Dikkat! Bu sayfadaki tüm girdiler turkcell ve isbankası aracılığı ile şahsıma sağlanmış e-imza ile korunmaktadır.

Beni koruyun!

Beni Koruyun

28 Şubat 2011 Pazartesi

Oha, şimdide şizofren olduk!

2 kişi izah etti

Bu hafta bana oldukça "tempolu" geçiyor. Benim tempo bu kadar işte. Birilerini dinlerken bile yorulabiliyorum, ama dur lütfen hemen üstüme zıplama. Bilir misin ki beyinsel yorgunluk hepsinden daha vahimlidir?
Neyse...
Konular çok derin. Bazı insanların hala büyüyememiş olması beni üzüyor. Birilerinin arkasından atıp tutmak 15-18 yaş arası ergenlerin işi değil miydi? Ne zaman değişti bu kavram? Ne zamandır üniversiteli, işi sadece hayatını kazanmak olması gereken insanlar birbirini yalan-yanlış çekiştirmeye başladı? Gerçekten bilmiyorum. Birileri için üzülemiyorum bile artık.İçim çekildi çünkü. Hani gözünüzü kulağınızı kapatırsınız ama yinede dibinizde biter yabani otlar ya, benimki o hesap.
Kavgalı olduğum eski ev arkadaşım olan, abisinden kardeşine, kardeşinden abisine kombine ettiği sevgililerine vere dursun, bizde bunları görmeyelim unutalım, işi gücü bana çamur atmaya adamış. En yeni kulağıma gelen bilgi benim şizofreni hastası olduğum. Evet maalesef kendi hastalığımı da yeni duydum, vıy vıy vıyyyhhh... Meğersem ki lan ben senelerdir şizofrenmişim de haberim yokmuş. Ehe :) Bilmiyorum şizofreninin ne demek olduğunu sanıyor ama bilmeyenleriniz, yada kulaktan dolma bilenleriniz için küçük bir kaynak sunmak isterim.
Evvela şunu belirtmek isterim. Ben daha önce milyonlarca kez bahsetmişimdir ki, majör depresyon hastası idim. Lakin bu hastalığımın teşhisi intihar girişimimden sonra konuldu. Çok ağır uyku ilaçları kullandım ve uyuyamama rekorum 72 saatti. Psikolojik rahatsızlıklar ne olursa olsun herkesin dönem dönem yaşadığı boktan devrelerdir. Benimkide 17-18 yaş arası gerçekleşen bir rahatsızlıktı. Ortaya çıkış nedeni biraz ailevi problemler, biraz okul ile alakalıydı. Allah depresyonun en ağır safhası olan majör depresyon tanısını kimsenin başına vermesin. Şuan durup düşündüğüm zaman intihar denen o saçma sapan ruh halini hatırladıkça tüylerim ayağa kalkıyor. Çünkü intihar halimin büyük kısmı beynimde yok. Bu eski arkadaşlarımın densizlikleri yüzünden hastalığımı yeniden anımsadım ve gerçekten korktum. Depresif bozukluklar elbetteki utanılacak şeyler değil. O zamana ait bir kaç fotoğrafım var elimde, şişmiş surat, patlamış dudaklar, morarmış göz altları. Muhtemelen günde 12-13 saat uyumam o zamandan kaldı bana. Ama başka yolu yoktu. Küçüktüm, dirençsizdim... İşin yanisi, allah arkamdan dedikodumu yapanlarımın bile başına vermesin. Çünkü biliyorum, ben yaşadım, ben çektim bunları. Öyle dışarıdan laf kalabalığı yapılacak kadar basit değil.
Hastalığımdan tedavi oldum, hatta ilaçları kendim bıraktım. Çünkü doktorlar yazdıkça yazar. Sen ben iyiyim desen bile yazmaya devam ederler. İlacı 6 ay kullandıktan sonra kendi rızamla bıraktım ve birdaha hiç bir zaman yatağın içinde saatlerce dönmedim. En fazla yarım saat sonra sızıyorum. Ve o zamandan beri günlerce süren bunalımlar yaşamıyorum, şükür ki.
Tedavim devam ederken şu sitede adminlik yapıyordum. Şimdilerde boş, viran olan bu sitede bir zamanlar su aslanoğlu adında bir psikolog hizmet vermekte idi, gönüllü olarak. Bu benim eski ev arkadaşım olacak aşifteyle bile seansa girmişti. Hatta su hanım sayesinde bazı sorunlarına çözüm bulmuştu. İnsanoğlu adında bir blogu vardı su hanımın, makaleler falan yayımlıyordu. Güzel bir ortamdı ve belkide ben o site sayesinde toparlandım. Sonra adminlerden biri ile tartışınca görevimden ayrıldım. Aynı zamanda sitenin tasarımıylada uğraşıyordum. Forum kurma sevdam oradan kaldı.
Her neyse, asıl konu hakkında bir kaç görüş belirtmek isterim. O zamanlar adresini verdiğim forumda bir şizofren hastası vardı. Gerçekten allah kimseye vermesin türden bir hastalık bu. Düşünsenize, bir arkadaşınız bu hastalıktan muzdarip, biyere gidiyorsunuz, yanında birini getirdiğini iddia ediyor ama onun gördüğü kişiyi siz görmüyorsunuz. Arkadaşınız, hayal dünyasında gördüğü biriyle saatlerce sohbet ediyor ama siz o kişiyi göremiyorsunuz. Siz mi delirirsiniz yoksa arkadaşınızmı bilemiyorsunuz. Ve en önemlisi tedavisi çok zor. Tamam yok değil ama belki yıllarını alacak. Üstelik bu kişilerin büyük kısmı çalışamıyor, sosyal çevreleri sıfır, sevgilileri olmuyor, fikirleri karmakarışık. Bu, yalan söylemekle aynı şey değil ve kesinlikle dalga konusu olabilecek bir hastalık değil. Ve o insanlar şizofren oldukları için sosyal çevreden itiliyor, kabul görmüyorlar, itiliyorlar ve hastalıkları hat safhaya ulaşıyor. Yalancı, kişiliksiz, deli tabir ediliyorlar ve bu utanç verici. Bir psikologla net üzerinden bile olsa 5-6 ay çalışmış olmak bana bu hastalık hakkında çok bilgi sağladı. En azından bir gün böyle biriyle karşılaşırsam nasıl davranacağımı biliyorum.
Ama bazılarımız bilmiyor. Birgün kendi çocuklarıda şizofren olabilir. İsmiyle bile dalga geçmek... Bu nasıl bir şuursuzluktur? Hayır, ben kesinlikle şizofren olmadığımdan eminim. Eğer öyle olsaydı eski oda arkadaşım canım ciğerim, bunları elin kızından duymak yerine bizzat şahit olurdu gibime geliyor. Yoksa kendimden şüphe mi etmeye başladım? En azından gittiğim hiç bir psikiyatri reçetemin tanı kısmına şizofrenik bozukluk yazmadı. Şizofreni tedavisinde kullanılan tek bir ilaç almadım. Evet basit antidepresanlar değildi, bi atarax, bi lustral kullanmadım. Fakat duygu durum bozukluğu içinde ilaç almadım. Aldığım ilaçlar beni gece 9da uyutur, sabah 7de uyanır ve hiç uykum bölünmezdi. Uykum hala bölünmüyor, tuvalete bile kalkmıyorum.
Ayrıca ilaçlarımı alırken kafein kullanımınıda durdurmuştum. Çay bile içemiyordum. Düzelmemdeki en büyük etken buda olabilir. Neticede kafam artık güzel değil. İntiharın bir çaresizlik olduğunun farkındayım. Yaşadıklarımı bir yazı ile anlatmışım... Gerçekten boktan bir durumdu...
Bu psikolojiyi hemen aşmalıyım..Ehe :) Herneyse işte, öyle oldu yani. Biri arkamdan Kumrall şizofren hastası, lisedeyken tedavi görüyordu, hala görüyor falan gibi bir takım ıvır zıvırlar uydurmuş. Yada uydurmamış, işine öyle gelmiş. Anasını satiiim, giren çıkan belli değil, ne olacak benim bu halim sağyın okur? 0-6 yaş gurubu çoluk çocukla uğraşır oldum. Herhalde şuan bir obsesyon atağı geçiriyorum. Çünkü harbi harbi kafama takılmış bu mevzu ki, böyle uzun bir yazıya konu oldu.

22 Şubat 2011 Salı

Tabi, ülke için tecavüz normaldir. Ne olacak ki...

5 kişi izah etti

Onu ilk doğduğu zamanı, ailede annemden sonra ikinci kez kucağına alan şanslının ben olduğum "o an"ı anımsıyorum. Küçüminnacık parmakları, ufacık, benimkine benzeyen bir burnu ve pespembe yanakları vardı şekeparemin. Kız oldu diye üzülmüştüm ama erkek çocuk benim hakkımdır bu ailede, hissediyorum.
Evet, içimdeki önü alınamaz, tarifi imkansız bir teyzelik içgüdüsü. En az annelik kadar psikopat bir bağımlılık. Helede genç kızken eline aldıysan ablanın, kardeşinin bebeğini, sıçtın demektir. Evlenme ve çocuk yapma hissiyatın içinden çıkılmaz bir hal almaya başlar.
Teyze olduğumdan beri aşık olamıyorum, hastalığım nedir doktor beyciiim?
Onu elime ilk aldığım "o an"ı kaç kere tekrar tekrar anımsadım bilmiyorum. Her seferinde bir kez daha böööğüre böğüre ağlamak istiyorum, valla bak. Öyle güzeldi ki, benim kızım, bütün kızlardan daha güzel bir kızdı. Daha güzel, daha akıllı, daha sevimli... Herşey onun üzerinde döndü benim için bir süre, hala bazen öyledir. Ama o ilk sendromlar en az ablamın yaşadıkları ataklar kadar güçlüydü.
Mesela balkona çıktığında demir parmaklıklara yaklaştırmaktan korkuyorum. O parmaklıklara rağmen düşüverecekmiş gibi hissediyorum. Çok manasız evet... Geceleri uykumda onu balkonda kucağımdan kayıverirken falan görüp uyandığım oluyor. Bakkala götürürken koluna yapışıyorum resmen "birşey olur mu?" manyaklığı ile. Onun istediği birşeye hayır demem hemen hemen imkansız. Ne isterse oluyor. Kimsenin lafını dinlemeyen çocuk annesinin ve teyzesinin lafını dinliyor.
Hayal ediyorum... 20 sene sonra ben hala genç ve kokoş bir teyze olarak koluna girip mağaza mağaza gezdiğimizi, birlikte kahkahayla kahve içtiğimizi, bara gidip zıplaya zıplaya oynadığımızı falan... Tabi onların zamanı kimbilir ne olur...
İşte ben onu böyle seviyorum. Ona böyle bağımlıyım. Saçının teli kopsa ben ağlıyorum. Onun canı yansa ben üzülüyorum.
Bir defasında onu tutmak için neredeyse kendimi sakatlıyordum. Çünkü o düşmesin diye kendimi onun önüne atmıştım. Küçücük çocuğun evin içinde düşmesinden ne olacak değil mi? Hafif sonuçta. Ben kocaman kız düşünce canım baya yanmıştı tabi, dizimde hala duran morluğa rağmen, gülümseyerek hatırlıyorum. Gerçi o da ben düştüm diye ağlamıştı ya neyse...
Geçen gece kimseye anlatamadığım bir rüya gördüm.
Loş, sarışın bir klinikteyiz böyle. Kimse yok, sadece ben ve bir doktor önümde dikilmiş, buzgibi duvara sırtımı dayamışım, içimde kötü, çok iğrenç bir duygu var. Doktor diyorki, biri ona kötü şeyler yapmış... Ne yapmış diye soruyorum, bana boktan bir bakış atıyor. "Tecavüz" diyor ve puffff diye kayboluyor. Hemen yanımda duran kapıya koşuyorum hızlıca, yumrukluyorum yumrukluyorum... Kapı yavaşça açılıyor sonra. burnundan sarkan bir hortum var. Dizlerimin üzerine çöküyorum. "Kamiii ben deliyorummm" diyor, boynu bükülmüş bir şekilde ve çok, çok solgun, hatta bembeyaz. (Bana teyze demek yerine kami der bu arada) Tam orada uyanıyorum ve duvara doğru büzülmüş bir şekilde derin derin nefes alırken buluyorum kendimi. Kalkıp bir sigara içiyorum, bir bardak suyu nefessiz bitiriyorum ve uyuyamıyorum. Dakikalarca başına gidip gidip bakıyorum iyimi diye.
