Dikkat! Bu sayfadaki tüm girdiler turkcell ve isbankası aracılığı ile şahsıma sağlanmış e-imza ile korunmaktadır.

Beni koruyun!

Beni Koruyun

19 Ağustos 2011 Cuma

Bu bir iç dökme yazısıdır...

1 kişi izah etti
Okurken dinlenecek şarkı.

Suyu çıktı hayatımın nasıl olsa. Biraz daha rezil olsak kime ne? Kabul etmeli, anlatması biraz acı verici oluyor.

Herşey 3 yıl önce başladı. Bir sonbahardı. Aşıkken aşık olmak üzereydim. Bin yıldır tanıdığıma yemin edebilirdim. Bin yıldır yanıbaşımdaydı sanki gavurun oğlu. İlk gördüğüm an işte dedim, işte bu benim gözlerimden kalbime akabilecek tek adam...
Bütün aşklarımı bir mevsimin sonbaharı gibi yaşıyorum nedensizce. Onu unuttuğum zamanlar oldu. Banyoda aynaya bakarken saatlerce aslında öylece durduğumu farkettiğim anlar oldu. Nabzımın atışını boğazımda gördüğüm anlar oldu. İnsanların şaşkın bakışları arasında ortamdan sıyrılıp saatlerce gözlük altından ağlayarak göl kenarını belki bin kere turladığım anlar oldu. Göle akşam üstü girerken birden saçlarımdan yağmur damlalarının süzüldüğünü farkettiğim gün o gölde, o şehirde, her kaldırımda, her köşe başında onun tadının olduğunu farkettim sonra... Tek yoluydu kaçarak uzaklaşmak. Ya da belki eski aşkları yeniden hayatımın bir köşesine sıkıştırmak... Her seferinde yüzüme haykırırken sen benim için imkansızsın diye, ben yanında olmak için diretirken, bir fotoğrafın köşesinde farkettiğimde içli bakışlarını ve sonra hiç olmayacak bir anda onun yönüne bakmışken ensemin dikinde olduğunu bakışlarının... Gizli bir aşk vardı ama neredeydi? Neden kimse onu ordan çıkarıp önüme fırlatmıyordu?
Bazen yatağa uzandığımda aklıma gelirdi. Şimdi izini bildiğim bir evde başka bir kadınla kalbini paylaşıyordu. Bense yatağıma uzanmış oda arkadaşımın o gün neler yaptığını dinliyordum.
Bir an çıldıracağımı sandım.
Dün öyle oldu. Çıldıracaktım. Kimse çıldırdığımı farketmeyecekti. Bildiğim aynı yollardan, bildiğim manzaraların üzerinden dönerken sığınağıma, sinir krizleri geçirip kafamı sağa sola çarpa çarpa kendimi öldürmek istedim. Tabi ki öylece dikildim, otobüs camının saman ve moloz manzarasını izledim, sıcak rüzgarı yuttum, beddualar yağdırdım.

Tam 3 yıl önce bir sonbahar akşam üstüydü. Gözlerine güneş ışığı vurduğunda, gözlerinin rengi çay kızılı oluyordu. Farkında mıydı?
Ben hala nasıl bir şey yaşadığımın veya nasıl bir hissiyatın içinde olduğumun farkına varabilmiş değilim. Leon'unda her zaman dediği gibi ya delinin elinden sopasını alıyorum, ya da çok hızlı iklim değiştirip aşık olma potansiyeli rekoru kırıyorum.
O sanki bilmiyor mu? Biliyorda yüzüme vuracak kanıt yok elinde.
Ve artık kimse için göz yaşı dökmüyorum. Zaten bunu yapmam için bir neden yok. O kadar saçma şeyler için üzüldüm ki, artık içimde zerre kadar göz yaşı kalmadığına inanmaya başladım. Bir gün yakın arkadaşlarım evdeki herşeyi kırdığımı, kendimi yaraladığımı duyup ağzıma sıçacaklar. Sonra gaza gelip beni üzen adamların hepsinin topuğuna sıkacağım. İşte o gün hatıralarım bitmiş olacak.
 İşte en kötüsü bu. Herşeye çare var sadece anılara format atmaya yok. Onu da bulursak çağ atlayacağız.

Tam 3 yıl önceydi. Onu ilk gördüğüm gündü içimde başlayan panik atak hissi. Onu ne zaman görsem öleceğimi sanıyorum. O günden beri bütün hastalıklarım tavan yaptı. O günden beri sevipte söyleyememenin ne boktan bir durum olduğunu biliyorum. Ama artık içimdeki şeyin onu sevmek duygusu olmadığının farkındayım. Çünkü boşluğuma doğru dağılıyorum.
Onu sevmediğim günden beri sağıldı umutlarım.
Ve sonra artık hiç kimseyi o ikisini sevdiğim gibi sevemeyeceğimi anlayabiliyorum. En azından boşa kürek çekmiyorum. Yoksa yok, ne yapalım diyorum ve oturuyorum köşeme.

Tam 3 yıl önceydi. Sana olan sevgimi dağa taşa verseydim çatlar giderdi be adam diyeceğimi bilseydim oralarda durulmazdı, insanın içini yakar, ateşi iç organlarını dağıtırdı. Ama durdum. Sustum. Beklemedim hiç. Keşke duygularımla futbol topu gibi oynamak yerine tek bir söz söyleyip gitseydi. En azından şimdi acı çekiyor, bir telefon numarasının sonunda eli ayağı titreyerek krizlere giriyor olmazdı.
Bildiğini biliyor olmak, unuttuğumu düşünüyor olmasını biliyor olmak, artiz gibi şunu dağıttım, buna kaynadım derken hava attığını anlıyor ve cevap vermiyor, o anını bozmuyor olmak ona verdiğim kıymeti anlatmaya yetiyor. Yine de konuşmamayı tercih edişimin gururdan çok acı biriktirmeye yönelik olduğunu anlıyorum. Şimdi siktir git ve aynısını yaşa, geber, kafanı çarpa çarpa geber dememek için kendimi tutuşum onu birdaha asla görmemek, görmek için tek bir çaba harcamayacak olmaktan kaynaklı... Çünkü kendimi bilen bir insanım. Yosmalığın bir sınırı vardır.

Tam 3 yıl önceydi. Çay rengi gözlerini göreceğimi bilsem sana selam vermezdim. Yanından, o gün yaptığım gibi sarı saçlarımı savura savura geçer giderdim. Sende bana saçlarını yeniden sarıya boyat demezdin. Bende bu aptallığa hiç tahammül etmemiş olurdum.
O selamı verdim ve üç senemin ağzına sıçıldı.
Şimdi sende biliyorsun ki sana bir daha selam vermeyeceğim. Gözlerime son kez baktın ve masallar akşam üstü izleyip abuk sabuk anılarla boğuştuğumuz o gölün dibine gömüldü. Bundan sonra sen, yazdığımın romanın baş kahramanı çay gözlü adam olarak kalacaksın. Bir gün o romanı nilüfer yazmış diyecekler ve sen alıp okuyacaksın. Kendini kötü hissedeceğini biliyorum. Hissetme. Çünkü o gün ben senin asla ama asla ulaşamayacağın bir yerde olacağım müphem sevgili...
Hoşçakal.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Konu yok-Başlık tükendi

0 kişi izah etti
Okurken dinleyin: http://fizy.com/#s/1ai8sp

Konuşmayı mı tercih ederdiniz, yoksa susmayı mı?
Bu susmayı kaçıncı tercih edişim bilmiyorum. İlacı almadığında ona ilerleyen, ilerleyecek ve belki de beni mahfedecek bir hastalığım olduğunu söyleyememek, bu hastalığa onun yüzünden yakalandığımı, o olmayınca toparlayamadığımı anlatmak... Seviyorsun çünkü, nasıl söyleyebilirsin ki?
Acılarım o kadarda eski değil. Dört beş yılın lafı olur mu tarih sayfalarının üstünde. Yeri gelir o kadar zamanda zafer destanları yazılır.
Ben bir aşk destanı yazabildim mi? Bu aşk destanı kaça ayrılır? İkiye. Ona ve bana.
İçinde yaşadığın yalnızlığı ve buhranı anlatamazsın. Ona "seni seviyorum" diyemezsin. Hiç olmadık bir anda gelir, karşına oturur ve sana yaşadıklarını anlatır. Gülümseyerek, bir akıl hocası ve bir dost edası ile dinler, acısını paylaşır ve gidersin.Senin ne hissettiğini, sana ne olduğunu sormaz. Sadece konuşur. Dinlemez, soru sormaz, konuşur ve düşünür. Aşk bu noktaya geldiyse geri dönülür mü?
Birlikte izleyip korktuğun korku filmini izler ağlarsın. Altı üstü bir uzaylı korku filmi olabilir ama sen bir topak tuvalet kağıdıyla ilişki yaşarsın.
Anladım ki aşk her yerde aynı şekilde yaşanıyor. Aynı şeyler hissediliyor. Aynı acı çekiliyor. Sonu mutlu biten, insana huzur veren bir aşk yok. Hep aynı boktan sahnelerin ortasındasın.
Ona sarılmak, ağlamak, ağlarken gebermek isterdim.
Rakı şişesinin dibine vurup, vurduğum yerde kalıp, kaldığım yerde içimdeki hafiflikle karışık o büyük ve tarifi imkansız acıyı yaşayacağıma ölmeyi tercih edebilirim. Hayır, intihara meyilli değilim. Ne zaman denemek istesem bir kaç dakika sonra anlamsız buluyorum ölmeyi zaten. İnsan gururlu yaşadığı aşkı için ölmeli. Kendini ve ne istediğini bilmez bir soytarı için ölünmez.
Bir gece bütün resimleri bir demir kasenin içine koyup, üzerine rakı dökmek suretiyle yaktım. Bir tomar resim yaktım. Alevin dibine kıvrılıp ağladım. İçimi çeke çeke... Yüzü yanarken rakıyı bir kafama bir kaseye boşalttım. Sonra kasenin önünde sızdım. Rüyamda onunla birlikte içtiğimiz rakıyı gördüm. O eğlenceli geceyi. Birlikte sarhoş olup yerlere yatmamızı. Onun gibi bir soytarıya lanet etmek yerine bir film denk getirip televizyonda, oruç ağız saatlerce ağlamak... Sonra yine beddua etmek.
Her beddua edişimde biraz daha mahfolduğumu izlemek aynada. Sonra sürekli başına bir şeyler geldiğini duyup neden yaptım, neden böyle söylüyorum demek kendi kendime...
Sonra bir mesaj almak. "Seni çok kırdım, çok üzdüm biliyorum. Hiçbir özrüm yok" cümlesini okumak. Banyo küvetine çömüp saatlerce sessiz sessiz duvarları yumruklamak...
Gecelerden sabahlara onlarca yarayla uyanmak stresten... Yine mi antidepresanlara doğru yolculuk? Başka nasıl tedavi edebilirim kendimi? Olmuyor işte. Gülümsemekle iş bitmiyor. Artık ne olacaksa olsun. Sondaysam bitsin. İyi birşey olacaksa olsun. İçimde beni ağrıtan birşeyler var. Kırıp dökmek, bütün sinirimi eşyalardan, camlardan ve kapılardan çıkarmak istiyorum. Herşey düzelene, ben iyileşene kadar gitsem bir yere, hiç dönmesem... O da mutlu olsa, evlense, hep hayalindeki gibi bir kızı olsa ve adını Eylül koysa. Bir daha hiç düşünmemek suretiyle unutsam yüzünü, o çok sevdiğim gözlerini. Dudaklarım unutsa, ellerim unutsa. Yüreğim yıkansa ve temizlense. Akıtamadığım gözyaşlarım son bir kez boynumdaki tüm izleri silse ve bitse hayat.
Tek istediğim, yeniden nefes almak. Yeniden gülümseyen ama gerçekten gülümseyen o kız olmak.
Al-ver. Al-ver. Al-ver.