Dikkat! Bu sayfadaki tüm girdiler turkcell ve isbankası aracılığı ile şahsıma sağlanmış e-imza ile korunmaktadır.

Beni koruyun!

Beni Koruyun

25 Haziran 2010 Cuma

Bihter öldü, çok şükür



Hep diyorum ben, biz abartmayı çok seviyoruz Türk insanı olarak. Bir abartımızında dün gece sonuna geldik. Yeni abartılarımızı merak ediyorum. Katlanarak devam eden abartılarımızın Aşk-ı Memnu'dan sonra nasıl devam edeceğini gerçekten bilemiyorum. Herkesin Bihter'e acıdığı, Behlül'e sövdüğü müthiş ötesi bir dizi finali yaşadık. Başlarda biraz izleyip sonra izlemeyi bıraktığım bir diziydi kendisi. Kendi aşklarımızın hepsi o diziye benziyor zaten. Bizim olmayan adamlara aşık oluyoruz, olmayacak insanlardan medet umuyoruz, bazılarına inat yanlış evlilikler yapıyoruz falan... Günümüzdede yaşanmıyor mu sanki?
Muhterem, mutaassıp devletimizin Aşk-ı Memnu'yu şeytan icadı bir dizi olarak yargılayıp, rtüğe baskı uygulayıp, çoğu sahnesini indirgediği bir çağdayız. 1970 te yayınlanan dizinin, hatta ilk televizyon dizisi olma ünvanı taşıyan bir dizinin, 1800lerde, Osmanlı'da ülke çapında yayınlanmış bir romanın, o yıllarda bile asla yargılanmaması, ama 21. yüzyılda hoş karşılanmaması biraz tuhaftı. Aylardır bu tartışıldı. Kendi fikrim, bu kadar saygın bir romanın yargılanmasının, yargılayan insanların sadece cahiliyetlerinden kaynaklanması yönünde. Bir insan bu diziye nasıl özenebilir? yada nasıl örnek alabilir bilemiyorum. Şimdi evli bir kadın gidip kocasını, yeğeniylemi aldatıcak? Birde bunu normal birşey mi sanıcak diziyi işaret ederek? Bizim devletimiz insana pes dedirticek işler yapmaya o kadar alışkın ki. Söylenicek birşey yok o yüzden.
Bihter şerefini kurtardı diyenlere katılıyorum. Hani sadece bir sürtüktü? Yoldan çıkmış bir fahişeydi ve bir çoğuna göre, "Tövbe estağfirullah, Allah ıslah etsin" gözüyle bakıyorduk o kıza. Kitapta da olduğu gibi, kendini öldürdü, herşeyi açık etti, onların evlenip mutlu olmasına izin vermedi, kendi mutsuzluğunda kıvranmadı, Behlül'e yaptıklarının cezasını kendi yokluğuyla verdi ve gitti. Bir kadının gücünü ortaya koyarak elveda dedi. Artık Bihter'i anlıyoruz bir çoğumuz. Ve bir çoğumuz bunu ahlaksızlıkla yargılıyoruz hala. Hayır aslında Adnan'a kızmanız lazım. Gencecik bir kadını, 50sinden sonra kudurmuş gibi kendine karı yaparsa, cezasını da çekicek. Ay ne güzel yorumluyorum :) Ehehe, dizikolik sanıcak görende.
Her neyse işte, Türk halkı olarak, birçoğumuza göre, bir ahlaksızlığımızın daha sonuna geldik.
2 ölü, 2 yaralı, 1 felçli :)
Ve bir dipnot: Diziden beş saat önce kadar messenger'da ablamın görümcesi beliriyor. Elinde bir dosya olduğunu ama bilgisayarın ms word olmadığı için bir türlü okuyamadığından bahsediyor. Bende bilgisayar dahisi olarak dosyasını adope reader'e çeviriyorum. Bu dosyayı bana aktardıktan sonra diyorum bir bakiyim neymiş, kimmiş... Dosyayı bir açıyorum ki şok şok şok. Aşk-ı Memnu Veda senaryosu. Hilal Saral imzası falan var sayfalarda. Tabii fake'tir diye umursamıyorum ama, merak bu ya, açıp okumadanda edemiyorum.
Allah'ım bu ablamın görümcesinden korkmaya başladım. Her an çekilmemiş filmlerin senaryolarını ele geçirebilir bu kız, acayip tehlikeli.
Bütün konuşmalar, replikler, müzikler falan, herşey aynıydı. Resmen konuşmaları üstüne okudum diziyi izlerken. Yahu bir sahnede değiştirilmiş olsun. Hayır ya! Hepsi aynıydı. Bir dizi keyfim vardı, onunda içine zıçtı. Kendisine kaçakçılığı için kocaman bir alkış istiyorum Artık nasıl bulduysa...


Yazma aşkımın tuttuğu gün, 23 haziranda, bilgisayarımı, kahvemi alıp terasa çıktım. Hava küfür küfür, serin falan... Bacalar var kısa duvarlar halinde. Komşular deli sanmasın diye onun dibine oturdum, hiç bir taraftan görünmediğimden emin oldum. Her neyse, dedim kahvemi, telefonumu falan baca duvarının üstüne koyayım. Bizim bacalarında yarısı kapalı kullanılmadığı için. Kahvemi koydum, telefonumu koyayım dedim, telefon birden boşluğa süzülüverdi. Ağzım beş karış açık, kolum yukarıda kaldı. Ben öylece dondum kaldım. Aklımdan geçenler sırasıyla; Allah kahretsin, telefon nereye düştü şimdi?, Ulan bulamazsam o telefonu bahçekapısı kılıklı sevgilimle nasıl konuşucam?, acaba sobalardan birinin içine düşmüş olabilir mi, lan evi mevi patlatıcan salak Kumrall, Ve ARTIK O TELEFONDAN UMUDU KESMELİYİM, KESİN BOZULDU!! ÜHÜHÜ! sinyali. Koşarak eve indim. Annem öyle bakıyo suratıma, o tangır tungur ses neydi, bacadan bişey düştü kızım? dedi. Evet, tam o bacaların geçtiği duvarın yanında oturmuş tv izliyor sevgili annem. Önce bilgisayarı düşürdüm sanmış. Bacadan? Annemin hayal gücüne hayranım ya. Telefonu düşürdüm dedim tabi mecburen. Bana ne kadar salaksın bakışı attıktan sonra, çaldır bakalım telefonumdan, nerden gelicek sesi dedi. Ben ümitsizce, kesin kapanmıştır edasıyla numaramı tuşladım. Bizim evdeki bacadanda dinliyoruz, acaba nereye inmiştir diye. Telefon çaldı, derinlerden bir yerlerden ötüyor kendi halinde. Ben koşa koşa aşağı indim tabi. Dayımın ev anahtarını sakladıkları kuytudan çıkardım, kapıyı açıp misafir odalarına daldım. Başladım çaldırmaya. Anam ses yükselmiş, telefon orda ama bacayı açmayada korkuyorum. Yılan çiyan akrep makrep çıkar diye de korkuyorum. Ama sonunda iletişimin önemi (!) kafama dank etti. Misafir odasının bacasını açtım, ııı-ıh yok, gittim yatak odasını dinledim. Ses kesinlikle orada ama baca nerede? Gardrobun arkasında. Neyse bir merdiven bulduk. Çıktım gardrobun tepesine. Büyük bir cesaretle soktum elimi bacaya ve benim garibanı düştüğü o kaosun içinden kurtardım. Bir kaç çizik, oyuk vs. ile yıllanmış telefonum e-250imi kurtadım. O anki mutluluk, fenerin galatasaraya gol attığında yaşadığım sevinçle eş değerdi.
Annem özlü sözlerinden birini fısıldadı.
A benim salak kızım, Allah fakire önce eşşeini kaybettirir, sonrada buldururmuş. Seninde velinimetin, bozulamayasıca telefonun!
Uzun bir süre güldüm. Ama bütün yazma isteğimde sona erdi o gün.


