Dikkat! Bu sayfadaki tüm girdiler turkcell ve isbankası aracılığı ile şahsıma sağlanmış e-imza ile korunmaktadır.

Beni koruyun!

Beni Koruyun

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Konu yok-Başlık tükendi

Okurken dinleyin: http://fizy.com/#s/1ai8sp

Konuşmayı mı tercih ederdiniz, yoksa susmayı mı?
Bu susmayı kaçıncı tercih edişim bilmiyorum. İlacı almadığında ona ilerleyen, ilerleyecek ve belki de beni mahfedecek bir hastalığım olduğunu söyleyememek, bu hastalığa onun yüzünden yakalandığımı, o olmayınca toparlayamadığımı anlatmak... Seviyorsun çünkü, nasıl söyleyebilirsin ki?
Acılarım o kadarda eski değil. Dört beş yılın lafı olur mu tarih sayfalarının üstünde. Yeri gelir o kadar zamanda zafer destanları yazılır.
Ben bir aşk destanı yazabildim mi? Bu aşk destanı kaça ayrılır? İkiye. Ona ve bana.
İçinde yaşadığın yalnızlığı ve buhranı anlatamazsın. Ona "seni seviyorum" diyemezsin. Hiç olmadık bir anda gelir, karşına oturur ve sana yaşadıklarını anlatır. Gülümseyerek, bir akıl hocası ve bir dost edası ile dinler, acısını paylaşır ve gidersin.Senin ne hissettiğini, sana ne olduğunu sormaz. Sadece konuşur. Dinlemez, soru sormaz, konuşur ve düşünür. Aşk bu noktaya geldiyse geri dönülür mü?
Birlikte izleyip korktuğun korku filmini izler ağlarsın. Altı üstü bir uzaylı korku filmi olabilir ama sen bir topak tuvalet kağıdıyla ilişki yaşarsın.
Anladım ki aşk her yerde aynı şekilde yaşanıyor. Aynı şeyler hissediliyor. Aynı acı çekiliyor. Sonu mutlu biten, insana huzur veren bir aşk yok. Hep aynı boktan sahnelerin ortasındasın.
Ona sarılmak, ağlamak, ağlarken gebermek isterdim.
Rakı şişesinin dibine vurup, vurduğum yerde kalıp, kaldığım yerde içimdeki hafiflikle karışık o büyük ve tarifi imkansız acıyı yaşayacağıma ölmeyi tercih edebilirim. Hayır, intihara meyilli değilim. Ne zaman denemek istesem bir kaç dakika sonra anlamsız buluyorum ölmeyi zaten. İnsan gururlu yaşadığı aşkı için ölmeli. Kendini ve ne istediğini bilmez bir soytarı için ölünmez.
Bir gece bütün resimleri bir demir kasenin içine koyup, üzerine rakı dökmek suretiyle yaktım. Bir tomar resim yaktım. Alevin dibine kıvrılıp ağladım. İçimi çeke çeke... Yüzü yanarken rakıyı bir kafama bir kaseye boşalttım. Sonra kasenin önünde sızdım. Rüyamda onunla birlikte içtiğimiz rakıyı gördüm. O eğlenceli geceyi. Birlikte sarhoş olup yerlere yatmamızı. Onun gibi bir soytarıya lanet etmek yerine bir film denk getirip televizyonda, oruç ağız saatlerce ağlamak... Sonra yine beddua etmek.
Her beddua edişimde biraz daha mahfolduğumu izlemek aynada. Sonra sürekli başına bir şeyler geldiğini duyup neden yaptım, neden böyle söylüyorum demek kendi kendime...
Sonra bir mesaj almak. "Seni çok kırdım, çok üzdüm biliyorum. Hiçbir özrüm yok" cümlesini okumak. Banyo küvetine çömüp saatlerce sessiz sessiz duvarları yumruklamak...
Gecelerden sabahlara onlarca yarayla uyanmak stresten... Yine mi antidepresanlara doğru yolculuk? Başka nasıl tedavi edebilirim kendimi? Olmuyor işte. Gülümsemekle iş bitmiyor. Artık ne olacaksa olsun. Sondaysam bitsin. İyi birşey olacaksa olsun. İçimde beni ağrıtan birşeyler var. Kırıp dökmek, bütün sinirimi eşyalardan, camlardan ve kapılardan çıkarmak istiyorum. Herşey düzelene, ben iyileşene kadar gitsem bir yere, hiç dönmesem... O da mutlu olsa, evlense, hep hayalindeki gibi bir kızı olsa ve adını Eylül koysa. Bir daha hiç düşünmemek suretiyle unutsam yüzünü, o çok sevdiğim gözlerini. Dudaklarım unutsa, ellerim unutsa. Yüreğim yıkansa ve temizlense. Akıtamadığım gözyaşlarım son bir kez boynumdaki tüm izleri silse ve bitse hayat.
Tek istediğim, yeniden nefes almak. Yeniden gülümseyen ama gerçekten gülümseyen o kız olmak.
Al-ver. Al-ver. Al-ver.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder