Dikkat! Bu sayfadaki tüm girdiler turkcell ve isbankası aracılığı ile şahsıma sağlanmış e-imza ile korunmaktadır.

Beni koruyun!

Beni Koruyun

25 Haziran 2010 Cuma

Bihter öldü, çok şükür

0 kişi izah etti


Hep diyorum ben, biz abartmayı çok seviyoruz Türk insanı olarak. Bir abartımızında dün gece sonuna geldik. Yeni abartılarımızı merak ediyorum. Katlanarak devam eden abartılarımızın Aşk-ı Memnu'dan sonra nasıl devam edeceğini gerçekten bilemiyorum. Herkesin Bihter'e acıdığı, Behlül'e sövdüğü müthiş ötesi bir dizi finali yaşadık. Başlarda biraz izleyip sonra izlemeyi bıraktığım bir diziydi kendisi. Kendi aşklarımızın hepsi o diziye benziyor zaten. Bizim olmayan adamlara aşık oluyoruz, olmayacak insanlardan medet umuyoruz, bazılarına inat yanlış evlilikler yapıyoruz falan... Günümüzdede yaşanmıyor mu sanki?
Muhterem, mutaassıp devletimizin Aşk-ı Memnu'yu şeytan icadı bir dizi olarak yargılayıp, rtüğe baskı uygulayıp, çoğu sahnesini indirgediği bir çağdayız. 1970 te yayınlanan dizinin, hatta ilk televizyon dizisi olma ünvanı taşıyan bir dizinin, 1800lerde, Osmanlı'da ülke çapında yayınlanmış bir romanın, o yıllarda bile asla yargılanmaması, ama 21. yüzyılda hoş karşılanmaması biraz tuhaftı. Aylardır bu tartışıldı. Kendi fikrim, bu kadar saygın bir romanın yargılanmasının, yargılayan insanların sadece cahiliyetlerinden kaynaklanması yönünde. Bir insan bu diziye nasıl özenebilir? yada nasıl örnek alabilir bilemiyorum. Şimdi evli bir kadın gidip kocasını, yeğeniylemi aldatıcak? Birde bunu normal birşey mi sanıcak diziyi işaret ederek? Bizim devletimiz insana pes dedirticek işler yapmaya o kadar alışkın ki. Söylenicek birşey yok o yüzden.
Bihter şerefini kurtardı diyenlere katılıyorum. Hani sadece bir sürtüktü? Yoldan çıkmış bir fahişeydi ve bir çoğuna göre, "Tövbe estağfirullah, Allah ıslah etsin" gözüyle bakıyorduk o kıza. Kitapta da olduğu gibi, kendini öldürdü, herşeyi açık etti, onların evlenip mutlu olmasına izin vermedi, kendi mutsuzluğunda kıvranmadı, Behlül'e yaptıklarının cezasını kendi yokluğuyla verdi ve gitti. Bir kadının gücünü ortaya koyarak elveda dedi. Artık Bihter'i anlıyoruz bir çoğumuz. Ve bir çoğumuz bunu ahlaksızlıkla yargılıyoruz hala. Hayır aslında Adnan'a kızmanız lazım. Gencecik bir kadını, 50sinden sonra kudurmuş gibi kendine karı yaparsa, cezasını da çekicek. Ay ne güzel yorumluyorum :) Ehehe, dizikolik sanıcak görende.
Her neyse işte, Türk halkı olarak, birçoğumuza göre, bir ahlaksızlığımızın daha sonuna geldik.
2 ölü, 2 yaralı, 1 felçli :)
Ve bir dipnot: Diziden beş saat önce kadar messenger'da ablamın görümcesi beliriyor. Elinde bir dosya olduğunu ama bilgisayarın ms word olmadığı için bir türlü okuyamadığından bahsediyor. Bende bilgisayar dahisi olarak dosyasını adope reader'e çeviriyorum. Bu dosyayı bana aktardıktan sonra diyorum bir bakiyim neymiş, kimmiş... Dosyayı bir açıyorum ki şok şok şok. Aşk-ı Memnu Veda senaryosu. Hilal Saral imzası falan var sayfalarda. Tabii fake'tir diye umursamıyorum ama, merak bu ya, açıp okumadanda edemiyorum.
Allah'ım bu ablamın görümcesinden korkmaya başladım. Her an çekilmemiş filmlerin senaryolarını ele geçirebilir bu kız, acayip tehlikeli.
Bütün konuşmalar, replikler, müzikler falan, herşey aynıydı. Resmen konuşmaları üstüne okudum diziyi izlerken. Yahu bir sahnede değiştirilmiş olsun. Hayır ya! Hepsi aynıydı. Bir dizi keyfim vardı, onunda içine zıçtı. Kendisine kaçakçılığı için kocaman bir alkış istiyorum Artık nasıl bulduysa...