Geriye doğru gidiyorum.
22 Haziran salı günü. Gece 00.01 de sevgili sevgilimden bir mesaj. "Doğum günün kutlu olsun aşkım, nice senelere :-)". Allah cezanı versin senin gibi herifin yazmak istedim ama, sadece "Sağol aşkım." yazabildim. Millet sevgililerin evinin önünde havai fişek patlatır, yığınla parti düzenler, hayır artık kalp yastığa bile razıyım ama, adamda ruh yok, para yok, romantizm hiç yok. Yinede 22 haziran gününün sonuna kadar atraksiyon bekledim. Boşuna beklemişim. Hiç birşey yapmadı kahrolasıca yaratık.
Sabahın en kör ayazında yine yeğenimin çığlıklarıyla uyandım. Kahvaltımı bitirip, afyonumu patlatamadan ablam elinde bir kalpli pastayla çıkageldi mutfaktan. Mes'udum. Ablamı çok seviyorum. Atraksiyon kraliçesi. Tabii yeğenimle birlikte üfledik mumu. Güzel bir sabah oldu. Birileri için öncelik sırasında olmak hoşuma gitti. Tabii sevgilim için hangi sıradaydım bilmiyorum.
Face zımbırtısında, bütün gün ağzımdan ne hikmetse taziye mesajlarımı yanıtlıyorum sözükleri dökülüyordu. Ne taziyesi lan diye uyardım her seferinde kendimi. Kutlama mesajlarım. Allah face'ten razı gelsin. O olmasa bir allahın kulu hatırlamaz zaten.
Ve dün, parası olmadığını söyleyen sevgilim, parasızlıktan kapı dışarı çıkmayan sevgilim varya, işte o, amcası ve yengesini 100 kilometre mesafeye, tek kuruş para almadan götürdü arabasıyla.
Hiç soru sormadım ama...
Bak işte, kalbim kırılıyor ne yapayım? Ne kadar saygılı, sevgi dolu yaklaşabilirim ki? O hep derki, hayatımdaki tek varlık sen olamazsın, sen bir ayrıntısın benim için, ama seni seviyorum aynı zamanda, eşim olmaya layıksın (artık o ne demekse)...
Bazen sorgusuz sualsiz, defol git hayatımdan, demek geliyor içimden.
Hani anneniz sizin hayatınızda o kadar değerlidir, o kadar çok seversiniz ki, her gün bir fasıl onunla geçirirsiniz vaktiniz, o bahçekapısı kılıklı sevimli pandada benim hayatım için aynı önem derecesinde. Bütün çok sevdiğim insanlar gibi... Ama ben onun için aynı önem derecesinde değilim. Hatta bazen evlendikten sonrada olmayacağımı düşünüyorum. Onun için annesi var, akrabalarının ne düşüneceği var, para kazanma hırsı ve gerekliliği var, benden bunlara karşı, ne yaparsa, nasıl davranırsa davransın anlayışla karşılamamı bekleyen ucube bir mantığı var. Ve ben erkeğinin her hatasını görmezden gelecek bir geyşa olmalıyım. Beyim ne yaparsa haklı, ne isterse hemen yapılmalı, soru sorulmamalı...falan filan.
Evet artık diyorumki, çalışmaya başlayana, ayaklarımın üzerinde durana değin onu çekeceğim, konu evliliğe geldiğinde tekmeleyeceğim sanırım. Ben kendime layık adamı bulacağım, ona layık olmaya çalışmayacağım. Zaten kendimden daha lisanslı bir kadını ezmezsem eğer tepeme çıkarım mantığında. Sanırım, çekemiycem. Öğürücem artık.
Neyse işte öyle... Şimdi keyifli bir gün geçiriyorum. Ne hoş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder