Dikkat! Bu sayfadaki tüm girdiler turkcell ve isbankası aracılığı ile şahsıma sağlanmış e-imza ile korunmaktadır.

Beni koruyun!

Beni Koruyun

29 Ekim 2010 Cuma

Huzur, huzur ve huzur....

2 kişi izah etti

Hayatım boyunca yaşadığım en güzel ve en huzurlu şeydi...
En sevdiğim adamda bile böylesine bir huzur bulmadım ben yemin ederim. En çok sevdiğim adam dahi beni bi kez kucağına yatırıp saçlarımı okşamadı... Hiç yapmadı. Saçlarıma dokunmazdı bile....
Bu başkaydı. Adını ben bile koyamazken, anlam aramıyorum. Bi adı olsun diye kendimi yırtmıyorum şuan. Koyverdim gitsin yani.
Yaşadığım en güzel, en anlamlı zamanlardı o bir kaç saat. Birinin yanında gerçekten huzur bulmayalı o kadar zaman olmuşki!
Kalkıp gitsede, arkasına bakmasa da, huzurdu o. Gerçek bir huzurdu... Sırf bu yüzden hayatım boyunca unutamayacağım o parfüm kokusunu...O parfüm kokusunda, hayatım boyunca bir defa bile bulamadığım huzuru bulduğum için şükürler olsun dedim kendi kendime. Belki içimdeki sesi duymuştur, çünkü onun gerçek olduğundan hala emin değilim. Öyle bir adam varmıdır ki dünya üzerinde?
Çok enteresandık çok...
Önce yorucu bir iş günü, sonra dibi görünen bir çorba :) -ama tadı yerindeydi- ardından zırt pırt atan bir şartel, korkutucu hikayeler, alkolsüz ve sağlam kafalı bir gece olunca...doğal olarak korkup birbirine sarılmak... Ardından gelen küçük bir aşk... Belki devamı asla ve asla gelmeyecek bir aşk... Ama aşk işte... Belki de benimki yine takıntıdır... Ama diyorumki böyle takıntıya can kurban.
Öyle işte...
Fazla huzurdan kelimeler kifayetsiz kalıyor. Kıpırtımı sen bir zahmet anlayıver...
Ama gerçekten çok üşüyorum çok.... Bugün bütün gün sürekli yağmur altında dolaşmak zorunda kaldım...

17 Ekim 2010 Pazar

Selam dünyalı!

9 kişi izah etti

Neyseki yavaş yavaşta olsa duruldu ortalık. İçimiz açılsın diye kaç gece ağladık hüngür hüngür, sonra bitti nihayet... zorda olsa.
Sonra hayatıma kaldığım yerden geri döndüm, mecburen. Birşeyler yapmak zorundayız nede olsa, yemek yemeliyiz, su içmeliyiz, yürümeliyiz, güneşe bakmalıyız, gökyüzünü izleyip gülümsemeliyiz yersiz bir biçimde, küçük bir çocuğu görünce tebessüm etmeliyiz... Yapmalıyız... Başka yolumuz yok çünkü...
Hayata kaldığın yerden geri dönmek fikri beni kastıkça kasıyor. Çünkü hep aynı şeyi yapıyorum. Hayata geri dönüyorum, tekrar gülümsüyorum, tekrar insani faaliyetlerde bulunuyorum, tekrar, en baştan alıyorum herşeyi ve "hayırlısını dileyerek allahtan" tabii ama farkeden ne var? Benim sınavım yalnızlık üzerine olmalı. Yalnızlık sınavı kolay bir sınav değil.
Önce bir gecede üst üste gelenlerle başladı. Komşularla kavga ettim, bacağımı televizyona çarptım (nasıl yaptın sorusunu mu sordun? basit... peder bozulan televizyonu salonun ortasına fütursuzca koyar, sende karanlıkta görmez geçirirsin bacağı, bacak morarır, sen 15 dakka odanın ortasında ağlarsın), eski sevgilime rastladım, sevgilisinden ayrılan arkadaşım 2 saat telefonda tuttu ağlaya zırlaya, şarjım bitmeseydi hard diski yakıcaktım... Hepsi aynı gece, 4-5 saat içinde oldu.
Sonra uyudum.
O kadar tepkisizce uyudum ki kendime çok şaşırdım.
Sonra uyandım, okula gittim, birinden çok hoşlandım, bi an tam evlenilecek adam dedim ama sonra onunda takıntıları olduğunu farkettim ve vazgeçtim. Sanırım bu benim karşıma hep çıkacaktı, birde ona üzüldüm uykusuz uykusuz dönerken yolda...
Tam o esnada çok garip, hem komik, hem ürkütücü birşey yaşadım.
Minibüs'ün en ön koltuğunda oturuyordum. Şöförün arkasındaki koltukta. Şöför abi ışıkları loşlaştırmış, ibrahim tatlıses açmış, mesut mesut yolu takip ederken dalmışım uykuya. Bende bir paranoya var, uzun yoldayken arabanın yanından tır geçince panikliyorum bi an, çarparmı, çarparmıyız, altına girermiyiz falan diye ürküyorum. Tabi o esnada uyku, tam uyku hali değil, öyle bi gitmişim, bilincim uçmuş ama dışardaki sesleri alabiliyorum net bi şekilde... Rüya gördüm, karşıdan bir tır geliyor, ışıklarını görüyorum, ve biz komple tırın altına giriyoruz. Sersemlemiş bir şekilde, "Hiiiii!!!" diye uyandım. Etrafıma baktım, evet hala yoldayız, sağız, normaliz, şöför dikiz aynasından saniye saniye aralıklarla baktı bana. "Bayan, iyi misiniz?" diye sordu. Gözlerimi patlattığımı gördüm dikiz aynasından. Sonra toparlandım, "Şeyyy..." dedim, "Ben dalmışım sanırım, rüya gördüm, tırın altına giriyorduk" diye çıktı ağzımdan birden. Şöförde bende kalakaldık. Adam bana mı baksın, yola mı baksın şaşırdı. Sesi dağıldı, sordu, "Sizin rüyalarınız çıkmaz değil mi?" dedi, zannedersem gözlerimdeki siyah kalemden ötürü beni büyücü falan zannetti. Ben gülmeye başladım tabi o an. "Yok, genelde çıkar ama birebir aynısı olmaz" dedim. Eminim adam gara varana kadar altına etmiştir. Ben yarı yolda evimin alt tarafında indim çünkü, beni indirirken gayet mutluydu. Yazık, çok acıdım ona.
Garip rüyalarımı kendi yatağımda görsem daha iyi olurdu sanırım :)
Perşembeyide öyle bitirdim.
Cuma günü kavak yellerini izlerken yine binbir küfür ettim. Nedenini izleyenler bilir. Yahu dağhan'ı geri getirdiniz, neden asıl rolüne geri sokmuyorsunuz be insan evlatları. Tims production bizi kukla gibim oynatıyor 8 bölümden beri, ha Efe'yi gördüler, ha görecekler... İçim şişti yeminle 2 aydan beri... Her cuma gecesi küfür ediyorum, girmediğim günah kalmıyor.

Bu akşam birşey izledim ona çok şaşırdım. Şu adrestende gayet rahat izleyebileceğiniz gibi, artık ufoların varlığına iyiden iyiye inanmaya başladım.
Görüntüler montaj olabilir mi, gökyüzünde bağımsız hareket eden o denli çok cisim olabilir mi, halkı kandırmak için bir yola mı başvuruyorlar muamma, ama sonuçta zaten yıllardır yapılan araştırmalara bakarsak, bütün nasa'nın hayalperest çalışanları olduğuna inanmak bana çok güç geliyor. Bu yüzden inanmak istiyorum.
Evrenin sonsuz bir boşluk olduğunu biliyoruz, sadece bizim dünyamızla sınırlı olmayacağına da kendimizi alıştırmaya başlamalıyız. Çünkü bence bizim kuşak onların dünyaya indiğini görecek. Selam dünya, biz dostuz diyecekler, hatta bence garip şekilleri olmayacak, insandan daha güzel, daha çekici olacaklar... Türleri bize çok seksi gelecek diye korkuyorum ben. Bize yatıya gelecekler, evlerimizde kalacaklar. Bizi inceleyecekler, bizimle sevişecekler, iki türün karması veledlerimiz olacak, zaten nasıl olsa geniş geniş arazilerimiz var, gelip bizimle yaşayacaklar falan... :P
Bizde sayelerinde, kapadokyanın, atlantisin falan sırrını çözeceğiz... Hatta bize sümerlerle tanışmalarını anlatacaklar... Bence onlarda facebook kullanacak. Msn'den bize manasız titreşimler yollayacak, kına gecelerimizde göbek atıp, düğünlerimizde gelinle damada küçük altın takacaklar. İnanıyorum ben bunlara abi, espri değil. Ve zannedersem dünya yokolacağı zaman onlara sığınacağız. Bizi gezegenlerine alacaklar abiiiğğğ!! :D
Görüntüleri izleyince şaşıracaksınız, mutlaka izleyin bence. Şaka olamayacak kadar fazla alternatif görüntü çıkmış ortaya çünkü. Ve şundan da kat'i şekilde eminim ki, bizim teknolojilerimiz onların milyon yıl önceki teknolojileri....
Ve dedimki en son, artık ufoları evimizde ağırlayacağız gibime geliyor, yüzsüzler bu kadar yaklaşmışken bize konuk olmadan gitmezler öyle değil mi? Hatta kız alıp kız verebiliriz bile... Bana gayet mantıklı geldi bu :) Mahallede havanı düşünsene arkadaş, kolunda uzaylı manita, balayında venüstesin, tatile uranüse gidiyorsun, haftasonları 2 günlüğüne aya kaçıyosun falan.
Tamam, bu kadar gırgır şamata yeter, anam babam yabancı damata vermezlerken, onu bırak doğulu bile olmasına karşılarken, ben tutup elin bilmemne ışık yılından, bilmemne gezegeninden, bilmemne sisteminden damat getirsem, evin etrafına çelik kaplatıp sonsuza kadar evden çıkarmazlar beni. İyisimi miktiret, sen Bursa ve çevresinden aramaya devam et.
Ne demişler, arayan bulur belasınıda mevlasınıda... :D

