilsin boşuna kasma travmasını yarattı. Verdiği lanet olası ilaç yüzünden depresyona girdim. Sürekli uyuyorum ve aşırı derecede gerginim. Artı heryerim pul pul dökülüp çatlıyor ve ben günden güne daha amele bi sıfata bürünüyorum. Birde ilacı en az 6 ay kullanmam gerekiyormuş... Vayy be biladerim.
Annemin allı güllü donunun paçasına basıp evin ortasında ayağını kırması meselesi bende ayrı bir travma yaratıyor. Alçılı ayağıyla yürüyebilen tek insan o, onu tebrik edelim. Küçük çocuk gibi, sen ne söylersen tersini yapıyor. Ayağının kırılması onu resmen bunattı. Günden güne daha bi menopoz teyze sıfatını alıyor ve ablamla ikimiz delirmek üzereyiz. Kadını yarım saatten fazla tutamıyoruz yatırarak. İkimizde balataları sıyırdık. Aynı odada iki farklı bilgisayardan okey atıyoruz mesela. Milleti uyutup internette sörf yapıyoruz. Damar şarkılar dinliyoruz. "Ne bir sevenim var, ne seven bir kalbim, kahreden dünyada sürünüyorum" şarkısının 5 farklı remixini dinleyip içmeden kafayı bulmaya çalışıyoruz. Kısaca artık evde herkes normalliğini yitirdi. Ufacık çocuğu bile kendimize benzettik, yavrucak koca gün birimize çemkirerek sinirini boşaltıyor, önüne gelene "sen dit, nannaaaaa" vb. cümlecikler kuruyor. Gcenin 12sinde bize, "ben didiyoooommm, baaa baayyylll, törüşürüssss" falan diyor. Kapıya kadar gidip geri dönüyor. Tatlı yeğenim, güzel kızımın dünyasını, bizi nasıl gördüğünü anlamayı çok isterdim. Çocuk gerginliğimizin farkında aslında. Bizim sarsıntılı aşk hayatlarımız onuda deli etmeye başladı sonunda.
Hepsi bir kenara, moralimi buraya yazacak kadar düzelten olay, ibocum hocacımın rölöve dersinden vize notu olarak 65 almamdı. Oysa ben en fazla 35 falan bekliyordum. Adam fena halde kıyak geçmiş bence bize :)
Bu, şu demek oluyor, finallerde aşırı derece kastığım takdirde, yahut, biliyorum bu çok zor bir ihtimal ama, ben kendimi sıkıp finallere kadar düzenli olarak derslere girip, sınavları iyi verdiğim takdirde, haziranda okuldan çıkışımı almam demek falan...
Yada hadi len diyip en fazla yıl sonuna 2 ders bırakırsam, bitirme sınavlarına girip yine haziranda mezun olmam demek.
Arkeoloji veya mimarlık içinde DGS sınavına girmeyi düşünmeye başladım. Aslında tabiki ilk tercihim Arkeoloji.
Şimdi bu kadar anlattım ya ben, hepsini dittiret, ben aşk olayını gömmek adına böyle felaket bir biçimde çizim yapıyorum, ders çalışıyorum. Nolcak senin bu halin deme sakın ola bana, halimde birşey yok, travmatik kumrall durumu bu.
Arkadaşım, artık sevgili istemiyorum hayatımda. Herkeste bir güzellik, bir fizik takıntısı var. Benim ağzımda bozuk, şişmanımda, bir yüzümün güzelliği var idi, oda ilaçlar sayesinde bozulmaya başladı. Benden uzak dursunlar sıkıldım artık. Ne kadar orospu varsa hepsiyle çıksınlar, yatsınlar, düşsünler, kalksınlar, anasını satarım saçımın bir teline takarsam. Bıktım ben öküzlerle uğaşmaktan. İnsana hep mi hayvanlar denk gelir. Bende sabahları ekonomi sayfalarını karıştıran yarı entelli dantel sevgililer istiyorum artık. Bulana kadarda erkek cinsi benim için bitmiştir.
Artık 7 gün 24 saat acaba bununda amacı farklımıdırkine diye düşünmekten yoruldum.
İnsanın hayatında bir adam oluncada çok bişey değişmiyor "günaydın hayatım-iyi geceler hayatım" cümleleri dışında.
Ne demiştik, "Seviyorsan benimle oturup içeceksin"...
Koy sattımının rakısını meyhaneci kardeş.
Bizi bu saatten sonra en az %40 vol'lük alkoller paklar çünkü...
Depresyondan çıkınca daha çılgın mağcerelarla aranıza dönerim...
Şimdi haftanın macerası geliyor...
"Okulun bahçesine oturduk, elimizde demli çay bardakları. O gavat suratlı it oğlu puşt embesil! okulun 50 metrelik çit alanının kapısından içeri girdi. Hssktr çanları çalan surat ifademle kıçımı kapıya doğru dönerek oturdum. Adam yüzsüzse ben napiyim! Bu hayvan geldi, yanımda oturan alicim ve çorumlumun elini sıktı. Bu daha 1 metre yakınıma yanaşamadan lap-top çantamı ve kol çantamı alıp masadan fırladım ve duyabileceği bir ses tonuyla önce la havle çektim, sonrada yüzsüz! dedim. Okulumuzun gay çocuğunun yanına doğru yürüdüm. Çantayı yere bırakıp sigaramı bitirmek üzere dikildim ama yansıyan camlardan napıcak diye bakıyorum. Yüzsüzlüğü elden bırakmadan bu seferde arkamda duran çocuklarla konuşmaya koyuldu. Buna doğru şöyle bir döndüm, gözünün içine dikeldim, sigarayı yere attım, bir güzel döndüre döndüre çiğnedim, allah o günleride gösterir dimi M'cim? dedim gay arkadaşa... Oda heee, hıııı falan yaptı anlamadı garibim."
O an anladımki cancağzım, kimden etkilendiysem başı sonu hayvan. Adama baktım, yansıyan camda kendime baktım, Allah'ım ben bu ikisini birbirine nasıl yakıştırdım.
Saçlarımı kestirmeye ve orospu sarısına boyatmaya karar verdim. O zaman kırmızı rujumu sürüp eski kumralla geri dönüp, ne kadar adam varsa çıkıp ortalığı karıştırıcam...

9 Kasım 2010 Salı

Ama ben onu unutmak ister gibi geldim sana...

0 kişi izah etti

Bir başka adama... Sevmeyi bilen, sevmeyi bilmeyen bir adama.... O'na, en güzel hatırama...

Biliyorum.
Biliyordum.
Hep farkındaydım.
Şimdi sağ omzuma dokunuyorsun usulca. Odamın içinde bir hayaletsin sen. Saçlarımı avuçlarının arasına alıp kokluyorsun içine çeke çeke, doymak istemişte doyamamış gibi...
Sonra göğsüne yatıyorum. Kafamdaki herşey, etrafımdaki herkes eleştiriyor bu yasak şeyi. Ben inadına sarılıyorum başına, göğsüne, kollarına. Gözlerini kilitliyorsun. Bana, o'na bakarmışçasına bakıyorsun. Sol tarafımda bir damarın sızım sızım sızladığını hissediyorum. İçinden akan kan beni sarsıyor. Kulaklarımda duyuyorum o sesi...
Sonra sana doyduğumu hissediyorum, gözyaşlarım akıyor koynuna... Acı hatıralarım sıralanıyor bir bir... Boşluğa atlıyorum. Gözlerinde kimsenin göremediklerine bakıyorum. Belki hesap, belki kitap, belki oyun, ama o ışığı görüyorum. Bende onu gördüğün zaman gözlerinden yansıyan o muhteşem ışığı... Korkuyorum ama gitmiyorum. Yanına kıvrılıp gözlerinin içine bakıyorum. Korkmuyorum. Ne olacaksa sadece sana değil, sana olacaksa bana da olsun istiyorum. O an sana aşık oluyorum ama sen çekip gidiyorsun.
Sonra daha çok ağlıyorum.
Gözyaşlarımı baş parmağınla siliyorsun. "Ağlama" diyorsun bana, "Ne olursun ağlama..." Küfürler ediyorsun o eski aşkıma... Anasına avradına. Sen küfrettikçe ben daha çok ağlıyorum.
İşte o an, ben sana aşık oluyorum, sense çıkıp gidiyorsun.
Şimdi, usulca boynumu öpüyorsun. Tüylerim ürperiyor, başımı sağ yanıma eğiyorum gülümseyerek... Kocaman bir hüzün oturuyor kalbime. Gülümsemem kayboluyor, ağlıyorum. Usulca ağlıyorum ama, eskisi gibi değilim artık. Acılarım paslanıyor.
Yürürken yolda, ensemde nefes alıp veren birşey hissediyorum. Nefesleri, nefes nefese kalıp kayboluyor. Arkama bakıyorum aptalca bir hevesle, seni görüyorum. Tekrar baktığımda sen orada olmuyorsun. Gidiyorsun gözlerini gözlerime kilitleyip. Sana dönüp bakmıyorum. Sana "ben sana aşık oldum" diyemiyorum. Başımı çeviriyorum. Kayboluyorsun.
Seni kaybettiğim için ağlıyorum bu sefer. Hep klasik soruları soruyorum kendime çıplak omuzlarıma çenemi dayayıp. Neden? Niye? Kiminle? Nerde? Nasıl?
Bir sigara yakıyorum. Cam kenarına gidiyorum. Dışarıyı izliyorum tül perdenin ardından. Belki şimdi şuradan yürür geçer, orada olduğumu bilir, döner bakar diyorum... Ona sarıldığın gibi sarıldığını hissediyorum bana, belime kollarını doluyorsun, başını sırtıma dayıyorsun. "Bana döner misin!" diyorsun... Halüsülasyonlar görüyorum boş ve yalnız odamda sana dair... Sana dönüyorum. Gözlerime bakıyorsun. "Ben onu hala unutamadım" diyorsun. Sana bağırmak istiyorum... "Ama ben onu unutmak ister gibi geldim sana..." diyorum. Çekiliyorsun öteki hayaletle aramdan, çekiliyorum diğer hayaletle arandan. Emin oluyorum. İkimizde aynı şeyi hissediyoruz. Özlem duyuyoruz, savaşıyoruz ve teslim oluyoruz.
Tek bir farkla.
Ben dün gece bitiriyorum içimdeki savaşı, silip atıyorum camdan kırıklarımı, uzaklara savuruyorum, yüzüne tükürüyorum o diğer hayaletin... Sen gelip, omuzuma dokunmuyorsun. Onu bana unutturup, tıpkı söz verdiğin gibi bunu yapıp, senin hayaletinle, manasız ve şurasız ruhunla başbaşa bırakıyorsun.
Yatağıma uzanıyorum. Bacaklarımı karnıma çekip boş boş bakıyorum etrafa... Ne gülebiliyorum, nede ağlayabiliyorum.
Yanıma uzanıyorsun. O kamyoncu tipinle bana sarılıyorsun. Ben ise çirkin adamlarıda sevebileceğimi fark ediyorum.
Başım dönüyor, düşüyorum. Saatlerce ağlıyorum düştüğüm yerde. Sonra ayağa kalkıyorum. Silkeleniyorum. Kendime geliyorum.
Sonra yine tekerrür ediyor. Saatlerce aynı kısır döngüde kaybediyorum kendimi.
İki geceye yıllar sığdırdığım aşkım. Sen benden gittin. İnsanın ruhuna aşık olunur mu? Ben oldum. Senn ruhunu her ruhta aramaktan korkarım. Kaybolup kaybolup geri gelmekten korkarım.
Şimdi sen huzurla gideceksin. Aklında hep aynı isim dönüp duracak. Canın yandı diye can yakmak zorunda mıydın? Acıları ve mutlulukları hatırlatmak zorundamıydın?
Kulağıma fısıldıyorsun... "Evet, sen buna layıksın"
Seni hissediyorum.
Çık artık odamdan. Rahat bırak beni!

29 Ekim 2010 Cuma

Huzur, huzur ve huzur....

2 kişi izah etti

Hayatım boyunca yaşadığım en güzel ve en huzurlu şeydi...
En sevdiğim adamda bile böylesine bir huzur bulmadım ben yemin ederim. En çok sevdiğim adam dahi beni bi kez kucağına yatırıp saçlarımı okşamadı... Hiç yapmadı. Saçlarıma dokunmazdı bile....
Bu başkaydı. Adını ben bile koyamazken, anlam aramıyorum. Bi adı olsun diye kendimi yırtmıyorum şuan. Koyverdim gitsin yani.
Yaşadığım en güzel, en anlamlı zamanlardı o bir kaç saat. Birinin yanında gerçekten huzur bulmayalı o kadar zaman olmuşki!
Kalkıp gitsede, arkasına bakmasa da, huzurdu o. Gerçek bir huzurdu... Sırf bu yüzden hayatım boyunca unutamayacağım o parfüm kokusunu...O parfüm kokusunda, hayatım boyunca bir defa bile bulamadığım huzuru bulduğum için şükürler olsun dedim kendi kendime. Belki içimdeki sesi duymuştur, çünkü onun gerçek olduğundan hala emin değilim. Öyle bir adam varmıdır ki dünya üzerinde?
Çok enteresandık çok...
Önce yorucu bir iş günü, sonra dibi görünen bir çorba :) -ama tadı yerindeydi- ardından zırt pırt atan bir şartel, korkutucu hikayeler, alkolsüz ve sağlam kafalı bir gece olunca...doğal olarak korkup birbirine sarılmak... Ardından gelen küçük bir aşk... Belki devamı asla ve asla gelmeyecek bir aşk... Ama aşk işte... Belki de benimki yine takıntıdır... Ama diyorumki böyle takıntıya can kurban.
Öyle işte...
Fazla huzurdan kelimeler kifayetsiz kalıyor. Kıpırtımı sen bir zahmet anlayıver...
Ama gerçekten çok üşüyorum çok.... Bugün bütün gün sürekli yağmur altında dolaşmak zorunda kaldım...

17 Ekim 2010 Pazar

Selam dünyalı!

9 kişi izah etti

Neyseki yavaş yavaşta olsa duruldu ortalık. İçimiz açılsın diye kaç gece ağladık hüngür hüngür, sonra bitti nihayet... zorda olsa.
Sonra hayatıma kaldığım yerden geri döndüm, mecburen. Birşeyler yapmak zorundayız nede olsa, yemek yemeliyiz, su içmeliyiz, yürümeliyiz, güneşe bakmalıyız, gökyüzünü izleyip gülümsemeliyiz yersiz bir biçimde, küçük bir çocuğu görünce tebessüm etmeliyiz... Yapmalıyız... Başka yolumuz yok çünkü...
Hayata kaldığın yerden geri dönmek fikri beni kastıkça kasıyor. Çünkü hep aynı şeyi yapıyorum. Hayata geri dönüyorum, tekrar gülümsüyorum, tekrar insani faaliyetlerde bulunuyorum, tekrar, en baştan alıyorum herşeyi ve "hayırlısını dileyerek allahtan" tabii ama farkeden ne var? Benim sınavım yalnızlık üzerine olmalı. Yalnızlık sınavı kolay bir sınav değil.
Önce bir gecede üst üste gelenlerle başladı. Komşularla kavga ettim, bacağımı televizyona çarptım (nasıl yaptın sorusunu mu sordun? basit... peder bozulan televizyonu salonun ortasına fütursuzca koyar, sende karanlıkta görmez geçirirsin bacağı, bacak morarır, sen 15 dakka odanın ortasında ağlarsın), eski sevgilime rastladım, sevgilisinden ayrılan arkadaşım 2 saat telefonda tuttu ağlaya zırlaya, şarjım bitmeseydi hard diski yakıcaktım... Hepsi aynı gece, 4-5 saat içinde oldu.
Sonra uyudum.
O kadar tepkisizce uyudum ki kendime çok şaşırdım.
Sonra uyandım, okula gittim, birinden çok hoşlandım, bi an tam evlenilecek adam dedim ama sonra onunda takıntıları olduğunu farkettim ve vazgeçtim. Sanırım bu benim karşıma hep çıkacaktı, birde ona üzüldüm uykusuz uykusuz dönerken yolda...
Tam o esnada çok garip, hem komik, hem ürkütücü birşey yaşadım.
Minibüs'ün en ön koltuğunda oturuyordum. Şöförün arkasındaki koltukta. Şöför abi ışıkları loşlaştırmış, ibrahim tatlıses açmış, mesut mesut yolu takip ederken dalmışım uykuya. Bende bir paranoya var, uzun yoldayken arabanın yanından tır geçince panikliyorum bi an, çarparmı, çarparmıyız, altına girermiyiz falan diye ürküyorum. Tabi o esnada uyku, tam uyku hali değil, öyle bi gitmişim, bilincim uçmuş ama dışardaki sesleri alabiliyorum net bi şekilde... Rüya gördüm, karşıdan bir tır geliyor, ışıklarını görüyorum, ve biz komple tırın altına giriyoruz. Sersemlemiş bir şekilde, "Hiiiii!!!" diye uyandım. Etrafıma baktım, evet hala yoldayız, sağız, normaliz, şöför dikiz aynasından saniye saniye aralıklarla baktı bana. "Bayan, iyi misiniz?" diye sordu. Gözlerimi patlattığımı gördüm dikiz aynasından. Sonra toparlandım, "Şeyyy..." dedim, "Ben dalmışım sanırım, rüya gördüm, tırın altına giriyorduk" diye çıktı ağzımdan birden. Şöförde bende kalakaldık. Adam bana mı baksın, yola mı baksın şaşırdı. Sesi dağıldı, sordu, "Sizin rüyalarınız çıkmaz değil mi?" dedi, zannedersem gözlerimdeki siyah kalemden ötürü beni büyücü falan zannetti. Ben gülmeye başladım tabi o an. "Yok, genelde çıkar ama birebir aynısı olmaz" dedim. Eminim adam gara varana kadar altına etmiştir. Ben yarı yolda evimin alt tarafında indim çünkü, beni indirirken gayet mutluydu. Yazık, çok acıdım ona.
Garip rüyalarımı kendi yatağımda görsem daha iyi olurdu sanırım :)
Perşembeyide öyle bitirdim.
Cuma günü kavak yellerini izlerken yine binbir küfür ettim. Nedenini izleyenler bilir. Yahu dağhan'ı geri getirdiniz, neden asıl rolüne geri sokmuyorsunuz be insan evlatları. Tims production bizi kukla gibim oynatıyor 8 bölümden beri, ha Efe'yi gördüler, ha görecekler... İçim şişti yeminle 2 aydan beri... Her cuma gecesi küfür ediyorum, girmediğim günah kalmıyor.

Bu akşam birşey izledim ona çok şaşırdım. Şu adrestende gayet rahat izleyebileceğiniz gibi, artık ufoların varlığına iyiden iyiye inanmaya başladım.
Görüntüler montaj olabilir mi, gökyüzünde bağımsız hareket eden o denli çok cisim olabilir mi, halkı kandırmak için bir yola mı başvuruyorlar muamma, ama sonuçta zaten yıllardır yapılan araştırmalara bakarsak, bütün nasa'nın hayalperest çalışanları olduğuna inanmak bana çok güç geliyor. Bu yüzden inanmak istiyorum.
Evrenin sonsuz bir boşluk olduğunu biliyoruz, sadece bizim dünyamızla sınırlı olmayacağına da kendimizi alıştırmaya başlamalıyız. Çünkü bence bizim kuşak onların dünyaya indiğini görecek. Selam dünya, biz dostuz diyecekler, hatta bence garip şekilleri olmayacak, insandan daha güzel, daha çekici olacaklar... Türleri bize çok seksi gelecek diye korkuyorum ben. Bize yatıya gelecekler, evlerimizde kalacaklar. Bizi inceleyecekler, bizimle sevişecekler, iki türün karması veledlerimiz olacak, zaten nasıl olsa geniş geniş arazilerimiz var, gelip bizimle yaşayacaklar falan... :P
Bizde sayelerinde, kapadokyanın, atlantisin falan sırrını çözeceğiz... Hatta bize sümerlerle tanışmalarını anlatacaklar... Bence onlarda facebook kullanacak. Msn'den bize manasız titreşimler yollayacak, kına gecelerimizde göbek atıp, düğünlerimizde gelinle damada küçük altın takacaklar. İnanıyorum ben bunlara abi, espri değil. Ve zannedersem dünya yokolacağı zaman onlara sığınacağız. Bizi gezegenlerine alacaklar abiiiğğğ!! :D
Görüntüleri izleyince şaşıracaksınız, mutlaka izleyin bence. Şaka olamayacak kadar fazla alternatif görüntü çıkmış ortaya çünkü. Ve şundan da kat'i şekilde eminim ki, bizim teknolojilerimiz onların milyon yıl önceki teknolojileri....
Ve dedimki en son, artık ufoları evimizde ağırlayacağız gibime geliyor, yüzsüzler bu kadar yaklaşmışken bize konuk olmadan gitmezler öyle değil mi? Hatta kız alıp kız verebiliriz bile... Bana gayet mantıklı geldi bu :) Mahallede havanı düşünsene arkadaş, kolunda uzaylı manita, balayında venüstesin, tatile uranüse gidiyorsun, haftasonları 2 günlüğüne aya kaçıyosun falan.
Tamam, bu kadar gırgır şamata yeter, anam babam yabancı damata vermezlerken, onu bırak doğulu bile olmasına karşılarken, ben tutup elin bilmemne ışık yılından, bilmemne gezegeninden, bilmemne sisteminden damat getirsem, evin etrafına çelik kaplatıp sonsuza kadar evden çıkarmazlar beni. İyisimi miktiret, sen Bursa ve çevresinden aramaya devam et.
Ne demişler, arayan bulur belasınıda mevlasınıda... :D

3 Ekim 2010 Pazar

Hep gidecek tek bir yön varmış aslında...

2 kişi izah etti

Sonunda bitti.
Kendimi bir sürü şeyle oyalamıştım günlerdir. Karmaşık aile sorunlarıyla, gerçek olmayan aşklarla, dostluklarımı mahfetmekle, daha bir sürü şeyle meşguldüm. Ama yapmam gereken asıl şeyi hep atlıyordum.
Onu hayatımdan çıkarmayı.
Kendini görmek ne acı, yok olmuş hayallerin çıkmazı, anlamak çok zor değil, farkı yok aslında sonların, ayrılıklar hep bana, gidenlerin ardından bakakalmak hep bana... diyor bir şarkı.
Sanki biri bu şarkıyı bana yazmış.
Birileri bana sormadan, ne hissettiğimi düşünmeden gitmek istiyor, bende onlara yolu açıyorum. Sonra arkalarından bakakalan hep ben oluyorum.
Hep böyle oldu inan bana. Hep arkada çaktırmadan ağlayan, acı çeken ben oldum.
En kötüsüde ne biliyormusun? Kimse seni düşünmez, kimse ne hissettiğini anlamaz, anlamaya çalışanlarda kahrolur zaten anlayamadığı için. Başıma gelenler herkesin yaşadığı şeyler olsaydı evet belki derdimki beni anlayan birileri var... Ama maalesef bunu söyleyemem.
Başkaları tarafından mahfedilmiş, zedelenmiş, paranoyaklaştırılmış bir ilişkim, bütün bireylerinin kendine ait bir savaşı olan ailem, toplum tarafından yadırganan şeyler yapan dostlarım vardı. Dün akşam çok sevdiğim ve herhalde hayatımda sürekli olmuş en doğru dürüst dostum derya'yla konuşurkende söyledim. Herkes, hayatımdaki herkes yıkılmış, zedelenmiş, bir köşeye çekilmiş ağlarken benim güçlü davranmamın nesi saçmaydı? Bu yüzden... ben hep yadırgandım. Bu yüzden kalpsiz, kimseyi sevmez biri gibi gösterildim ailem tarafından bile...
Oysaki...
O doğduğu gün, yani yeğenim, ben doğdum. Ben 18 yaşımdayken böyle oldum. Onun öncesini hatırlamak bile istemiyorum. Benim yaşayamadığım bir çocukluğum, saçma sapan şeyler yaptığım bi lise hayatım oldu çünkü. Ama o küçük bebek doğduğu gün ben sözde vazgeçtiğim hayatıma geri döndüm. O gün anladımki ben sadece ergenmişim. Ne kadar ağır olsalarda, ne kadar acılı olsalarda, alkolik bir babayı, sevgisini göstermek için aylar bekleyen bir anneyi umursamaz hale geldim. Tek başıma yaşayabileceğimi düşündüm o gün. Başarırım zannettim. Aldatılmanın acısını içime gömüp, sevdiğim adama yeşil ışık yaktım ben o gün. O bebeğin bize merhaba dediği gündü o gün. İnan bana herşey daha güzeldi.
Ama...
Olmuyor işte. 2 küsür senedir sürekli unutuyordum kırıldıklarımı. Sürekli kaçıyordum herşeyden. Sadece keyifli ve mutlu görünüyordum. Güya bunalımlarımı aşmış, ergenlikten çıkmış, okula, yeni bir hayata başlamıştım. Burdan giderken ağlamamıştım ya, iyiydi güya. Sonra annemler o ilçeye beni bırakıp geldiğinde böyle ağladım hüngür hüngür bütün gece. O günden bugüne kadar hiç oturup ağlamamıştım öyle için için.
2 gündür yanan canımın tarifi yok, bir haftadır yaşadığım sarsıntıların tarifi yok. Herşey oldukça çekilmez.
Önce en sevdiğim insanla kavga etmemle başladı. Daha doğrusu o benimle kavga etti kendi kendine. Ben sustum, yapmadığım, aklımdan geçirmediğim birşey için suçlanırken, içimden birşeyler koptu. O an gülümsedim ve dedimki, kumralcığım, gördünmü, kapris yapmamaktan insanlar seni ota boka üzebileceğini sanıyor artık. En yakının bile gösterdiğin sevgiden şüphe edip, eski sevgilisini azarlar gibi seni azarlıyor, insanları üzerine kışkırtıyor, huzurunu kaçırıyor, sonra sana hayat veren şeyi senden koparıp ardına bile bakmadan gidiyor.
Nedenini sordum kendime, bana dediki, artık o bile seni sevmiyor. Neden sevmediğini, neden beni istemediğini bilmek istemiyorum.
Sonra birine hala nasıl aşık olduğumu farkettim. Bahçekapısıydı, odundu, hayvandı ama onun her bir hücresine hala deli gibi aşıktım. Ve insan hayatında gerçekten bir defa aşık olur sayın okurum. Bir defa daha olanın aklı mantığı zaten yerinde değildir. Fakat ben onu beni istemeyen, silen, çekip giden insanlar için terk etmişim aslında. Paraymış, kavgaymış bilmemneymiş hepsi benim görünürde mutluluk seneryomun birer parçası.
Yine biri dediki, madem sen bu adamı birdaha hayatına sokamayacaksın bu belli birşey, o zaman racon derki, hayatının her köşesinden sileceksin onu. İletişimini keseceksin, yaklaştırmayacaksın kendine.
Pekala, yaptım. Zor oldu ama yaptım. Onu sildim. Bütün iletişimimi kestim. Zaten eski sevgiliden arkadaş olurmu hiç?
Ama yemin ediyorum, onu kalbimden çıkarmaya çalıştığım o dakikalarda bana sorsalardı ölümmü bu acımı diye, ölüm derdim. Yakınlarımda biryerlerde olması bana hep huzur vermiş işte, başka açıklaması yok bunun. Resimlerimize baktım yere oturup öyle darmadağın, ona kimsenin benzemediğini, hiç benzeyemeyeceğini farkettim. Sevdiğim sakalı, elimi hiç bırakmayacakmış gibi tutuşu, beni koynuna yatırıp nefesimi dinlerkenki hali, araba kullanırkenki ciddiyeti, herşeyi, bütünüyle, tamamiyle oydu işte. Benimdi, bende onundum. Ama artık yoktu. Olmamalıydı, tamamen gitmeliydi. Başka yolu yoktu.
Alışırdım belki yokluğuna.
Onu silerkende, resimlerin kapağını örterkende aynı şey vardı aklımda. Benzemez kimse sana...

Şimdi, bir karar aldım. Vakti geldiğinde bir valiz hazırlanacak, o valiz alınacak ve uzaklaşılacak.
Gerçekten. Süslemek için yazmıyorum.
Bir zamanlar çocukluk hayali sandığım şeyi, gitmeyi, kendime ait biryere gitmeyi kafamda kurdum, düşündüm, düşledim ve oldu. Olmalı.
Başka türlüsünü beceremedim ben. Çok uğraştım ama olmadı işte.
Durup, devamlı durup uğraşıp, kendimi daha fazla parçalayıp oraya buraya savurmayı istemiyorum artık.
Öyle işte... Elbet olur birgün.

22 Eylül 2010 Çarşamba

O zaman, mutlu olmak lazım....

0 kişi izah etti

* Sen yapmazsan yaparlar, sen gitmezsen giderler, sen onu tam zamanında almazsan, gidip alırlar söke söke. Sende totoşuna baka baka gidip ağlarsın bi köşede içine içine. Gözlerinden yaş gelmesede için kudurur nasıl olsa.
Gökyüzüne yıldızlardan kalp çizerler beraber, mululuktan birbirlerine kuşum böceğim isim takarlar, sen vaktinde ayyyy ben yapamam, içim elvermedi, hislerim boyumu devirdi diye gezinir durursun.
Onlar bişeylerden faydalanır, alıp giderler senin olanı. Senin sesin çıkmaz. Susakalırsın öyle işte.
Aşkta neler yapmışım şöyle bir baktım, kendim bile hayret ettim.
İçim istemedi diye gitmemişim. İçimden gelmedi diye yapmamışım. Elde ediyim diye rol kesmemişim. İçimden ne geldiyse öyle davranmışım. Sonuçta kaybetmişim. Peki neymiş? Rol yaparsan istediğin şeyi rahat rahat gider alırmışsın. Erkekmiş o, ona mal çokmuş, o istedimi karılar kızlar gelirmiş. Onunki de hayatmış.
Bazen sırf ağırlığımı koyayım, inat edeyim, ulaşılmaz görüneyim diye çok sert konuşabilmişim. Böyle bana söylense o kelimeler kendimi asardım, onların hiç biri asmadı lanet olsun. Çok dayanıklı olanları seçiyorum ben özellikle. Hayır, dimi ama amacın ne senin? Biriyle yaşa bişeyler işte ne arıyosunda ne bulmaya çalışıyosun. Ama yok. İlla her seferinde kendime küfür edicem alışkanlık oldu bu bende artık.
Çatır çatır kavga etmişim, bi kenara çekilip masum masum ağlamamışım, gitti diye kendimi kesmemişim, olmadı diye beynimi patlatmamışım. Sürekli bağırıp çağırmışım. Ama şuda bir gerçek, beni böyle yapan babamdır. Kendisine normal ses tonuyla bişey söylendiğinde algılayamıyor, illa bayılana kadar delire delire bağırmak lazım. İlla her seferinde sinir krizi geçirmek lazım. Ben ona ne desem fikirlerine aykırı. 3 kuşak fazlayım ben ona. Oda bana...
Aslında hepsi aynı şeye bağlanıyor. Dik başlı olan bir kızı, her istediğini söke söke yapan bir hatunu kim ister? Uysal değilim ben bikere. Bişeyi yapmak istersem yapıyorum.İtaat edemiyorum. Huyumda suyumda yok. Zaten babam bu yüzden pişman. Adam bana erkek olayım diye deli olmuş, ben çat kız gelmişim. Beni kalkmış erkek gibi yetiştirmiş, şimdi toparlayamıyoruz hepimizi olayı. Biraz kız gibi davranıp, evimin kadını, çocuklarımın anası olaydım, bunlar olmazdı.
Geç bu işleri kumrall. Ananında dediği gibi, sen onun kaderini aldın teeee ana rahmindeyken. Herşeyde başarılı olursun, bi kocada olamazsın. Kuduruk bi herifle 40-50 sene uğraşırsın anan gibi. Ne dikin kalır ne düzün.

*Haftasonu eski ev arkadaşım evlendi.
İlk defa bir düğünde çok mutluydum. Bi nedeni çok sevdiğim bir arkadaşım askerden izne geldi ve yanımdaydı. Diğer nedeni sürtük karının biri bizi o arkadaşımla bi arada, filinta gibi, şıkır şıkır görünce fesadından bayılma noktasına erişti. Bayılsaydı bende mutluluktan bayılırdım.
Aman ne fitneler ne fesatlar.
Bu hatunla ben çok kötü kavga etmiştim okuldan dönmeden evvel. Çok iyi iki arkadaş çok ezeli düşmanlar oluvermiştik ama ben pek umursamıyordum. Yani sonuçta başka işim mi yok sürekli onun düşmanlığını kurcalıycam, okul bitmiş, görmem etmem karıyı. Bırakmıştım öyle.
Sonra bigün bişey farkettim.
Bu hatun beni arkadaşımın düğününe istemiyo. Facebook'tan sürekli bana hakaret ediyo kendi profilinde falan. Gelirsen şöyle yaparım böyle yaparım. Bende mesaj gönderdim. Bana sürekli sanaldan yetiştirme laf, gel yüz yüze çemkir dedim, tabi insanda g.t olsun bunu yapacak. Fırsat vermeden engelledim. Çünkü çok iyi biliyorumki konuşursam sürekli atışmaya döner olay. Uğraşmak istemedim, yerim belli yurdum belli, yiyorsa gelsin dedim geçtim kenara.
Nitekim atıp tutan hatun, kızın kınasına da düğününe de sondan geldi. Yüzüme bakmaya ödü koptu. Yanıma yanaşamadı. Öyle fısss diye kaldı.
Biz bu tiplere kısaca sanal alem delikanlıları diyoruz.
Biz salonda asker kankamla otururken, onlar sevgilisi ile salona girdiler. Bir baktı bana, birde kendine... Sanki en yakın arkadaşına değil, öööyle uzaktan bir akrabasına geliyor hasbam. Paspal paspal. Biz tabi abiye elbiseler, siyah takımlar... Filinta gibiyiz...
Öylece geçti o akşam. Sidik yarıştırdı benimle, aptal saptal. Ben dansa kalktım oda kalktı, ben oynamaya kalktım ardımdan zıpladı falan.
Arkadaşımın yorumu, "bu kız çocuk" oldu. Katılıyorum. Sevgiliden kadersiz olduğum gibi dostluktanda kadersizmişim ben. Ne kadar aptal varsa bendeymiş. Çekiyorum herhalde bilmiyorum.
Ama mutsuz hissetmiyorum kendimi. Ne olursa olsun, ne kazık yersem yiyeyim iyiyim. Öyle olmam lazım, yoksa toparlayamazdım. Kendini zorla sıkmakla eşdeğer.
Öyle işte...
Hala mutlu olmak, olabilmek, bunu başarabilmek, gerçekten, içten bi şekilde, güzel bir duygu. Denemeye değer.

14 Eylül 2010 Salı

Bir garip yaşam öyküsü

10 kişi izah etti

Yoğun istek üzerine bir yazı girmek istedim şimdi... :)
Aslında anlatacağım olay bu ülkede her gün binlerce kez yaşanmıyor. Ama benim başıma gelmesi bundan dolayıdır herhalde. Enteresan şeyler bana patlar hep.
Yazmadan önce bir arkadaşımın benden eklememi istediği birşey vardı. Onun sözlerini aktarıyorum şimdi; "bunu yazan kişi, (nereye yazacağını nasıl yazacağını bilmiyorum) bugün ve son bir kaç günden beri çok kötü şeyler yaşıyor. Ona beni anladığı için sonsuz minnettarım. Ben onun bu kötü halini çok kez görmedim. Biliyorum kesinlikle göstermezdi ama o an benden başka kimse yoktu orada. İyi insanların varlığı beni memnun ediyor. Tam 3 saattir hikayemizi anlatması için yalvarıyorum. Bu yüzden kimliğim açık olabilir ama umurumda değil. Bu kızın yüzü gülmeli. Yazmayı ve anlatmayı çok sevdiğini bildiğim için yapıyorum. Bu trajikomik hikaye onun güncesinde olmalı. Seni seviyorum tatlım!"(imla hatalarını düzelttim.)

Aslında gerçekten aşırı komikti. Hala aklıma geldikçe gülüyorum.
@2008 sonbarıydı.
Köyde bir düğüne gidicem, ama saçlarım felaket durumda ve kestirmem lazım. Merkezde alelacele bir kuaföre giriyorum, para falan umurumda değil, dışarıda yağmur var, gitmemize 2-3 saat var. O saçlar kesilmeli, bir şekilde fönlenmeli.
İçeriye girdiğim an kapıda dalllllyaaaannnn gibi bir çocuk görüyorum ve mest oluyorum. Hani böyle sadece dizilerde olur sandığınız tipler olur ya, uzun boylu mavi gözlü, kaslı maslı. İçimden maşallah maşallah diye diye giriyorum salona beklemeye başlıyorum. Bir on-onbeş dakika sonra beni koltuğa alıyor. Soruyor, kesiyor, saçlarıma meleklermiş gibi davranıyor, gülümsemesine hasta oluyorum falan. O an köy möy uçuyor tabi benim kuş beynimden. Orada kalıp onu saç keserken seyretmek isiyorum. Muhabbet ederken kakılıp kalıyorum. Deli oluyorum kısaca.
O günkü sakarlığımı, aptal davranışlarımı şimdi anlattığında kahkahalarla gülüyoruz.
Neyse bi kaç gün ben o büyüde dolanıyorum, facebook karıştırıyorum, neti alt üst ediyorum, bi iz, bi imdat bekliyorum ama yok. Aklımda patronun seslendiği klasik Türk ismi ve birde kuaförün adı var o kadar.
Sonra vazgeçiyorum, eski sevgilimle barışıyorum. Unutulup gidiyor.

Bir gün tekrar kuaföre gitmem gerekti. Aynı kuaföre gittim ve o adamı tekrar gördüm. O zamanda kış sonu falandı herhalde tam olarak anımsayamıyorum. Kuaför bomboştu, benim okulumun olduğu ilçeye gitmem gerekiyordu, sabah saatleriydi. Oda kuaförde tek başınaydı.
Aynı sıcacık, çekici gülümsemeyle açtı kapıyı. Sabah olduğu ve ben bir vampir gibi yaşadığım için uykusuz, aptal bir haldeydim. Önce bana kahve ikram etti. Biraz sohbet ettik. Hemen hatırladı ikinci kez geldiğini. Ne kadar doğal davranmaya çalışsam da, karşımdaki kıvanç tatlıtuğ-murat boz çakması gibi yürürken elimi kolumu koyacak yer bulamıyordum.
O gün ben kuaförden çıkana dek kimse gelmedi. Ne patronu, ne müşterisi. Benimle kahve içti, hatta kahveleri kendisi yaptı, hayatımda hiç biyerde o kadar güzel kokan bir kahve içmemiştim ben.
Birbirimizden mail adreslerimizi aldık, telefon numaramı verdim falan. Hülyalar içinde ilçeme kakılmaya gittim.
Sonra araşmaya, konuşmaya falan başladık ama hani hoşlanmasını geçtim, müthiş dost olmuştuk. Acayip güzel bir enerjisi vardı. Ne zaman buruk olsam hissedermiş gibi zıplayıp koşuyordu imdadıma. Konuşmaya ara versek bile, canım sıkkın olduğunda arıyordu ve ben acayip şaşırıyordum.
Bahara doğru bir kez daha gittim şehre, işte aileme göreyim falan gibilerinden. Bunu yolda gördüm o gün tesadüfen. İzin güne rastlamışım, ayrılamadık, koca gün gezdik dolaştık. Akşamüstü Bursa'da gün batımını en güzel gören tepeye, tophaneye oturduk öyle izliyoruz. Orda çalışan bir arkadaşı varmış, bize kıyağından türk kahvesi yaptı getirdi. Ben anlatıyorum o anlatıyor.
Şu cümleleri ve itirafı hiç unutamıycam. (Yeri ve zamanı unutmuştum, anımsamaya çalışırken kendisi hatırlattı ayrıca teşekkürler.)
"Canım, bakarsan seninki dert değil, gelip geçici şeyler yaşadıkların. Benim öyle bir derdim var ki, asla geçmeyecek." dedi. O an kanser falan olduğunu sandım. Başka bişey beklemiyordum. Herhalde kötü bir hastalığı falan vardı. İçimden, dalyan gibi çocuk, ah ah, diye üzülürken o bombayı patlattı.
"Kızlar bana kuaförde hep aynı bakışı atıyor. Hepsi o kadar güzel ki, bende fena değilim, farkındayım. Ama ben hiçbirinizle çıkamıyorum, çünkü gay'im"
O an gülmeye başladığımı (böyle delirmiş gibi ama, sinir krizi gibiydi) hatırlıyorum. Ben güldükçe o güldü. Ben güldükçe o daha çok güldü. Bir ara biraz hafifleyince, "Sen ne sandın?" dedi. Ben ne sandığımı söyleyince daha beter olduk.
Birdaha asla bana dokunduğunda korkmadım.
Yalan söylediğini hiç düşünmedim. Hani insanın gözüne baktığınız an, o basit bir kaç ışıktan ne söylediğini anlarsınız ya, onun gibi birşey işte.
Hatta itiraf ediyim, onu denedim. Yaklaştım, sıkıştırdım, öpmeye çalıştım. Her seferinde tokat yemenin eşiğinden döndüm. Ama napiyim, insan her gün gay ve çok yakışıklı bir adamla karşılaşmıyor.
Uzun süreden beri görüşmüyorduk aslında. Bunların gizli bir derneği bile var. Hani sevgili bulmak için değil, birbirlerine manevi olarak destek olmak için. Bende gittim oraya, birsürü arkadaşıyla tanıştım. Ve ben gay adamların arasında hiç sapık, sapkın, abuk sabuk lakayt birşeyle karşılaşmadım. Hepsi çok kültürlü çok şekerler. Hiç biri ayooool diye konuşmuyor mesela. Ülkemizdeki benzetmeler çok garip.
Bir kaç ay evvel kısaca ismi F.B.Y olan bir arkadaşıyla tanıştırdı. Aynı evde yaşıyorlar ama sevgili falan değiller. Çok sıkı dostlar. FBY iç mimar, bizim kuaförde belli zaten. Çok kez birlikte playstation futbol falan oynadıklarını gördüm. Erkek gibi küfredebiliyorlar. Ses tonları garip değil. Hala onları anlayabilmiş değilim. Kafama gayliğin kadına benzmekten ibaret olduğu o kadar yerleşmiş ki şaşırıyorum ikisine de.

Son olarak, o kadar bunalmışım ki bir kaç gündür, dün öyle sokağa attım kendimi yürüyorum. Sanki deli herif hissetmiş gibi çat bi mesaj geldi. "Tatlım biz bugün izindeyiz, dışarıdayız, çay içmeye gidiyoruz, müsaitsen seni de olalım" diye. Baktım şifam bunalımlarda değil, hadi dedim gideyim. Kaçak kaçak 2 saatliğine benim okulun olduğu ilçeye kaçtık. Hem gözümüz gönlümüz açılsın hem toparlayayım diye herhalde. Arabada benim kuaför yüzümü gözümü kapattı. O derece berbat görünüyormuşum öyle söyledi. O kapatmadan ben dizine yatıp ağladım 15-20 dakka. Böğüre böğüre tabii... Neden olması gerekenler yok, başımda iki tane zır deli var diye... Birde herşeye olumlu olumlu bakıp beni deli ediyorlardı. Tabi söylediklerinin tam tersi çıktı. Birileri beni fena halde kekliyormuş yeni öğrendik.
Hala benim kuaförle FBY ' ye "az uğraşsak özünüze dönersiniz olum, lan hadi azcık uğraşalım lan?" dediğim olduğunda başıma ellerine ne geçerse fırlatıp gülmeye başlıyorlar.
İkisinide çok sevdim ben. Dünyada böyle acıklı hikayelerin yanında çok iyi insanların olduğunu bilmek çk güzel. Ve tabiiki bir kız için birine, acaba art niyeti olurmu diye düşünmeden sarılıyor olabilmek harika birşey. Tabii, kimse özünden çıkacak şekilde doğmasın. Herkesin normali haktır diyerek hikayeyi kapatıyorum.
Bursalı'lar kuaför kuaför aramayın, çökerim tepenize :)
İnşallah iç mimarlar odasında (lisedeki işyerimdi) dedikodu patlamaz diye umut ediyorum.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Denememeliydim...

0 kişi izah etti
Midem çok fena ağrıyor. Böyle içerlerden başlayıp kalbime doğru çıkan bir ağrı bu. Romantizm imanını geliştireyim diye laf salatası yapmıyorum ciddiyim.
@Cuma günü
Boynuma özlemiyle öpücüğünü kondurduğunda kendimi ilk kez ona karşı birşeyler hisseder bir halde buldum. Yoksa onunla takılmıyordum. Aşk meşk düşünmüyordum. Mutlu olmuştum. Hatta kahveyi üstüme döktüğünde, telefonuma şekerli çay devirdiğinde bile onu seviyordum. Öyle hissetmiştim yani.
Artık biliyorum. Onda başka şeyler var. Ne olduğunu bilmediğim, canımı acıtan şeyler. Sevilmeyi özlemiştim, sevmek istemiştim.
Hani farklı hayatlar vardır, tamamen bambaşka... Değerlendirdiğimde, biz ikimiz, ayrı kutupların insanlarıyız ama aynı şeyden dolayı acı çekiyoruz. Şimdi ona yaklaşamıyorum çünkü artık hata yapma lüksüm yok. Gay kuaförümün söylediği gibi. "Tatlımmm!!! Çok güzelsin fakat ben gay'im"
Arasaydı, belki içimdeki acılara rastlardı. Acı çektim çünkü. Babam sözleriyle ananemi ağlatığında, annemi üzdüğünde, saçından yağ akan yengemin, kendini kadın zannedip dayımın onu aldatmasının suçunu aileme yüklediğinde hissettiğim acıyı... Babamı tekrar öldürmek istediğimde hissettiğim acıyı belki anlardı. Ama kendi küçük, acılı, buhranlı aşk hikayelerini düşünürken beni unuttu ve ben düştüm.
O benim en yakın arkadaşımdı.
Sonra onu öpmek istedim. Onun beni öptüğü gibi, sevgi dolu... İnsanların aklında başkaları varken, diğer başkalarına bişeyler hissetmeleri ne kadar doğru bir denklem? Oda, bende aynı şeyi yapıyoruz.
Avutulmaya ihtiyacım yok, hiç olmadı bilirsin. Beni uyutup, metre metre boynuz taktıkları zaman sadece dudaklarım morarıp şişmişti. Ama o şişik heriften çıkardığım acı, o gün yaşadığım acıyı çıkartmakla kalmayıp bana müthiş zevk verdiğinde olduğu gibi... Ben kendi işimi kendim hallettim zaten hep...
Nefretim geldi napiyim. Uyku tutmuyorsa benim suçum mu? O kadar mal mıyım ben gündüz anam ağlatılsın gece ossura ossura uyuyayım. Duruyorum işte. Dalga geçiyorum. Abuk sabuk muhabbetler açıyorum eski dostlarımla. Elimden başka türlüsü gelmiyor.
Artık sadece insanların aşkları gelsin, keyfleri gelsin, ay dur bi emin olsunlar, sabır diyemiyorum kendime. Çünkü ben artık planlayıpta yaşayamıyorum. Her şeyi deniyorum işte. Mutlu olmaya çalışıyorum, hala sevebiliyorum, bunun için çabalıyorum.
Eskiden aşk için ağzımdan burnumdan geliyordu, şimdiyse miğdeme oturuyor.
Unuttuk işte, herkes unut, üzülme dedi unuttuk. Eeee? Yeniden de deniyoruz? Noluyo? Bana mı kötüleri çarpıyor nedir yani?
"Allahaşkına sevme beni nolur. Senin sevme şeklini anlayamıyorum ben. 18lik lise aşkları gibi emin değilimlere gelemiyorum. Bayat eski aşklara saygı duyamıyorum. Hepsini okudum hepsi var bende. Yeter artık herşey burnumdan geliyor. Bi tarafımdan mutlu olmak istedim olmuyorsa usulca çek kapıyı çık artık. Bu saatten sonra kimsenin keyfi azıcık bile umurumda değil. Ben tehlikeli oynarakta mutlu oluyordum. Kompleksli olmak istemiyorum. Dudak bükemiyorum kendime. Gideceksen sessizce çek o kapıyı. Kapı önü gürültülerinden usandım.
Sevmeyeceksen kalma benimle ne olur.
Ben kimseye bunları söylemedim.
Gideceksen git ama... Ama incitme beni. İncittirmeyeceğim an geldiğinde ben pişman olmam. O pişmanlığı en çok sen yaşarsın..!"

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Sil Baştan

5 kişi izah etti
Bir ramazan akşamı...
Bedbahtım ama canım bundan bahsetmek istemiyor. Hayat her zaman hüzünle geçmiyor.
Herkes bu hatayı yapabilir. Herkes hayatına yanlış insanları sokabilir. Bundan daha doğal ne olabilir ki? İnsanız sonuçta.
Malum şarkı derki; sil baştan başlamak gerek bazen.
Öyle yaptım. Sil baştan.
Hatta itiraf etmeliyim ki tekrar aşık olmayı bile denedim şu kısacık zamanda.
Benimki nasıl bir şeyse artık. Duygularımı o kadar hızlı kontrol ediyorum ki, o bunalım sahnesi geldiğinde hemen bertaraf ediyorum. Bir kalemde...
Sonra bi neşe... Bi mutluluk... Nedensiz ama... İçim kıpır kıpır oluyor aniden. Birilerini arıyor gözlerim öylece, belki aşkı, belki yürekli bir kavgayı ve belki günahsız bir gülümsemeyi. Bulamıyorum. Suskun bir isyan başlıyor işte o zaman bende.
Ayrılık acısı bitti de, birde şu insan olmadığına dair kanıtlanmış acı bitseydi içimde... O zaman tamam derdim belki. Tamam kızım, son durak, in artık sen burada...
Herkes dedi ki, sil baştan başlamalısın, gereksiz herşeyi, herkesi çöpe atmalısın... Yaptım. Ama beyindeki hatıraları silmek o kadar zor ki... Anlatılmaz bu. Ancak yaşayan anlar beni.

Tam bunları sindirekoyarken, birden biyerlerden fırlar çıkar. Karşına çıkar, dost ayağı çeker. Sende hiç sallamazsın ya nasıl olsa işte...
Benim durumum buna tekabül etti.
Kendimi kötü hissettim. Zaten artık onu gördüğümde kendimi iyi hissedemiyorum. Ama kabul etmeliyim onun varlığını bir şekilde. Benimle aynı havayı teneffüs ettiğini, Her gün benim geçtiğim güzergahlardan geçip gittiğini, bir şekilde mutlu olmaya çalıştığını kabul etmem lazım. Bunun için kendimi onu görmeye alıştırmalıyım bir şekilde...
Zor olabilir tamam, ama ben zoru başarmayı sevmezmiydim hep? Bütün zor işler bana kakalanmadı mı bu güne kadar? Ben cesaretliyim ve bu konudada cesaretim olmalı.
Hayal etmeyi sildim dağarcığımdan. Hayal etmiyorum artık.
Ve şimdi, beni mutlu edecek olanı bekliyorum artık.
Bir gün kapım çalınacak, çalınmalı, öyle olmalı.
Ve o gün bütün anılarımı kapı önüne attığım gün olacak...

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Hayat sana teşekkür ederim

2 kişi izah etti

Ne söylenebilir bilmiyorum. Yada ne anlatsam... Onuda bilmiyorum.
Bu sefer saçımı bildiğin siyaha boyattım. Sanki acımı saçımdan çıkarıyorum...
Yaniii...Pek bir alternatifim yok, o acının bir şekilde çıkması lazım, öyle veya böyle. Daha alkole zırnık dokunmadım, bu benim için oldukça önemli bir gelişme. Sanki biryerlerim et kesti böyle, hissetmiyorum, düşünmüyorum, konuşmuyorum. Hiç, ama hiç bişey yapmıyorum. İşe gidiyorum, eve gelip uyuyorum. Annemi özlemişim gözümün önünde, onu daha çok seviyorum... Falan filan.. Bildiğin saman modu yani.
Her egsoz sesine, her mavi gözlü adama takılıp kalıyorum kaç günden beri. Bana kızıyor herkes. Belli etmememe en çokta, ama yapamıyorum, mutsuz görünmeyi bir türlü gözüm kesmiyor. Sanki ben doğal davranırsam, yani içimi dışıma çıkarır, mutsuz görünürsem, birileri karşıma geçer oh çeker gibi geliyor. Biliyorum biliyorum, normal bir duygu değil bu.
Kendime tedavi aramıyorum bu sefer. Ne zaman tedavi arasam, yanlış insanlarda buluyorum çünkü. Durup dinleniyorum bu sefer, dalga geçiyorum, savunmuyorum kendimi. Öyle oturuyorum büromda süslü püslü bir restoratör olarak akşama kadar. Ak parti hükümdarlığının hemen karşı girişinde, projeleri didikliyoruz. Bahtıma bir memur çocuk çıkarmı diye dalga geçiyoruz ablalarla. Aslında içten içe bahtımda bişey çıkmasında bir süre kafamı dinleyeyim diye dua ediyorum. Ama çıkarsada bu kapımı kapatmadım. Kararlıyım. Yeniden sevip, yeniden, kaybettiğim heyecanlarımı bulacağım. Kararlıyım.
Ve bana, sadece kararlı olmak yeter. Yıllardır yapamadığımı yapmak için yalnızca...
Yaraları zaman saramayacak nasıl olsa, eskisi gibi küllenmeyecek, belki daha da azıtacak takıntılarım, ama yinede ben, yine aynı ben olarak kalacağım. Gülen, kıkırdayan, bazen hüzünlenen, genelde akşamları çakırkeyif olup öylece susan... Şimdi içince yapamadıklarımı yapmamı yadırgamıyorum aslında. Birşeyler mutlaka durulmalıydı. Buda öyşe birşey olsa gerek...
Aramadığım, çağrılarını yanıtlamadığım dostlarım eminim bana ateş püskürüyorlardır şimdi. Ama yapamıyorum işte, ötesi yok bunun. Hayatımda ilk kez bu kadar kıpırtısız kalabilmeyi beceriyorum ben. Bu dinginlik yaralarıma çok iyi geliyor. Bunun tanımı yok, hiçte olmayacak biliyorum. Şu evrede kırdıklarımı tamir etmek zorunda kalmak çok zor olacak. Sonradan çok üzüleceğim ama, insan kendini ifade edemeyipte nasıl susar, nasıl kimseyle konuşamaz, anlatamaz, açıklayamaz bunu çok iyi biliyorum.
Artık hiç birşeyin tek nedeni ayrılık acısı değil. Herşeyin açıklaması sadece yorgunluk. Ve yorgunluğum bana çok ağır geliyor. Bu yorgunluğun tek nedeni o adamda değil. Nelerin nelerin yükü var omuzumda bilemezsin... Her hayalimi gömdüm. Gelinlikler, davullu zurnalı düğünler, çok sevilen, beni çok sevecek sevgililer... Hepsi, tek tek, toprağın altında can çekişiyorlar.
İş, okul, para üçgenim ne kadar işime yarar bilmiyorum. Yararsa iyi olurmu, onuda bilmiyorum.
Özür dilerim. Böyle olsun istememiştim. Sadece mutlu olabilmekti amacım.
Biraz daha vakti var... Biraz daha.
Hayata asla eskisi gibi geri dönemeyeceğim kesin artık. Bir kol yüzlerce kez aynı yerden kırılınca iflah olmuyor. Üzgünüm...