Yazma aşkımın tuttuğu gün, 23 haziranda, bilgisayarımı, kahvemi alıp terasa çıktım. Hava küfür küfür, serin falan... Bacalar var kısa duvarlar halinde. Komşular deli sanmasın diye onun dibine oturdum, hiç bir taraftan görünmediğimden emin oldum. Her neyse, dedim kahvemi, telefonumu falan baca duvarının üstüne koyayım. Bizim bacalarında yarısı kapalı kullanılmadığı için. Kahvemi koydum, telefonumu koyayım dedim, telefon birden boşluğa süzülüverdi. Ağzım beş karış açık, kolum yukarıda kaldı. Ben öylece dondum kaldım. Aklımdan geçenler sırasıyla; Allah kahretsin, telefon nereye düştü şimdi?, Ulan bulamazsam o telefonu bahçekapısı kılıklı sevgilimle nasıl konuşucam?, acaba sobalardan birinin içine düşmüş olabilir mi, lan evi mevi patlatıcan salak Kumrall, Ve ARTIK O TELEFONDAN UMUDU KESMELİYİM, KESİN BOZULDU!! ÜHÜHÜ! sinyali. Koşarak eve indim. Annem öyle bakıyo suratıma, o tangır tungur ses neydi, bacadan bişey düştü kızım? dedi. Evet, tam o bacaların geçtiği duvarın yanında oturmuş tv izliyor sevgili annem. Önce bilgisayarı düşürdüm sanmış. Bacadan? Annemin hayal gücüne hayranım ya. Telefonu düşürdüm dedim tabi mecburen. Bana ne kadar salaksın bakışı attıktan sonra, çaldır bakalım telefonumdan, nerden gelicek sesi dedi. Ben ümitsizce, kesin kapanmıştır edasıyla numaramı tuşladım. Bizim evdeki bacadanda dinliyoruz, acaba nereye inmiştir diye. Telefon çaldı, derinlerden bir yerlerden ötüyor kendi halinde. Ben koşa koşa aşağı indim tabi. Dayımın ev anahtarını sakladıkları kuytudan çıkardım, kapıyı açıp misafir odalarına daldım. Başladım çaldırmaya. Anam ses yükselmiş, telefon orda ama bacayı açmayada korkuyorum. Yılan çiyan akrep makrep çıkar diye de korkuyorum. Ama sonunda iletişimin önemi (!) kafama dank etti. Misafir odasının bacasını açtım, ııı-ıh yok, gittim yatak odasını dinledim. Ses kesinlikle orada ama baca nerede? Gardrobun arkasında. Neyse bir merdiven bulduk. Çıktım gardrobun tepesine. Büyük bir cesaretle soktum elimi bacaya ve benim garibanı düştüğü o kaosun içinden kurtardım. Bir kaç çizik, oyuk vs. ile yıllanmış telefonum e-250imi kurtadım. O anki mutluluk, fenerin galatasaraya gol attığında yaşadığım sevinçle eş değerdi.
Annem özlü sözlerinden birini fısıldadı.
A benim salak kızım, Allah fakire önce eşşeini kaybettirir, sonrada buldururmuş. Seninde velinimetin, bozulamayasıca telefonun!
Uzun bir süre güldüm. Ama bütün yazma isteğimde sona erdi o gün.


Geriye doğru gidiyorum.
22 Haziran salı günü. Gece 00.01 de sevgili sevgilimden bir mesaj. "Doğum günün kutlu olsun aşkım, nice senelere :-)". Allah cezanı versin senin gibi herifin yazmak istedim ama, sadece "Sağol aşkım." yazabildim. Millet sevgililerin evinin önünde havai fişek patlatır, yığınla parti düzenler, hayır artık kalp yastığa bile razıyım ama, adamda ruh yok, para yok, romantizm hiç yok. Yinede 22 haziran gününün sonuna kadar atraksiyon bekledim. Boşuna beklemişim. Hiç birşey yapmadı kahrolasıca yaratık.
Sabahın en kör ayazında yine yeğenimin çığlıklarıyla uyandım. Kahvaltımı bitirip, afyonumu patlatamadan ablam elinde bir kalpli pastayla çıkageldi mutfaktan. Mes'udum. Ablamı çok seviyorum. Atraksiyon kraliçesi. Tabii yeğenimle birlikte üfledik mumu. Güzel bir sabah oldu. Birileri için öncelik sırasında olmak hoşuma gitti. Tabii sevgilim için hangi sıradaydım bilmiyorum.
Face zımbırtısında, bütün gün ağzımdan ne hikmetse taziye mesajlarımı yanıtlıyorum sözükleri dökülüyordu. Ne taziyesi lan diye uyardım her seferinde kendimi. Kutlama mesajlarım. Allah face'ten razı gelsin. O olmasa bir allahın kulu hatırlamaz zaten.
Ve dün, parası olmadığını söyleyen sevgilim, parasızlıktan kapı dışarı çıkmayan sevgilim varya, işte o, amcası ve yengesini 100 kilometre mesafeye, tek kuruş para almadan götürdü arabasıyla.
Hiç soru sormadım ama...
Bak işte, kalbim kırılıyor ne yapayım? Ne kadar saygılı, sevgi dolu yaklaşabilirim ki? O hep derki, hayatımdaki tek varlık sen olamazsın, sen bir ayrıntısın benim için, ama seni seviyorum aynı zamanda, eşim olmaya layıksın (artık o ne demekse)...
Bazen sorgusuz sualsiz, defol git hayatımdan, demek geliyor içimden.
Hani anneniz sizin hayatınızda o kadar değerlidir, o kadar çok seversiniz ki, her gün bir fasıl onunla geçirirsiniz vaktiniz, o bahçekapısı kılıklı sevimli pandada benim hayatım için aynı önem derecesinde. Bütün çok sevdiğim insanlar gibi... Ama ben onun için aynı önem derecesinde değilim. Hatta bazen evlendikten sonrada olmayacağımı düşünüyorum. Onun için annesi var, akrabalarının ne düşüneceği var, para kazanma hırsı ve gerekliliği var, benden bunlara karşı, ne yaparsa, nasıl davranırsa davransın anlayışla karşılamamı bekleyen ucube bir mantığı var. Ve ben erkeğinin her hatasını görmezden gelecek bir geyşa olmalıyım. Beyim ne yaparsa haklı, ne isterse hemen yapılmalı, soru sorulmamalı...falan filan.
Evet artık diyorumki, çalışmaya başlayana, ayaklarımın üzerinde durana değin onu çekeceğim, konu evliliğe geldiğinde tekmeleyeceğim sanırım. Ben kendime layık adamı bulacağım, ona layık olmaya çalışmayacağım. Zaten kendimden daha lisanslı bir kadını ezmezsem eğer tepeme çıkarım mantığında. Sanırım, çekemiycem. Öğürücem artık.
Neyse işte öyle... Şimdi keyifli bir gün geçiriyorum. Ne hoş.

14 Haziran 2010 Pazartesi

Mezun oldum, gel(ebil)dim! mi acaba?

6 kişi izah etti


Hepsi bitti. Yani kepimi attım, balomada gittim. Hepsi tamam.
Geriye kalan 7 verilmemiş dersi saymazsak tabiiki :)
Daha ilçe sınırlarına girdiğim andan itibaren içime oturan elbise krizimi atlatmam çok uzun sürmedi. Kendi kendime devamlı, sanırım en kokoş ben oluyorum diye söyleniyordum ama balo salonuna girdiğim andan itibaren, bir yığın kokoş olduğuna çok sevindim. Gerçi elbisesi en çok parlayan bendim sanırım. Ama o elbiseden çok çektim. Fermuarını 3 kişi kapatabildik.
Allah'ım o ne çok partnerli bir geceydi öyle. En yakın kankalarımdan tut, düşmanlarıma kadar herkesin kolunda en az 1.80 yakışıklı beyler, ben ve bir kaç hatunla beraber saplar takımıydık. Allah kahretsin kısaca... Faruk bilmemkimin özel tasarımı, 2 renge sahip ve benim siyahını, beni zayıf göstersin diye aldığım elbisemi, truva atının muhteşem prensesi helenin saç modeli, parıl parıl bir makyaj, 7 cme varan topuklardan sonra 1.80 olan boyumla beni her gören "Oooowww" dedi. E tabi gariplerim alışık değillerki. Hayatlarında ilk kez beni öyle gördükleri için şaşırdılar. Ama bu benim sap olduğum gerçeğini değiştiremedi ne yazıkki. Sevgilim eğlenmem gerektiğini, kendisini düşünmemem gerektiğini belirtti. Ahahaha! Bak yaaa!!
Acayip dans ettik diyebilirim. O dereceki, gece sonunda ne saç kalmıştı, ne makyaj, ne elbise, nede beyin. Önce 25 metrekareyi geçmeyen restoranda dans etmeye çalıştık, sonrada bahçeye yayıldık. Baştan pop falan çalıyorlardı sonra tam benim kafa güzel olmaya yakındı sanırım, çiftetelliden girildi, ankara havasından çıkıldı, horondan girildi, roman havasından çıkıldı. Ayakkabıları fırlatıp ayağımızı toprağa bastık. En son o kadar ablamın düğününde döktürmüştüm herhalde. 3 biranın sonunda acayip bir durumdaydım. Devamlı oynuyordum. Bir ara okulumuzun artist kızı, bir arkadaşla beni tutup lavaboya götürdüğünde, kapı kollarını bulamayacak durumdaydım. Bize mukayyet olmaya çalışıyordu ama biz gırtlağımız yırtılana kadar gülüyorduk. Masada daha önce hiç muhabbetim olmayan ama içkinin tesirinden dolayı kanka, hatta asılma moduna kadar geldiğimiz bir çocuk, bana tatlı yedirmeye çalıştı. Bende masada ne kadar rakı bulduysam mideye indirdim. Önce okul başkanının rakısını içtim, arkadan o çocuğun rakısını. Sevgili arkadaşım Y, hiç sarhoş olmamasına rağmen hem sevgilisini, hem beni topladı. İkimizde sahoştuk, hatta sevgilisi benden daha az içki içmişti. O çocuk bana asılırken ben sadece kahkaha atıyordum. A-a! Benim bahçekapısı nerede? Boyu posu devrilesice, teneşirlere gelesice diyordum 5 dakikada bir. Ben bahçekapısı dedikçe, Y ve sevgilisi M sürekli güldüler.
Çocuk sandalyemi yamacına çekmeye çalıştıkçada güldüm. Garibim 90 küsür kiloyu acaba nereye çekmeye çalışıyordu? Tatlıyı sürekli, "bidenem sende ye" diyerek ağzıma tıkmaya çalışıyordu. Bir bayan arkadaş M.Ç, rakı şişesinden tatmaya çalışıp, 1 bardağa yakın sek rakıyı içtikten sonra ve hemen ardından oracığa yıkıldığı için, o kısımda artık altıma işemek üzereydim. İçmeyi bilmeyenlerle içmek daha bir zevkliydi sanki ya :)
Benimki tamamen sarhoş olmak istemekle alakalıydı. Ben karıştıra karıştıra neler içtim sarhoş olmadım. Beni yıkan tek durum, bi şişe şarabı 2 saatte içmek ve 8 shot tekila. Başka durumlarda tam olarak olmuyorum ben. Yan masada öğretmenlerimiz oturuyordu ve bizim masaya çok güldüklerinden adım gibi eminim. O bidenem furyasıda, sevgili arkadaşım Y'nin çocuğu kenara çekip, "O kız sahipli, hani sevgilisini tanımasam..." diye başlayan cümlesi ile son buldu. Çocuk yanımdaki sandalyeyi tek edip daha beter içmeye devam etti. Çıkıştan sonrasını bilmiyorum ama çok merak ettiğim kesin.
Taksiye kadar yürümek zorunda kaldığım 200 metrelik mesafeyi Y'nin sevgilisi ve benim arama girmesiyle gerçekleşti. Bizi resmen o topladı. Yazık kıza ya :) Beni yurda bıraktılar. Bizim yurt bekçisi cadalozun "uykumu böldünüz" feryatları arasında Y'nin boş odasına çıktım.
Bunların katının ışıkları pek yanmıyormuş. Normalde insan görünce yanan lambalardan, saat 3.00, ben abiye elbise ve çıplak ayaklarlayım, elimde sürüyle anahtarlığın içinde tek bir anahtar olan şeyin içinden o sap anahtarı bulmaya çalışıyordum, lambalar yanmıyordu ve ben o kafayla korku filmi yaratıyordum. Uzun koridorun sonunda terasa açılan o kapı, kapıdaki ay ışığı falan derken, şimdi o zifiri karanlıkta bişiy beni tutup bopucak, allahım alkollüyüm, allahım günahkarım ben diyerek kafamda bir ampul yanmasını bekliyordum. Yandı sonra. Aklıma odanın çarprazındaki çamaşırhanenin ışığını yakmak geldi. Oda başka zaman yanmaz normalde. Yandı evet! Hiç o kadar mutlu olmamıştım lan ben :) Sonra ah-ha! aslında evet sarhoşluğu kendim yarattığımı farkettim. Bir uyuşukluk dışında bütün görüntüler yerine oturdu. Odanın kapısını açmamla arkama bakmadan içeri daldım. Derin bir oh çektikten sonra elbisemi çıkarmaya odaklandım. Tabi çıkarana kadar odanın içinde 4 tur attım diyebilirim. Fermuarı açmam çekmesi gibi, hiç kolay olmadı. Duş alıp uyudum ve baş ağrımla başbaşa bıraktım kendimi....
Hayatım boyunca en hüzünlendiğim ve en mutlu olduğum geceyi aynı andan yaşadım. Bahçekapım olsada beni oynatmasa keşke dediğimi hatırlıyorum. Kendime içmemeye dair söz vermiş olmama rağmen, yinede köpek gibi içmiş olmamı buna bağlıyorum. Tam tadında ve kararında kaldı ama. Mezuniyet yemeğide böyle olur bizde işte. Kiminle takılacağını bilirsen herşey yolunda gider. :) Eğlenirsinde, coşarsında, geberirsinde... Aklımdaki en hüzünlü tablo, kış güneşi çalarken, salatayı deşmemdi. Sağa sola bakmadan hemde... Zaten bakıncada vıcık vıcık birsürü çift görüyordum. Aklımdaki en kıkırdak tabloda çocuğun bana tatlı yedirişiydi. Bidenem... güzel bir sözcük, üstelik şiveli söylenirse...
Bahçekapımdan kalan şey ise, sessizlik, yoğun bir sessizlik ve barışmamız. Dün barış ilan ettik. Mezuniyet videomun eline geçmemesini umuyorum... :)
İşte böyle... Kep törenimden pek bir detay yok. Çok sıcaktı ve ailemle geçirdim. İlçeye gittik geldik ailecek. Resim çektirdim stüdyoda, o kaldı elimde hemen hemen sadece. Güzel ve yoğun bir hafta geçirdik. Sınavlar ve törenler içeren eğlenceli bir haftaydı... Şimdi okulun bitirilme aşamalarına gireceğim. Önce staj yapılacak, ardından kalan dersler verilecek falan. Sonrada kısmetse bitecek.
Kumrall'ın okul macerası henüz bitmedi, devam edecek... Beni izlemeye devam edin canlarım...

5 Haziran 2010 Cumartesi

Bahtsız bedeviyim, çölde kutup ayısı, bahçe kapısı kılıklı sevgili kurbanıyım!

0 kişi izah etti

Bakınız yukarı, aha işte sevgilimin o hallere düşmesini hayal eden bir ben var benden içerü :D

Bugün yaptığım ikinci kahvemde buz kesti, Allah kahretsin ya! Hayır yani madem içmiycen neden yapıyosun? Hadi madem yaptın içsene!
Farkettim ki yazı yazarken kahve içmeye çalışmak gibi psikopat bir huy edindim ben. Lisedeykende hep dalga geçerlerdi zaten, her yazımda kahve geçerdi, çok etkileniyorum demekki, sürekli kahveyle yazı yazmaktan yazılarımın içi kahve sansürleriyle doldu taştı.
Evet doğru bildin, bunları sinirim bozuk olduğu için geveliyorum.
Mezuniyet baloma son 7 gün kaldı. Kep törenim için son 3 gün var. Ben ders çalışmadan buralarda süklüm püklüm oturuyorum, gittigidiyordan balo kıyafeti alıyorum, saç modelleri hayal ediyorum, takı seçmeye çalışıyorum, ayakkabıları rüyalarımda görüyorum. Aman sanki 600 kişi nüfuslu İ.M.Y.O bana çok meraklıda, bende kıçımı avaz avaz yırtıyorum. Zaten hala partnerim yok, zaten yalnız ve bedbahtım! Ayhh çok kötüyüm. Kesin baloya giderken ağlıycam, sinirim falan zıplıycak. Bişeyler olucak kesin!
Sevgilimle dün gece yine tartıştık sabaha kadar. O siyah dedi ben beyaz. O hayır dedi ben evet. En son bir ara ayrılalım bile dedik. Hep bu uğursuz balo yüzünden. Gelmiyo işte neden ısrar ediyorum sanki dimi? Ama hayır, illa burnundan getirmem lazımki o gece benim burnumdan gelmesin. Ben biliyorum, o şimdi ne hayaller kuruyo, bir kere inatta etti gelmem ben diye, yiğitliğe bokta sürdüremiyo. Ya ama olmazki. Benim kör cahil saflığım yüzünden caydı adam zaten.
Olay nasıl gelişti bak sana anlatayım ben bunu.
Allah kısmet ederse gelicem dedi baştan. Sonra mali durumu kötüledi, bende safım ya, yardımım olsun dedim, gel gel diye boğmiyim dedim, ben 15 yıllık komşumun oğluyla gidiyim sen canını yorma, kendini sıkma benim için dedim. Anam bu bir tozuttu!! Yok işte ben ona plan yapmadan neden sormuyormuşum, o herşeyi ayarlamışta ben piçlik yapmışım, ne bok yersem yiyeymişim... Benim zaten komşumun oğluşu varmış, ona ne lüzummuş diyymi, falan, filan, feşmekan. Beni dakkalar içinde felç etti. E madem ayarladın gelsene dedim, hayır gelmem, üstüne şunu verseler billah, bunu verseler allah gelmem. Bende verdim odunu. En mutlu günüme bi inat uğruna gelmiyosundan girdim, sen benim için bişey yapmıyosundan çıktım. Son zamanlarda bir garip davranıyordu zaten. Böyle soğuk, uyuz uyuz... Onunda ardına sığındığı bahaneleri var tabi... Ama gitmiyo ilişkimiz galiba bahçekapısı kılıklı sevdiğimle. Napsak bilemedim valla. Ona göre de bizim bir sonumuz yok, ortak noktamız yok... Ona saygı duymuyorum, adam yerine koymuyorum, kötü günlerine destek vermiyorum, istediğim bişey için çok zorluyorum gibi saçma bahaneler üretiyor. Bilmiyorum belki de gerçekten öyle davranıyorum.
Seviyorum ama... Aması var işte. Ben bir erkeğin eğitimine girip gıkını çıkarmayacak bir kuçu kuçu olamıyorum. Tamam aksini iddia eden yok, hepimiz varoşuz, hepimiz ayak takımıyız ama yok artık yani. O bekliyoki, ben annesi gibi vefakar, fedakar, acayip mahalle eğitimi almış, kocasını hiç bir koşulda boşamamış bir kadın olayım. Bana bir tokat atsa o dakka dava açarım ben lan adama! Adamın donunu söker alırım altından. Neyin boyun eğmişliğinden zırvalıyosunki dimi!
Hayır olmuyo, gitmiyo, yürümüyo.
Muhtemelen balo gecesi postalar bu beni zaten hazmedemeyip. Bende topuğumla kafasını yarmaya çalışırım. Hele bi gelsin bakalım, o zaman görücez hanyayı konyayı. İçip içip ortalığı dağıtmayanı düz duvara tırmandırsınlar!
Yani anlıcağın, hırs yapmış bulunmaktayım. O baloya eşsiz gidilecek, eğlenilecek, geberene kadar dansedilecek. Hayatımın en güzel şeyinide kendime zehir etmiycem. Bir damla hüzün yapmıycam. Ve sonra neler olduğunu gelip anlatıcam böyle ballandıra ballandıra.

Bir blog günlüğünün kitap çıkardığını öğrendiğim günden beri acayip kıskandım kabul edebilirim.
Ama aferin yani, çok takdir ettim. Kitabıda almayı düşünüyorum, bir türlü elim ermedi desem yalan olur :) Cüzdandan kredi kartımı çıkarmak çok zor geliyor kabul edebilirim. Bu ara bana herşey zor geliyor.
Aslında yazmak üzerine kafayı çok yormuş biri olarak, yazdıkça yazası gelen bir blogger olarak şunu söyleyebilirim. Ben yazarların deli olduğunu düşünmüşümdür hep. Yani o kadar şeyi nasıl hayal ederler, o kadar etkili yazmayı nasıl becerirler, o kadar olayı, o kadar kusursuz nasıl resmederler her beyinde anlamazdım. Sonra bir iki deneme yapmaya çalıştım. Zaten normal insanların yazar olmasını bekleyemezsiniz. Duygusal olmalı, duygularını düzgün yansıtabilmeli, hissi verebilmeli. Bir kere sınırlısın, kelimelerin hapsindesin. Resim yapmak, birşeyler çizmek kadar özgür değil bu. Bir dilin verdiği kelime sayısı kadar hakkın var. Yanlış kullansan eleştirilirsin, cümlen düşük olsa hissettiremezsin. İlla bir ton zırva çıkar karşına.
Sanatın her alanını seviyorum ben. Belki yıllardır sanat tabanlı eğitim almamdan kaynaklanıyordur. Ama hatırlıyorum, bana okumayı sevdiren ilk okuldaki türkçe öğretmenimdi. Yazmayı sevdiren lisedeki edebiyat hocamdı. Yazı üzerine beni kışkırtanda okumayı seven kankalarım oldu. Pucca başına iş aldı aslında. Deşifre oldu bir bakıma :) Bakınız bende in cin top oynuyor, belleyebildiğim kadar belliyorum yazmanın sınırlarını :)
Pucca'ya çıkardığı kitapta bol satışlar, bol ünlenmeler, şanlar şöhretler diliyorum :)
Bugünlükte bu kadar annem. Yoruldum. Devam ederse bırakamam yazarda yazarım.
Mezuniyet balomda, sevgilim konusunda bana şans dileyin. Harbi şansa ihtiyacım var.