3 Ekim 2010 Pazar

Hep gidecek tek bir yön varmış aslında...

2 kişi izah etti

Sonunda bitti.
Kendimi bir sürü şeyle oyalamıştım günlerdir. Karmaşık aile sorunlarıyla, gerçek olmayan aşklarla, dostluklarımı mahfetmekle, daha bir sürü şeyle meşguldüm. Ama yapmam gereken asıl şeyi hep atlıyordum.
Onu hayatımdan çıkarmayı.
Kendini görmek ne acı, yok olmuş hayallerin çıkmazı, anlamak çok zor değil, farkı yok aslında sonların, ayrılıklar hep bana, gidenlerin ardından bakakalmak hep bana... diyor bir şarkı.
Sanki biri bu şarkıyı bana yazmış.
Birileri bana sormadan, ne hissettiğimi düşünmeden gitmek istiyor, bende onlara yolu açıyorum. Sonra arkalarından bakakalan hep ben oluyorum.
Hep böyle oldu inan bana. Hep arkada çaktırmadan ağlayan, acı çeken ben oldum.
En kötüsüde ne biliyormusun? Kimse seni düşünmez, kimse ne hissettiğini anlamaz, anlamaya çalışanlarda kahrolur zaten anlayamadığı için. Başıma gelenler herkesin yaşadığı şeyler olsaydı evet belki derdimki beni anlayan birileri var... Ama maalesef bunu söyleyemem.
Başkaları tarafından mahfedilmiş, zedelenmiş, paranoyaklaştırılmış bir ilişkim, bütün bireylerinin kendine ait bir savaşı olan ailem, toplum tarafından yadırganan şeyler yapan dostlarım vardı. Dün akşam çok sevdiğim ve herhalde hayatımda sürekli olmuş en doğru dürüst dostum derya'yla konuşurkende söyledim. Herkes, hayatımdaki herkes yıkılmış, zedelenmiş, bir köşeye çekilmiş ağlarken benim güçlü davranmamın nesi saçmaydı? Bu yüzden... ben hep yadırgandım. Bu yüzden kalpsiz, kimseyi sevmez biri gibi gösterildim ailem tarafından bile...
Oysaki...
O doğduğu gün, yani yeğenim, ben doğdum. Ben 18 yaşımdayken böyle oldum. Onun öncesini hatırlamak bile istemiyorum. Benim yaşayamadığım bir çocukluğum, saçma sapan şeyler yaptığım bi lise hayatım oldu çünkü. Ama o küçük bebek doğduğu gün ben sözde vazgeçtiğim hayatıma geri döndüm. O gün anladımki ben sadece ergenmişim. Ne kadar ağır olsalarda, ne kadar acılı olsalarda, alkolik bir babayı, sevgisini göstermek için aylar bekleyen bir anneyi umursamaz hale geldim. Tek başıma yaşayabileceğimi düşündüm o gün. Başarırım zannettim. Aldatılmanın acısını içime gömüp, sevdiğim adama yeşil ışık yaktım ben o gün. O bebeğin bize merhaba dediği gündü o gün. İnan bana herşey daha güzeldi.
Ama...
Olmuyor işte. 2 küsür senedir sürekli unutuyordum kırıldıklarımı. Sürekli kaçıyordum herşeyden. Sadece keyifli ve mutlu görünüyordum. Güya bunalımlarımı aşmış, ergenlikten çıkmış, okula, yeni bir hayata başlamıştım. Burdan giderken ağlamamıştım ya, iyiydi güya. Sonra annemler o ilçeye beni bırakıp geldiğinde böyle ağladım hüngür hüngür bütün gece. O günden bugüne kadar hiç oturup ağlamamıştım öyle için için.
2 gündür yanan canımın tarifi yok, bir haftadır yaşadığım sarsıntıların tarifi yok. Herşey oldukça çekilmez.
Önce en sevdiğim insanla kavga etmemle başladı. Daha doğrusu o benimle kavga etti kendi kendine. Ben sustum, yapmadığım, aklımdan geçirmediğim birşey için suçlanırken, içimden birşeyler koptu. O an gülümsedim ve dedimki, kumralcığım, gördünmü, kapris yapmamaktan insanlar seni ota boka üzebileceğini sanıyor artık. En yakının bile gösterdiğin sevgiden şüphe edip, eski sevgilisini azarlar gibi seni azarlıyor, insanları üzerine kışkırtıyor, huzurunu kaçırıyor, sonra sana hayat veren şeyi senden koparıp ardına bile bakmadan gidiyor.
Nedenini sordum kendime, bana dediki, artık o bile seni sevmiyor. Neden sevmediğini, neden beni istemediğini bilmek istemiyorum.
Sonra birine hala nasıl aşık olduğumu farkettim. Bahçekapısıydı, odundu, hayvandı ama onun her bir hücresine hala deli gibi aşıktım. Ve insan hayatında gerçekten bir defa aşık olur sayın okurum. Bir defa daha olanın aklı mantığı zaten yerinde değildir. Fakat ben onu beni istemeyen, silen, çekip giden insanlar için terk etmişim aslında. Paraymış, kavgaymış bilmemneymiş hepsi benim görünürde mutluluk seneryomun birer parçası.
Yine biri dediki, madem sen bu adamı birdaha hayatına sokamayacaksın bu belli birşey, o zaman racon derki, hayatının her köşesinden sileceksin onu. İletişimini keseceksin, yaklaştırmayacaksın kendine.
Pekala, yaptım. Zor oldu ama yaptım. Onu sildim. Bütün iletişimimi kestim. Zaten eski sevgiliden arkadaş olurmu hiç?
Ama yemin ediyorum, onu kalbimden çıkarmaya çalıştığım o dakikalarda bana sorsalardı ölümmü bu acımı diye, ölüm derdim. Yakınlarımda biryerlerde olması bana hep huzur vermiş işte, başka açıklaması yok bunun. Resimlerimize baktım yere oturup öyle darmadağın, ona kimsenin benzemediğini, hiç benzeyemeyeceğini farkettim. Sevdiğim sakalı, elimi hiç bırakmayacakmış gibi tutuşu, beni koynuna yatırıp nefesimi dinlerkenki hali, araba kullanırkenki ciddiyeti, herşeyi, bütünüyle, tamamiyle oydu işte. Benimdi, bende onundum. Ama artık yoktu. Olmamalıydı, tamamen gitmeliydi. Başka yolu yoktu.
Alışırdım belki yokluğuna.
Onu silerkende, resimlerin kapağını örterkende aynı şey vardı aklımda. Benzemez kimse sana...

Şimdi, bir karar aldım. Vakti geldiğinde bir valiz hazırlanacak, o valiz alınacak ve uzaklaşılacak.
Gerçekten. Süslemek için yazmıyorum.
Bir zamanlar çocukluk hayali sandığım şeyi, gitmeyi, kendime ait biryere gitmeyi kafamda kurdum, düşündüm, düşledim ve oldu. Olmalı.
Başka türlüsünü beceremedim ben. Çok uğraştım ama olmadı işte.
Durup, devamlı durup uğraşıp, kendimi daha fazla parçalayıp oraya buraya savurmayı istemiyorum artık.
Öyle işte... Elbet olur birgün.