4 Ağustos 2010 Çarşamba

2 kişi izah etti
İstersen günde 10 paket iç, kimsenin malum yerinde olmuyorsun, onu anladım... Acını dolu dolu yaşadığında, gözyaşlarına teselli verildiğinde kendini aptal gibi hissediyorsun, benim gibi içine içine akıttığındada farketmiyor, bu sefer insanlar kusmadığın için embesil gibi etrafında fır dönüyor. Yani sen istediğin yerde tut, sonuç hep aynı oluyor. Bir düzine saçmalık...
En azından bu sefer -zaten istemiyordum ayrılmaya gönüllüydüm, olmuyordu falan demeye çalıştım, ama içim öyle demeyince öyle olmuyor...
Koskoca 4 yılını, hayatının en güzel yaşlarını vermişsin, elinde düzgün bir anın bile kalmamış, kalanlarda bahsedilecek olanlar değil. Sevmişsin, yeri gelmiş acından gebermişsin, sana giren girmiş, çıkan çıkmış, onun her tarafı keyifte, nerde akşam orda sabah olmuş... Sen oturup kendine beddua etmeye başlamışsın. İşi makaraya sarmışsın artık, sürekli gülüyorsun, pozitif görünüyorsun, hayırlısı olsun diyorsun ama içine akıyor işte..
Onun üzülüp üzülmediğini merak ediyorsun. İçindeki o ses, üzülmüyor diyor, diğer duygusal içsesin üzülüyor diyor.. Sen, birey olarak, nereye saracağını, ne yapacağını şaşırıyorsun. Beklediği yerlere takılı kalıyorsun, köşelere ağlıyorsun, kesinlikle susuyorsun!
Şimdi, hayatımın en karmaşık dönemini yaşıyorum. Susuyorum! Susuşum içimde adeta zehir etkisi yapıp, kasıp kavuruyor. Ağlamak istiyorum, biyerde tıkanıyorum. Bu berbat bir duygu.
Berbat bir haldeyim. İyiyim, aşırı iyiyim. Ama tık diyeceğim anı bekliyorum. Bayılana kadar ağlayıp kendimi biyerlerden atacağım anı bekliyorum. Öyle bir doluluk var içimde.
Kelimeler hiç birşeyi ifade etmiyor bu günlerde...

26 Temmuz 2010 Pazartesi

Bahçekapısı gider... Naşşşş!!

0 kişi izah etti
Iııhımmm...
Şimdi bilader, 2 saat önce, sevgilisinden, azmin sonu taşı deler misali ayrılmış bi hatun olarak, aşkı sevdiğini zannedip, boş duvarlara, boş kollarına "bu adam neden gitti lan?" diye sorup salak salak takılmak yerine, önce hönküre hönküre ağlayıp, sonra muzocuğumunda desteğiyle "hoşt lan noluyo?" sarsıntısıyla ayağa dikilmiş bulunmaktayım. Sövüyorum ana avrat, zamanın aşkları bunlar, hiç biri kalıbıma xl gelmiyo, bunlar bana küçük kaçıyo abi. Kendisine kocaman bir yol açtım böyle Bursa'daki kızılay virajı gibi, sülalesini toplayıp rahat rahat atıp tutsun, şerefsizliklerini ortaya sallasın diye. Ben doymuşum çünkü onu hissediyorum artık. Gırtlağıma kadar tıkanmışım yaptığı pisliklerden. Ağza alınmayacak iftiralar, sözler, cümleler... Şimdi "kafama sıkacam" tehditlerini, "elin eriyosa bitanede benim için sık, çünkü seni bulursam ümüğünü sıkıcam" diyerek telafi ettim. Benim gibi sinirleri alınmış şeker bir hatunu, allah belanı versin ismail yk ya bağlayan ucube!
Sarsılmadım arkadaş. 3 günden fazla sürmeyecek ağır duygusal moddan 2 saatte çıkarım böyle işte. İnsanın canını çıkartıyorlar. Napiyim yani? Oturup posta posta yasmı tutayım adam beni sağlamına postalamışken? Sorarım sana okuyucu?
Oh olsun. Kına yakıncam heryerime.
4 senedir yola gelsin diye kendimi paralıyorum. İçine otursun herşey. Öyle bir otursunki hemde... 3 vakte kadar helvasını kavuralım. Ellerimle. İçinede badem ufalıycam. Hiç utanmıyorum. Sıktı artık. Çok fena sıktı hemde...
Böyle yolda belde rast gelsem suratına suratına tükürücem.
Herkesle ayrı ayrı uğraştım. Birazda onlar uğraşsınlar benimle. Kırdım artık kafayı. Ne hakkımı helal ederim, ne öyle el sallaya sallaya uğurlarım. Allah fırsatını verdi, 7 ayda canına ot tıkadım. Fırsat versin, gene tıkarım hiç acımam.
Ben boşuna, boyu posu devrilesice bahçekapısı demiyorum. Bahçekapısı bile bir işe yarar. Bunun bir halta yaradığı yoktu, artık hiç yok...
Şimdi, böyle içimde eziklik, yarın sabahtan itibaren gününü gün etmeye hazır bir kumrall... Elimden geleni ardıma korsam allah beni nasıl biliyosa öyle yapsın..

20 Temmuz 2010 Salı

Sevgili'ye

13 kişi izah etti



İnsan hep aynı olmuyormuş. İnsan hep aynı umutla bakmıyormuş dünyaya.
Evet söylemiştin biliyorum, sende biliyorsun aslında. Bakışlarımızdan konuşamadıklarımızı bugün anladım. Birbirimize popomuzdan bahaneler uydururken farketmemiştim oysaki. Bugün, tamda bir kaç saat evvel öylece baktım kaldım hayata. Sanki görüntü dondu, sanki yaşantım öylece kaldı. Benim hep ulaşılmaz ideallerim vardı, yeteneklerimi gözler önüne serme çabam, dışarıdaki hayata akamama endişem, sosyalleşme çabam... Benim hep birşeylere dahil olma çabam vardı ister istemez, yalnızlığı sevdiğimi iddia etsem bile, ikimizde biliyordukki, ben asla bir başıma kalamayacak kadar korkaktım.
Çok terbiyesizce olduğunun farkındayım. Kendimi hep o anda buluyorum. Kendimi hep o sabahın köründeki sahnede buluyorum kaç gündür. Her noktasını yazabilmek isterdim, utanmadan, korkmadan, çekinmeden. Ama yapamıyorum işte. Ne istediğini bilip, bunu söyleyememek ne kadar zor, sen bunu hiç bilemezsin. Çünkü böyle bir tecrüben yok, olmayacak. Sen hep düşündüklerini söylerdin, gelip haykırırdın. Ben susardım. Benim bünyem susmaya alıştı. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum. Çok yıprandığımın farkındayım. Elimden başka türlüsü gelmiyor. Sana sarılıyorum, içime çekiyorum, gözlerimi kapatıyorum. O suyun durgunluğu gibi dinliyorum seni. O suyu tek başımayken nasıl dinlediysem dinliyorum. İçindekileri ele vermeden sevdin beni, hala öyle seviyorsun.
Şimdi gelecek planları yapıyorum. İstanbul, İzmir, Ankara... Ve diyorumki, bekler mi beni? Yada tamda korktuğum gibi, bir başıma mı kalırım? Bir başıma ve savunmasız...
Elimde birşey kaldı. Daha alamadığım bir diploma, bir kariyer, bir yığın bilgi. Ama hiç biri gönlümdeki yarayı çözemedi. Hiç biri içimdekine derman olamadı.
O kadar perişanımki, anlatamıyorum bunu sana. O kadar içim acıyorki, bunu sana anlatamıyorum. Nedenini bilmiyorum, bilsem çözümünüde bulurdum... Bildiğim tek birşey var, artık kendimi iyice kapattım dünyaya. Yapıyorum, o kadar. Eskisi kadar düşünmüyorum artık hayatı. İçimden geldiği gibi... İçimin el verdiği gibi yaşamaya başladım. Sorgulamıyorum bile artık...
Bu nasıl birşey, çok iyi bilirsin.
Gel, o soğuk, buz gibi suya bir kez daha girelim birlikte. Bir kez daha dinleyeyim kalbinden geçenleri. Bir kez daha dinle kalbimi. Biliyorum, bakışların anlatıyor bana gerçekleri.
O zaman, gel seninle kuralına göre oynayalım artık. Belli kalıplarda olmasın. Ne istiyorsak onu yapalım. Tekrar girelim o sabahın köründe, o ilk ışıkların aydınlattığı buz gibi suya.. O kadar hasretmişimki sana... Tekrar nefes almak istiyorum suyun içinde seninle birlikte.
O yosun kokusunu, o deniz tuzunu bir kez daha hissetmek istiyorum.
Tamda istediğin gibi.
Her şey bitti. Her şey sona erdi artık. Seni sevmemin şerefine, kendiliğinden açılmış, yeni bir sayfanın başlangıcında...
Bu gece gelsen. Rüyamda otursan usulca. Sabaha kadar uyusan göğsümde. Çok sevdiğin gibi... Yatsanda kalkmasan keşke...
Özlemişim ben seni... Çok özlemişim...
Bunun adı kader.
İkimizin kaderi. İkimizin sonu acı veya tatlı. Hayat bizi boşuna aynı kalıba sokmadı. Ben acıya alışmayı öğrendim, sen sevgiye...
Şimdi bunu okuyabilseydin eğer, birşeyi anlamanı beklerdim. Ben seni normal insanların normal insanları sevdiği gibi sevemedim.
Artık hangi boyutta sevdiğimide bilmiyorum.

Resim: Kendi çekimim, Eşkel 2010

4 Temmuz 2010 Pazar

Düğün mevsimindeyiz ve ben kafayı hoplattım

2 kişi izah etti

Her yaz olur bu bana. Düğün mevsimi gelip çattığında her gün kriz kriz üstüne, bende bir bütün gelinleri gebertme isteği, bütün damatlarda sevgili bakçekapısıkılıklımı görme hevesi, sonra asla evlenemeyeceğimizi düşünüp lanet okuma faslı...
Ama evlenemeyeceğimizi sürekli düşünüp, ben ona varmam tavrımı ekleyip, gün kına gecesine gelince, gelinle damat salona girip dans ettiğinde bende ipler kopuyor. Hemen mesaj atıyorum. Bıraksalar yıldırım nikahı kıyarım adama. Sonra eve dönünce o hırs kaybolur. Allah belanı versin moduna geri dönerim hemen.
Bu akşamda sevgili alkolizm babamın patronun kızının kınası vardı. Ben doğdum doğalı aynı arabada şöfördür benim babam. Kızıda çok severiz, ailesinide. Aramızda müthiş bir bağ var hepsiyle.
Kumrall saatler öncesinden hazırlanmaya başlar. En güzel cicilerini giyer. Saçlarını başlarını maşalar. Makyajını suratına löpçük gibi yapıştırır. Düğüne uçar. Ama gelinle damat sahneye girince bütün geberikliğiyle, başlar ağlamaya saklı saklı. Derki; "Ulan bahçekapısı, allah seni nasıl biliyorsa öyle yapsın. Şu kadarcık olamadık. Hayatımın içine zıçtın. Ühüüü" Tabi ortada bir bahçekapısı bile yoktur. Değil evlenmek, adam karnını zor doyuruyordur zaten. Kumrall'ı dışında herkesle bir planı vardır o hayvanın. Ama Kumrall'la asla yoktur. Adam her düğün akşamı bir şekilde arazidir. Mesajları duymaz, ya uyur, ya sevgili kayınvalideyle sohbettedir duymamıştır...
Ben yılmam, bende o göz yok. Eğer o orangotanla evlenirsem, sırf düğünde millete hava atmak için evlenirim, bu böyle biline. Yoksa onunla 5 seneden fazla evli kalabileceğimi sanmam. İnsanın iflahını kurutur böyleleri. Evlenmesem hadi, lan bu saatten sonra bana alıcı gözle bakacak, sonra alacak bir adam varsa ben göremiyorum. Görsem belki saha değiştiricem, yeni maçlara bakıcam, ama ııı ıh. Ya bende bir sorun var ya adamlarda. Adaletine sıçtığımın dünyası. Ben ne körpe, ne fıstık bir kızdım. Beni bu böyle amele yaptı.
Türk düğün kültürünede hayranım açıkçası. Herkes kılık değiştiriyor. Hele hele biraz elit bir düğünse yaptın işi. O diskolardan barlardan çıkamayan karılar varya, onların topu, o abiye kıyafetlerinin altından gizli kalmış bir mahalle gülünü fışkırtır. "Abe kaynana, ne yaptın?" eşliğinde bir roman havası patlatırlarki, onlar görülmeye değerlerdir. Hepsi kendini sahneye atar. Suratlarında ne kadar boya varsa akıtana kadar tepinirler. Şaşırırsın. "La bunlar ne zamandır oyun havası biliyorlardı?" diye şekilden şekle girersin izlerken.
Artık o bildiğimiz kınaları bile üstün ikram anlayışıyla hayata sokan işletmecilerle gurur duyuyorum ayrıca. Bir mönü vardı akıllara ziyan. Kına lan bu?
Her neyse. Ben oynamayı sevmem. İçimde zıplayan bir şey olsada, ben o masaya kakılırım genelde. Nedenini hala çözemedim.
Keşke aile kurma tutkum bu kadar yoğun olmasaydıda düğünlere bu kadar takılı kalmasaydım. Doğru insanla evlenip doğru bir evlilik kurabileceğime nedense inanmıyorum. Bununda nedenini bilmiyorum. Aşka mı güvenmiyorum, kendime mi, bilemiyorum. Bildiğim, artık herşeyden korkuyorum. Düğünlerden korkuyorum, gelin görmekten korkuyorum. Çünkü ilişkimin nereye gittiğini bilmiyorum. Evleneceğim günü bekleyen tonla insan var bahçekapısı kılıklımla, ama ben öylece bakıyorum.
Kararlar... Kararlar...
Boşanmakta evlenmek kadar kolaymıdır acaba? Ya yapamazsam, ya hayatımı düzeltiyim derken daha beter olursam?
Ahhhh....
Çok gençken, çok kötü örnekler gördüm.
Keşke herşey biraz daha düzgün olabilseydi.
Merak ediyorum, acaba evlenipte yıllarca mükemmel kalabilen, birbirini yıpratmamış çiftler var mıdır gerçekten?
Bu sorgulamam acaba ne zaman son bulur?
En güzeli uyumak galiba...

Benden size düğün mevsimine hediye olsun buda...E hadi ben gider, tattiiiii....

İzmirli taylan -kaynana | izlesene.com

1 Temmuz 2010 Perşembe

Vampir Efsaneleri

0 kişi izah etti



Veee evet, Sims oynamaktan ve kitap okumaktan kafamı kaldırıp sosyal bir faaliyette bulunabilmiş biri olarak gerçekten ruhumun açıldığını, kafamın dağıldığını, sorunlardan bir nebzede olsa yırttığımı düşünüyorum.
Dün kitaplarını on günde su gibi okuduğum serinin, Alacakaranlığın Tutulma kitabının gösterişli, abartılı bir biçimde anlatıldığı o filme gittim. Diğer filmlere göre daha iyi miydi? Evet. Bella yine ağzı açık ayran budalası modunda mıydı? Evet. Edward yine yakışıklı mıydı? Evet evet :)
İkinci film olan Yeni Ayı'n kötü olduğunu iddia edenler olmuştu. Biraz durgun geçmesinden dolayı, az atraksiyon olmasından dolayı diye sebepler gösteriliyodu. Kitabı okusaydın bilirdin neden durgun olduğunu! Bence çok iyiydi. Bütün seriye çekilen filmler gayet iyiydi. Ama kitabı okumadan izliycekseniz filmi, zahmet etmeyin derim. Hiç bişey anlamazsınız. Sadece atraksiyonlarda gururunuz okşanır biraz o kadar. Viktorya Bella'ya neden saldırıyo, planı ne? Ordu nasıl bir ordu? Nasıl gelişiyo lan bunlar? Bu jacop durup durup Bella'ya neden asılıyo? Edward bunları basıyoda neden susuyo? diye filmin sonuna kadar kafayı zıplatırsınız. Önce alın seriyi okuyun, sonra filmleri baştan izleyin. Emin olun neyin neden olduğunu daha rahat anlarsınız.
Alacakaranlık/Tutulma'ya benden 10 üzerinden 8.
Bide sürekli duyuyorum, bella sürekli dudaklarıyla uğraşıyo diye eleştiriliyo. Suç oyuncunun salaklığında değil, kitabın anlatımında sürekli dudaklarını kemirdiği, ağzının açık kaldığı falan var..
Ehehe! 4. filmde ne olcak söyliyciiim hemen :) Sırf bu kitap okumaktan çekinenlere özel.
Bella Edward'la evlenir. Henüz vampir olmamışken Edward'dan bir kızanı olur. Ama kızan yarı insan yarı vampir, fırlamanın tekidir. Hızla büyür falan. (filmde o hızla büyümeyi nasıl yapıcaklar çok merak ediyorum:)) Doğum yaparken bella ölümün eşiğine gelir. O yüzden Edward onu vampire dönüştürür. Herşeyi anormal olan Bella, kana susamış bir yenidoğan olarak gelmez geriye. Kendisinin görünmez bir kalkanı vardır. Sabırlıdır, çevresindekileri kalkanına alabilmesi sayesinde koruyucu olabilir falan... Sonra kızanın tehlikeli olabileceğini düşünen Volturiler ordu halinde gelirler Edward'lara. Bella günün kahramanı olur! Kalkanını açıp bütün ailesini Volturilere karşı korur.... Stephein Meyer yeni bir kitap yazmazsa ve hikayenin sonunu bi şekilde getirmezse bütün o müthiş filmin canına okunacak. Hikayeyi bir şekilde kesmiş, yarıda bırakmış. Bari sonunu getirsinde, o kadar hasılatı boşa çıkmasın. Gold kartına gold kart ekliyoruz hatunun valla.


Son zamanlarda vampirli kitaplara heves ettim.
Şuan gece evi serisini okuyorum.
Onunda filmi çekilirse acayip gişe yapar. Tam çoluk çocuğa hitaben bir kurgu çünkü. Sen neden okuyosun diye sorarsanız, ben severim öyle aşırı aşklı, imkansız kurgulu şeyleri. Çocukluğumda okuyamadıklarımı şimdi okuyorum diyelim. Gece evi serisinin kahramanı da bir kız. Kızın 5 elemente hitaben bir özelliği var. Hepsini kontrol edebiliyor. Bir kerede 3-4 adamı idare edebildiği içinde kendisine hayranız :) 17 yaşında olmasına rağmen birsürü kötü adamı yendiği içinde onun doğa üstü bişey olduğunu kabul etmekten başka çare bırakmıyor insana.
Kısaca vaktin bolsa takip edebilirsin. Hemen yan tarafta 5. kitabının da tanıtımı duruyor şuan. Ben daha arıyorum böyle enteresan kurgulu kitapları falan. Bir kaç yazar daha var bu tarz yazan ve çok tutan. Kısa zamanda onlarıda edinicem kısmetse.

Eh... Kumral yaz tatiline girerse ne olur? İşte böyle sapıtır.
En azında Edward gibi bir vampirim, Jacop gibi bir kurt adamım olsaydı.... Ahhhh.... ah! Bize kalsa kalsa bahçekapısıkılıklıorangotanayıları kalır.

25 Haziran 2010 Cuma

Bihter öldü, çok şükür

0 kişi izah etti


Hep diyorum ben, biz abartmayı çok seviyoruz Türk insanı olarak. Bir abartımızında dün gece sonuna geldik. Yeni abartılarımızı merak ediyorum. Katlanarak devam eden abartılarımızın Aşk-ı Memnu'dan sonra nasıl devam edeceğini gerçekten bilemiyorum. Herkesin Bihter'e acıdığı, Behlül'e sövdüğü müthiş ötesi bir dizi finali yaşadık. Başlarda biraz izleyip sonra izlemeyi bıraktığım bir diziydi kendisi. Kendi aşklarımızın hepsi o diziye benziyor zaten. Bizim olmayan adamlara aşık oluyoruz, olmayacak insanlardan medet umuyoruz, bazılarına inat yanlış evlilikler yapıyoruz falan... Günümüzdede yaşanmıyor mu sanki?
Muhterem, mutaassıp devletimizin Aşk-ı Memnu'yu şeytan icadı bir dizi olarak yargılayıp, rtüğe baskı uygulayıp, çoğu sahnesini indirgediği bir çağdayız. 1970 te yayınlanan dizinin, hatta ilk televizyon dizisi olma ünvanı taşıyan bir dizinin, 1800lerde, Osmanlı'da ülke çapında yayınlanmış bir romanın, o yıllarda bile asla yargılanmaması, ama 21. yüzyılda hoş karşılanmaması biraz tuhaftı. Aylardır bu tartışıldı. Kendi fikrim, bu kadar saygın bir romanın yargılanmasının, yargılayan insanların sadece cahiliyetlerinden kaynaklanması yönünde. Bir insan bu diziye nasıl özenebilir? yada nasıl örnek alabilir bilemiyorum. Şimdi evli bir kadın gidip kocasını, yeğeniylemi aldatıcak? Birde bunu normal birşey mi sanıcak diziyi işaret ederek? Bizim devletimiz insana pes dedirticek işler yapmaya o kadar alışkın ki. Söylenicek birşey yok o yüzden.
Bihter şerefini kurtardı diyenlere katılıyorum. Hani sadece bir sürtüktü? Yoldan çıkmış bir fahişeydi ve bir çoğuna göre, "Tövbe estağfirullah, Allah ıslah etsin" gözüyle bakıyorduk o kıza. Kitapta da olduğu gibi, kendini öldürdü, herşeyi açık etti, onların evlenip mutlu olmasına izin vermedi, kendi mutsuzluğunda kıvranmadı, Behlül'e yaptıklarının cezasını kendi yokluğuyla verdi ve gitti. Bir kadının gücünü ortaya koyarak elveda dedi. Artık Bihter'i anlıyoruz bir çoğumuz. Ve bir çoğumuz bunu ahlaksızlıkla yargılıyoruz hala. Hayır aslında Adnan'a kızmanız lazım. Gencecik bir kadını, 50sinden sonra kudurmuş gibi kendine karı yaparsa, cezasını da çekicek. Ay ne güzel yorumluyorum :) Ehehe, dizikolik sanıcak görende.
Her neyse işte, Türk halkı olarak, birçoğumuza göre, bir ahlaksızlığımızın daha sonuna geldik.
2 ölü, 2 yaralı, 1 felçli :)
Ve bir dipnot: Diziden beş saat önce kadar messenger'da ablamın görümcesi beliriyor. Elinde bir dosya olduğunu ama bilgisayarın ms word olmadığı için bir türlü okuyamadığından bahsediyor. Bende bilgisayar dahisi olarak dosyasını adope reader'e çeviriyorum. Bu dosyayı bana aktardıktan sonra diyorum bir bakiyim neymiş, kimmiş... Dosyayı bir açıyorum ki şok şok şok. Aşk-ı Memnu Veda senaryosu. Hilal Saral imzası falan var sayfalarda. Tabii fake'tir diye umursamıyorum ama, merak bu ya, açıp okumadanda edemiyorum.
Allah'ım bu ablamın görümcesinden korkmaya başladım. Her an çekilmemiş filmlerin senaryolarını ele geçirebilir bu kız, acayip tehlikeli.
Bütün konuşmalar, replikler, müzikler falan, herşey aynıydı. Resmen konuşmaları üstüne okudum diziyi izlerken. Yahu bir sahnede değiştirilmiş olsun. Hayır ya! Hepsi aynıydı. Bir dizi keyfim vardı, onunda içine zıçtı. Kendisine kaçakçılığı için kocaman bir alkış istiyorum Artık nasıl bulduysa...


Yazma aşkımın tuttuğu gün, 23 haziranda, bilgisayarımı, kahvemi alıp terasa çıktım. Hava küfür küfür, serin falan... Bacalar var kısa duvarlar halinde. Komşular deli sanmasın diye onun dibine oturdum, hiç bir taraftan görünmediğimden emin oldum. Her neyse, dedim kahvemi, telefonumu falan baca duvarının üstüne koyayım. Bizim bacalarında yarısı kapalı kullanılmadığı için. Kahvemi koydum, telefonumu koyayım dedim, telefon birden boşluğa süzülüverdi. Ağzım beş karış açık, kolum yukarıda kaldı. Ben öylece dondum kaldım. Aklımdan geçenler sırasıyla; Allah kahretsin, telefon nereye düştü şimdi?, Ulan bulamazsam o telefonu bahçekapısı kılıklı sevgilimle nasıl konuşucam?, acaba sobalardan birinin içine düşmüş olabilir mi, lan evi mevi patlatıcan salak Kumrall, Ve ARTIK O TELEFONDAN UMUDU KESMELİYİM, KESİN BOZULDU!! ÜHÜHÜ! sinyali. Koşarak eve indim. Annem öyle bakıyo suratıma, o tangır tungur ses neydi, bacadan bişey düştü kızım? dedi. Evet, tam o bacaların geçtiği duvarın yanında oturmuş tv izliyor sevgili annem. Önce bilgisayarı düşürdüm sanmış. Bacadan? Annemin hayal gücüne hayranım ya. Telefonu düşürdüm dedim tabi mecburen. Bana ne kadar salaksın bakışı attıktan sonra, çaldır bakalım telefonumdan, nerden gelicek sesi dedi. Ben ümitsizce, kesin kapanmıştır edasıyla numaramı tuşladım. Bizim evdeki bacadanda dinliyoruz, acaba nereye inmiştir diye. Telefon çaldı, derinlerden bir yerlerden ötüyor kendi halinde. Ben koşa koşa aşağı indim tabi. Dayımın ev anahtarını sakladıkları kuytudan çıkardım, kapıyı açıp misafir odalarına daldım. Başladım çaldırmaya. Anam ses yükselmiş, telefon orda ama bacayı açmayada korkuyorum. Yılan çiyan akrep makrep çıkar diye de korkuyorum. Ama sonunda iletişimin önemi (!) kafama dank etti. Misafir odasının bacasını açtım, ııı-ıh yok, gittim yatak odasını dinledim. Ses kesinlikle orada ama baca nerede? Gardrobun arkasında. Neyse bir merdiven bulduk. Çıktım gardrobun tepesine. Büyük bir cesaretle soktum elimi bacaya ve benim garibanı düştüğü o kaosun içinden kurtardım. Bir kaç çizik, oyuk vs. ile yıllanmış telefonum e-250imi kurtadım. O anki mutluluk, fenerin galatasaraya gol attığında yaşadığım sevinçle eş değerdi.
Annem özlü sözlerinden birini fısıldadı.
A benim salak kızım, Allah fakire önce eşşeini kaybettirir, sonrada buldururmuş. Seninde velinimetin, bozulamayasıca telefonun!
Uzun bir süre güldüm. Ama bütün yazma isteğimde sona erdi o gün.


Geriye doğru gidiyorum.
22 Haziran salı günü. Gece 00.01 de sevgili sevgilimden bir mesaj. "Doğum günün kutlu olsun aşkım, nice senelere :-)". Allah cezanı versin senin gibi herifin yazmak istedim ama, sadece "Sağol aşkım." yazabildim. Millet sevgililerin evinin önünde havai fişek patlatır, yığınla parti düzenler, hayır artık kalp yastığa bile razıyım ama, adamda ruh yok, para yok, romantizm hiç yok. Yinede 22 haziran gününün sonuna kadar atraksiyon bekledim. Boşuna beklemişim. Hiç birşey yapmadı kahrolasıca yaratık.
Sabahın en kör ayazında yine yeğenimin çığlıklarıyla uyandım. Kahvaltımı bitirip, afyonumu patlatamadan ablam elinde bir kalpli pastayla çıkageldi mutfaktan. Mes'udum. Ablamı çok seviyorum. Atraksiyon kraliçesi. Tabii yeğenimle birlikte üfledik mumu. Güzel bir sabah oldu. Birileri için öncelik sırasında olmak hoşuma gitti. Tabii sevgilim için hangi sıradaydım bilmiyorum.
Face zımbırtısında, bütün gün ağzımdan ne hikmetse taziye mesajlarımı yanıtlıyorum sözükleri dökülüyordu. Ne taziyesi lan diye uyardım her seferinde kendimi. Kutlama mesajlarım. Allah face'ten razı gelsin. O olmasa bir allahın kulu hatırlamaz zaten.
Ve dün, parası olmadığını söyleyen sevgilim, parasızlıktan kapı dışarı çıkmayan sevgilim varya, işte o, amcası ve yengesini 100 kilometre mesafeye, tek kuruş para almadan götürdü arabasıyla.
Hiç soru sormadım ama...
Bak işte, kalbim kırılıyor ne yapayım? Ne kadar saygılı, sevgi dolu yaklaşabilirim ki? O hep derki, hayatımdaki tek varlık sen olamazsın, sen bir ayrıntısın benim için, ama seni seviyorum aynı zamanda, eşim olmaya layıksın (artık o ne demekse)...
Bazen sorgusuz sualsiz, defol git hayatımdan, demek geliyor içimden.
Hani anneniz sizin hayatınızda o kadar değerlidir, o kadar çok seversiniz ki, her gün bir fasıl onunla geçirirsiniz vaktiniz, o bahçekapısı kılıklı sevimli pandada benim hayatım için aynı önem derecesinde. Bütün çok sevdiğim insanlar gibi... Ama ben onun için aynı önem derecesinde değilim. Hatta bazen evlendikten sonrada olmayacağımı düşünüyorum. Onun için annesi var, akrabalarının ne düşüneceği var, para kazanma hırsı ve gerekliliği var, benden bunlara karşı, ne yaparsa, nasıl davranırsa davransın anlayışla karşılamamı bekleyen ucube bir mantığı var. Ve ben erkeğinin her hatasını görmezden gelecek bir geyşa olmalıyım. Beyim ne yaparsa haklı, ne isterse hemen yapılmalı, soru sorulmamalı...falan filan.
Evet artık diyorumki, çalışmaya başlayana, ayaklarımın üzerinde durana değin onu çekeceğim, konu evliliğe geldiğinde tekmeleyeceğim sanırım. Ben kendime layık adamı bulacağım, ona layık olmaya çalışmayacağım. Zaten kendimden daha lisanslı bir kadını ezmezsem eğer tepeme çıkarım mantığında. Sanırım, çekemiycem. Öğürücem artık.
Neyse işte öyle... Şimdi keyifli bir gün geçiriyorum. Ne hoş.

14 Haziran 2010 Pazartesi

Mezun oldum, gel(ebil)dim! mi acaba?

6 kişi izah etti


Hepsi bitti. Yani kepimi attım, balomada gittim. Hepsi tamam.
Geriye kalan 7 verilmemiş dersi saymazsak tabiiki :)
Daha ilçe sınırlarına girdiğim andan itibaren içime oturan elbise krizimi atlatmam çok uzun sürmedi. Kendi kendime devamlı, sanırım en kokoş ben oluyorum diye söyleniyordum ama balo salonuna girdiğim andan itibaren, bir yığın kokoş olduğuna çok sevindim. Gerçi elbisesi en çok parlayan bendim sanırım. Ama o elbiseden çok çektim. Fermuarını 3 kişi kapatabildik.
Allah'ım o ne çok partnerli bir geceydi öyle. En yakın kankalarımdan tut, düşmanlarıma kadar herkesin kolunda en az 1.80 yakışıklı beyler, ben ve bir kaç hatunla beraber saplar takımıydık. Allah kahretsin kısaca... Faruk bilmemkimin özel tasarımı, 2 renge sahip ve benim siyahını, beni zayıf göstersin diye aldığım elbisemi, truva atının muhteşem prensesi helenin saç modeli, parıl parıl bir makyaj, 7 cme varan topuklardan sonra 1.80 olan boyumla beni her gören "Oooowww" dedi. E tabi gariplerim alışık değillerki. Hayatlarında ilk kez beni öyle gördükleri için şaşırdılar. Ama bu benim sap olduğum gerçeğini değiştiremedi ne yazıkki. Sevgilim eğlenmem gerektiğini, kendisini düşünmemem gerektiğini belirtti. Ahahaha! Bak yaaa!!
Acayip dans ettik diyebilirim. O dereceki, gece sonunda ne saç kalmıştı, ne makyaj, ne elbise, nede beyin. Önce 25 metrekareyi geçmeyen restoranda dans etmeye çalıştık, sonrada bahçeye yayıldık. Baştan pop falan çalıyorlardı sonra tam benim kafa güzel olmaya yakındı sanırım, çiftetelliden girildi, ankara havasından çıkıldı, horondan girildi, roman havasından çıkıldı. Ayakkabıları fırlatıp ayağımızı toprağa bastık. En son o kadar ablamın düğününde döktürmüştüm herhalde. 3 biranın sonunda acayip bir durumdaydım. Devamlı oynuyordum. Bir ara okulumuzun artist kızı, bir arkadaşla beni tutup lavaboya götürdüğünde, kapı kollarını bulamayacak durumdaydım. Bize mukayyet olmaya çalışıyordu ama biz gırtlağımız yırtılana kadar gülüyorduk. Masada daha önce hiç muhabbetim olmayan ama içkinin tesirinden dolayı kanka, hatta asılma moduna kadar geldiğimiz bir çocuk, bana tatlı yedirmeye çalıştı. Bende masada ne kadar rakı bulduysam mideye indirdim. Önce okul başkanının rakısını içtim, arkadan o çocuğun rakısını. Sevgili arkadaşım Y, hiç sarhoş olmamasına rağmen hem sevgilisini, hem beni topladı. İkimizde sahoştuk, hatta sevgilisi benden daha az içki içmişti. O çocuk bana asılırken ben sadece kahkaha atıyordum. A-a! Benim bahçekapısı nerede? Boyu posu devrilesice, teneşirlere gelesice diyordum 5 dakikada bir. Ben bahçekapısı dedikçe, Y ve sevgilisi M sürekli güldüler.
Çocuk sandalyemi yamacına çekmeye çalıştıkçada güldüm. Garibim 90 küsür kiloyu acaba nereye çekmeye çalışıyordu? Tatlıyı sürekli, "bidenem sende ye" diyerek ağzıma tıkmaya çalışıyordu. Bir bayan arkadaş M.Ç, rakı şişesinden tatmaya çalışıp, 1 bardağa yakın sek rakıyı içtikten sonra ve hemen ardından oracığa yıkıldığı için, o kısımda artık altıma işemek üzereydim. İçmeyi bilmeyenlerle içmek daha bir zevkliydi sanki ya :)
Benimki tamamen sarhoş olmak istemekle alakalıydı. Ben karıştıra karıştıra neler içtim sarhoş olmadım. Beni yıkan tek durum, bi şişe şarabı 2 saatte içmek ve 8 shot tekila. Başka durumlarda tam olarak olmuyorum ben. Yan masada öğretmenlerimiz oturuyordu ve bizim masaya çok güldüklerinden adım gibi eminim. O bidenem furyasıda, sevgili arkadaşım Y'nin çocuğu kenara çekip, "O kız sahipli, hani sevgilisini tanımasam..." diye başlayan cümlesi ile son buldu. Çocuk yanımdaki sandalyeyi tek edip daha beter içmeye devam etti. Çıkıştan sonrasını bilmiyorum ama çok merak ettiğim kesin.
Taksiye kadar yürümek zorunda kaldığım 200 metrelik mesafeyi Y'nin sevgilisi ve benim arama girmesiyle gerçekleşti. Bizi resmen o topladı. Yazık kıza ya :) Beni yurda bıraktılar. Bizim yurt bekçisi cadalozun "uykumu böldünüz" feryatları arasında Y'nin boş odasına çıktım.
Bunların katının ışıkları pek yanmıyormuş. Normalde insan görünce yanan lambalardan, saat 3.00, ben abiye elbise ve çıplak ayaklarlayım, elimde sürüyle anahtarlığın içinde tek bir anahtar olan şeyin içinden o sap anahtarı bulmaya çalışıyordum, lambalar yanmıyordu ve ben o kafayla korku filmi yaratıyordum. Uzun koridorun sonunda terasa açılan o kapı, kapıdaki ay ışığı falan derken, şimdi o zifiri karanlıkta bişiy beni tutup bopucak, allahım alkollüyüm, allahım günahkarım ben diyerek kafamda bir ampul yanmasını bekliyordum. Yandı sonra. Aklıma odanın çarprazındaki çamaşırhanenin ışığını yakmak geldi. Oda başka zaman yanmaz normalde. Yandı evet! Hiç o kadar mutlu olmamıştım lan ben :) Sonra ah-ha! aslında evet sarhoşluğu kendim yarattığımı farkettim. Bir uyuşukluk dışında bütün görüntüler yerine oturdu. Odanın kapısını açmamla arkama bakmadan içeri daldım. Derin bir oh çektikten sonra elbisemi çıkarmaya odaklandım. Tabi çıkarana kadar odanın içinde 4 tur attım diyebilirim. Fermuarı açmam çekmesi gibi, hiç kolay olmadı. Duş alıp uyudum ve baş ağrımla başbaşa bıraktım kendimi....
Hayatım boyunca en hüzünlendiğim ve en mutlu olduğum geceyi aynı andan yaşadım. Bahçekapım olsada beni oynatmasa keşke dediğimi hatırlıyorum. Kendime içmemeye dair söz vermiş olmama rağmen, yinede köpek gibi içmiş olmamı buna bağlıyorum. Tam tadında ve kararında kaldı ama. Mezuniyet yemeğide böyle olur bizde işte. Kiminle takılacağını bilirsen herşey yolunda gider. :) Eğlenirsinde, coşarsında, geberirsinde... Aklımdaki en hüzünlü tablo, kış güneşi çalarken, salatayı deşmemdi. Sağa sola bakmadan hemde... Zaten bakıncada vıcık vıcık birsürü çift görüyordum. Aklımdaki en kıkırdak tabloda çocuğun bana tatlı yedirişiydi. Bidenem... güzel bir sözcük, üstelik şiveli söylenirse...
Bahçekapımdan kalan şey ise, sessizlik, yoğun bir sessizlik ve barışmamız. Dün barış ilan ettik. Mezuniyet videomun eline geçmemesini umuyorum... :)
İşte böyle... Kep törenimden pek bir detay yok. Çok sıcaktı ve ailemle geçirdim. İlçeye gittik geldik ailecek. Resim çektirdim stüdyoda, o kaldı elimde hemen hemen sadece. Güzel ve yoğun bir hafta geçirdik. Sınavlar ve törenler içeren eğlenceli bir haftaydı... Şimdi okulun bitirilme aşamalarına gireceğim. Önce staj yapılacak, ardından kalan dersler verilecek falan. Sonrada kısmetse bitecek.
Kumrall'ın okul macerası henüz bitmedi, devam edecek... Beni izlemeye devam edin canlarım...

5 Haziran 2010 Cumartesi

Bahtsız bedeviyim, çölde kutup ayısı, bahçe kapısı kılıklı sevgili kurbanıyım!

0 kişi izah etti

Bakınız yukarı, aha işte sevgilimin o hallere düşmesini hayal eden bir ben var benden içerü :D

Bugün yaptığım ikinci kahvemde buz kesti, Allah kahretsin ya! Hayır yani madem içmiycen neden yapıyosun? Hadi madem yaptın içsene!
Farkettim ki yazı yazarken kahve içmeye çalışmak gibi psikopat bir huy edindim ben. Lisedeykende hep dalga geçerlerdi zaten, her yazımda kahve geçerdi, çok etkileniyorum demekki, sürekli kahveyle yazı yazmaktan yazılarımın içi kahve sansürleriyle doldu taştı.
Evet doğru bildin, bunları sinirim bozuk olduğu için geveliyorum.
Mezuniyet baloma son 7 gün kaldı. Kep törenim için son 3 gün var. Ben ders çalışmadan buralarda süklüm püklüm oturuyorum, gittigidiyordan balo kıyafeti alıyorum, saç modelleri hayal ediyorum, takı seçmeye çalışıyorum, ayakkabıları rüyalarımda görüyorum. Aman sanki 600 kişi nüfuslu İ.M.Y.O bana çok meraklıda, bende kıçımı avaz avaz yırtıyorum. Zaten hala partnerim yok, zaten yalnız ve bedbahtım! Ayhh çok kötüyüm. Kesin baloya giderken ağlıycam, sinirim falan zıplıycak. Bişeyler olucak kesin!
Sevgilimle dün gece yine tartıştık sabaha kadar. O siyah dedi ben beyaz. O hayır dedi ben evet. En son bir ara ayrılalım bile dedik. Hep bu uğursuz balo yüzünden. Gelmiyo işte neden ısrar ediyorum sanki dimi? Ama hayır, illa burnundan getirmem lazımki o gece benim burnumdan gelmesin. Ben biliyorum, o şimdi ne hayaller kuruyo, bir kere inatta etti gelmem ben diye, yiğitliğe bokta sürdüremiyo. Ya ama olmazki. Benim kör cahil saflığım yüzünden caydı adam zaten.
Olay nasıl gelişti bak sana anlatayım ben bunu.
Allah kısmet ederse gelicem dedi baştan. Sonra mali durumu kötüledi, bende safım ya, yardımım olsun dedim, gel gel diye boğmiyim dedim, ben 15 yıllık komşumun oğluyla gidiyim sen canını yorma, kendini sıkma benim için dedim. Anam bu bir tozuttu!! Yok işte ben ona plan yapmadan neden sormuyormuşum, o herşeyi ayarlamışta ben piçlik yapmışım, ne bok yersem yiyeymişim... Benim zaten komşumun oğluşu varmış, ona ne lüzummuş diyymi, falan, filan, feşmekan. Beni dakkalar içinde felç etti. E madem ayarladın gelsene dedim, hayır gelmem, üstüne şunu verseler billah, bunu verseler allah gelmem. Bende verdim odunu. En mutlu günüme bi inat uğruna gelmiyosundan girdim, sen benim için bişey yapmıyosundan çıktım. Son zamanlarda bir garip davranıyordu zaten. Böyle soğuk, uyuz uyuz... Onunda ardına sığındığı bahaneleri var tabi... Ama gitmiyo ilişkimiz galiba bahçekapısı kılıklı sevdiğimle. Napsak bilemedim valla. Ona göre de bizim bir sonumuz yok, ortak noktamız yok... Ona saygı duymuyorum, adam yerine koymuyorum, kötü günlerine destek vermiyorum, istediğim bişey için çok zorluyorum gibi saçma bahaneler üretiyor. Bilmiyorum belki de gerçekten öyle davranıyorum.
Seviyorum ama... Aması var işte. Ben bir erkeğin eğitimine girip gıkını çıkarmayacak bir kuçu kuçu olamıyorum. Tamam aksini iddia eden yok, hepimiz varoşuz, hepimiz ayak takımıyız ama yok artık yani. O bekliyoki, ben annesi gibi vefakar, fedakar, acayip mahalle eğitimi almış, kocasını hiç bir koşulda boşamamış bir kadın olayım. Bana bir tokat atsa o dakka dava açarım ben lan adama! Adamın donunu söker alırım altından. Neyin boyun eğmişliğinden zırvalıyosunki dimi!
Hayır olmuyo, gitmiyo, yürümüyo.
Muhtemelen balo gecesi postalar bu beni zaten hazmedemeyip. Bende topuğumla kafasını yarmaya çalışırım. Hele bi gelsin bakalım, o zaman görücez hanyayı konyayı. İçip içip ortalığı dağıtmayanı düz duvara tırmandırsınlar!
Yani anlıcağın, hırs yapmış bulunmaktayım. O baloya eşsiz gidilecek, eğlenilecek, geberene kadar dansedilecek. Hayatımın en güzel şeyinide kendime zehir etmiycem. Bir damla hüzün yapmıycam. Ve sonra neler olduğunu gelip anlatıcam böyle ballandıra ballandıra.

Bir blog günlüğünün kitap çıkardığını öğrendiğim günden beri acayip kıskandım kabul edebilirim.
Ama aferin yani, çok takdir ettim. Kitabıda almayı düşünüyorum, bir türlü elim ermedi desem yalan olur :) Cüzdandan kredi kartımı çıkarmak çok zor geliyor kabul edebilirim. Bu ara bana herşey zor geliyor.
Aslında yazmak üzerine kafayı çok yormuş biri olarak, yazdıkça yazası gelen bir blogger olarak şunu söyleyebilirim. Ben yazarların deli olduğunu düşünmüşümdür hep. Yani o kadar şeyi nasıl hayal ederler, o kadar etkili yazmayı nasıl becerirler, o kadar olayı, o kadar kusursuz nasıl resmederler her beyinde anlamazdım. Sonra bir iki deneme yapmaya çalıştım. Zaten normal insanların yazar olmasını bekleyemezsiniz. Duygusal olmalı, duygularını düzgün yansıtabilmeli, hissi verebilmeli. Bir kere sınırlısın, kelimelerin hapsindesin. Resim yapmak, birşeyler çizmek kadar özgür değil bu. Bir dilin verdiği kelime sayısı kadar hakkın var. Yanlış kullansan eleştirilirsin, cümlen düşük olsa hissettiremezsin. İlla bir ton zırva çıkar karşına.
Sanatın her alanını seviyorum ben. Belki yıllardır sanat tabanlı eğitim almamdan kaynaklanıyordur. Ama hatırlıyorum, bana okumayı sevdiren ilk okuldaki türkçe öğretmenimdi. Yazmayı sevdiren lisedeki edebiyat hocamdı. Yazı üzerine beni kışkırtanda okumayı seven kankalarım oldu. Pucca başına iş aldı aslında. Deşifre oldu bir bakıma :) Bakınız bende in cin top oynuyor, belleyebildiğim kadar belliyorum yazmanın sınırlarını :)
Pucca'ya çıkardığı kitapta bol satışlar, bol ünlenmeler, şanlar şöhretler diliyorum :)
Bugünlükte bu kadar annem. Yoruldum. Devam ederse bırakamam yazarda yazarım.
Mezuniyet balomda, sevgilim konusunda bana şans dileyin. Harbi şansa ihtiyacım var.

27 Mayıs 2010 Perşembe

Müthiş bir cuma gününden arda kalanlar

0 kişi izah etti

Merhaba, merhaba, merhabaaaaaa...!!!
Kendim kendime sesleniyorum sanki ya, ne kadar boş biyer oldu böyle burası. Gelen giden yok, arayan soran yok.
Üst solunum yollarım fena grip oldu. O yüzden sesleri şuan geçici olarak duyamıyorum sayın okurum. Sanırım sümüğüm kulağıma adapte oluyo. Zaten hiç birşeyim normal seyretmez benim. Mesela vücut var, kafa odun gibi, kalas gibi... Tuhaf, garip bir durum yani.
Bi önceki yazımda söylemiştim, yaz ortası grip olurum ben sıkıntıdan demiştim, vallahada oldum. Hay ağzım bal yisin. Tabi vücut bir süre direniyor, biryerde bayrakları çekiyor göğe. Oda haklı kızamıyorum yani. Napsın garibim.
Yeni birşey olmuyor hayatım. Hep aynıyım. Sürekli evdeyim neredeyse. Haftada iki-üç gün okula gidiyorum o kadar. Öyle bir bakıp geliyorum o zamanlardada. İşlerim sıkışık değil allahtan. Zaten gripli olduğum için bu hafta hiç gitmedim. Mal mal dolanıyorum ortalıklarda. Bembeyaz, hayalet gibi bir suratla falan...
Kafamı irdeleyen bir ton zırvayla bu halimle bile beyin olarak meşgul olabiliyorum, çok tuhaf bir durum bu benim yaptığım yani. Uyurken düşünmeye başladım mesela, dün gece farkettim. Uyurken bile hesap kitap yapıyorum, şunu şöyle yapsam nasıl olur, bunu böyle yapsam nasıl olur diye. Hem okul, hem aile, hem ilişkiler konusunda hassas bir dönem geçiriyorum. Yada gripten dolayı bu hassaslık.
E bünye biraz kendine geliyor içindeki mikrobu dışa vurarak.
Ayın 11inde mezuniyet törenim var. Tabi ben mezun olamıyorum o ayrı bir konu.
Sevgili sevgilim bir inat uğruna benimle mezuniyet törenime gelmeme kararı aldı. Sizce onu boşamalı mıyım? Valla çok istiyorum bunu yapmayı. Ve acil olarak o gece bana mukayyet olacak yeni bir aday aranıyor. Çok makyajlı ve kokoş olmayacağımı temin ederim. Sadece yanımda dolaşsa yeter yani. Konuşmasına veya herhangi bişeye dahil olmasına gerek yok. Acaba mağazalardan birinden mankenmi çalsam napsam :)
Şinciiiiikkk... Gelelim 29 mayısın en gündem konusu eurovisiona. Bizim şarkının performansını beklediğimden de iyi bulduğumu arz ederim. Sabah netten izleyebildim, akşam takip edemediğim için. İkinci bile olmamız gayet iyi bence. Almanya'da birinci olmuş. Ordaki kızan çok sevimli bişiye benziyodu. Böyle çıtı pıtı falan. Tavırları kazandırmış olabilir. Şarkıda o kadar müthiş bir şarkı değildi. Bizim şarkımız daha iyiydi onlara göre bana kalırsa. Yunanistanı her sene olduğu gibi beğendim. Adamların etnik müzikleri güzel. İnsanın kanını kaynatıyor. Zaten genelde komşu komşu huuu oyununa dönen bir yarışma olduğu için bu sene izleme gereği bile duymadım. Ama sabah bi bakiyim nolmuşuz gibilerinden girdim, ben daha düşük bir derece bekliyodum. Ama izleyince hak verdim. Güzel bir performans olmuş. Aferin mangaya :)
Kalem işimi cuma günü tamamladım sonunda. Bence güzel oldu. Şöyle karşıdan aldığım bir fotografını sizlere sunmak istiyorum.
Evinin duvarını boyatmak için can atan varsa siparişle boyanır canlarım :) :
Güzel olduğuna inanmak isitiyorum içten içe ya. İnanmayı geçtim öyle olmak zorunda çünkü bu benim final işim. Ve bunu tamamlarken, yani cuma günü, resmen artık son dakikalarda bayılıcak gibi oldum. Zaten henüz tam olarak kontör işi bitmedi. Bir gün bir boşluk bulup biraz daha uğraşmak istiyorum üzerinde. Ne kadar düzgün, o kadar puan :)
Mozaiğimiz temizlendikten sonra onunda bi resmini koyucam buraya. Asıl bomba onda. Tabi bu 70 santimlik bişey. O devasa bir pano oldu resmen. Üstelik onu sergiye göndericeklermiş. Ehehe :) Bizde acayip meraklıyız zaten, sergiye gitmezse kendimizi intihar ederiz diye tehdit ediyoruz bütün okulu :) Hepsi, lakabı çılgın bakire olan seramik hocamızın manyaklığı.
Bak aklıma cuma günü yaptığı yavşaklık geliyo sinirim bozuluyo, gülmeye başlıyorum :) Dur dur anlatıcam anam :D
Ben bir ara kapının önüne çıktım böyle bi hava aliyim, beynime oksijen gitsin, kendime geliyim diyerekten, yaktım sigaramı oturdum kapıya. Bizim seramik hocamız hanımefendi, kendisi otuzlu yaşlarda, bekar falan. Citroen c2 aldı bir ay kadar önce. Arabanın üstüne titriyo bişey olucak diye ama bir kullanışı var, fenaaa yani... Bir gün arabayı kaldırayım derken motoru indiricek diye korkuyoruz. Bahçemiz zaten çakıl arazi, birde o öyle kaldırınca bütün okul toza boğuluyo. Bende o an tam kapının eşiğinde, arabın ön tarafında, merdivenlerde oturuyorum. Kendiside beni pek bi sever sorma :) Arabayı 3 santim öne almak için çıkmış. Saat başı yerini değiştiriyo zaten o derece. Neyse ben öyle oturuyorum, sigaramı falan içiyorum. Okulda bomboş, final tatili haftası diye bi Allah'ın kulu zahmet etmemiş. Önce gelip, bir tek sen mi varsın?, diye sordu, onayladım. Gitti açtı arabanın kapısını bir havalar bir cakalar. Biraz daha kalabalık olsaydı ortam heralde bir tur atardı etrafta. Birde öyle bir manyak yani. Neyse bu arabayı çalıştırdı. Gaza bastı, basmasıyla frene geçmesi aynı anda oldu. Araba şöööyle bir hopladı. O arada arabanın altından beyaz bir toz bulutu yükseldi. Ben öksürmeye başladım gribin etkisiyle. Bu arabadan indi koşa koşa, astımım olduğunu biliyo, geldi, canım iyimisin, birşeyin varmı, ay çok özür dilerimde, kusura bakmada, hadi hastaneye gidelimde... Tabi benim kafada ampuller yanmaya başladı, pat yapıştırdım. "Hocam kusurunuza bakamıyoruz, muhterem ciğerlerim bu duruma alıştı, haftada 5 gün o tozu günde 3 kere yutuyorum, bişey olmaz, bağışıklık yaptı" dedim. Bende bir alican sırıtışı, onda bir dumur olmuş surat. İyi dedi gitti. O gün akşam çıkışa kadar takip ettim arabayı yerinden kımıldatmadı. Meğersem sonradan öğrendim, bütün hocalar bunun araba kullanışıyla dalga geçiyorlarmış :) Allahım kendimi çok seviyorum ya :)
Deliysen, çatlaksan, kadınsan, birde hava atmayı seviyorsan, kendi türüne çok dikkat et. Ben ipte oynayan tek cambazım, ötekine çelmeyi basarım :D
Hele sabahki amca çok daha olaydı yani. Terminal otobüsünde yolculuk yapıyorum. Bursa Buttim civarlarında seyir halindeyiz. Bende yeni yeni aymaya çalışıyorum kendimi. Etrafa mal bakışlar atıyorum. Öndeki amcanın telefonu öttü. O an çok dikkat kesilmemişim sanırım. Sonradan uyandım mevzuya. Adamın rast geldiğim durumu şuydu;
-La oğlum Halil! Haaaalil! La oğlum sesim gelirmi? Bu telefonda bir gevşeklik vardır oğlum! He sesim gelmirmi? La Allah belanı virsin senin telefon gibi!
Diyerek telefona vuruyordu. Bir an, herhalde telefonun adeti böyle, vurmadan düzelmiyo, diye düşündüm, sonra bunu televizyonlara yapanların en sonunda o televizyonu patlattıklarını anımsadım, kendime şaşırdım, salaklaştım bi an, herkes benimle aynı derece mal bakışlar atıyordu amcaya sabahın o köründe.
Garip bir cumaydı.