Kafama Çeken amca profesör Orhan Çeker takılmış olmalı. Kendisi dekolte verenin tecavüze boyun eğmesi gerektiğini söylüyor. 8 sene önce ve şuan 21 yaşında olan, o zaman minicik bir kız çocuğu olan N.Ç de dekolte vermiş olmalı. Hayal bile edemiyorum 26 adamla birden sevişirken zevk almış olabileceğini. Ve buda en fazlası 9 sene olan cezalara değermiş, kararmış bir hayat, bitmiş hayatının bedeli... 9 seneyi bir ömürle kıyaslamak hangi hakimin icraatı acaba.
Ben olsam bunlara şöyle bir felsefe geliştirirdim... Eline bahçe makasını alıp taaa en kökünden basıcaksın makası. Bir daha işlemeyecek pezevengin pipisi. Kapatacaksın bir odaya en az 20 yıl, 24 saat porno izleteceksin o hadımlı pipisine... Acılar içinde kıvrandıracaksın. Gözleri ağlamaktan açılmayacak hale gelecek. Alacaksın 2 litrelik pet şişeyi... Neyse.
Bugün gazetede okuduğum bir yazıyı çok takdir ettim. Fatih Altaylı yazmış.Ve bence iyi yazmış. İçimdekileri aynen dökmüş. Tebrik ediyorum kendisini...Üzerine daha fazla da birşey söylemeye gerek yok, gerçekten hassasım bu konuda, ağzımdan çıkanı kulağım duymaz.
Biz orta halli, çalışan, çabalayan kadınlar tahrik ederiz. Eğer azıcık makyaj yapmışsak, saçımızda bir fön varsa, boğazlı kazak giymiyorsak tahrik olur bu ibneler. Boğazımızın altına kadar örtsek, "boynunu ört kadın, azıyorum senin boynunu gördükçe" diyecek bu pezoşlar. Biz son 10 senedir bu ülke için neyiz biliyor musunuz hanımlar? Biz et parçasıyız. İster 18 aylık olalım, ister 70 yaşında, biz etiz hanımlar. Her yerimiz bıngıl bıngıl et, vurun bize diye bağırıyoruz çarşafa dahi girsek. Sıçmakla görevli döt deliğimize bile göz dikti bu orospu çocukları. Bir gün gerçekten delirdiğimde, bir kaç laf atanımı kıtır kıtır kesip 3. sayfa haberlerine çıkıcam. Bunları şehrin en işlek merkezindeki direklerden birine asıcam. Ciddiyim bak, ben bu yüzden toplumdaki tahrik olan masum erkekler için acayip büyük bir tehlikeyim.
Beyler... O namus bekçisi, yolda belde küçücük ortaokul öğrencisi kızlara, "anammmm, bütün mal senin mi?" diyen yurdum delikanlısı. Silkelen, kendine gel. Adamı gün olur hadım yasası falan diye pipisinden ederler, akıllı ol.

Evet, gerçekten gazete aldığım günler çok geriliyorum ben. Yıllar oldu hala o 18 aylık bebeği unutamıyorum. Hala gözlerim doluyor. Hala hatırladığım esnalarda alnımdaki damarlar şişiyor sinirden.
Ne dersiniz? Hadım yasası genişletilsin mi? Bahçe makası iyi ama dimi...?

21 Şubat 2011 Pazartesi

Bunları böylece istiyorum

6 kişi izah etti


Evet, şuan diş ağrısından ölmek üzere olduğumu arz ediyorum. Eğer ben bu diş ağrısından geberir gidersem mezarıma papatya ekin. Vasiyetimdir.
Belki ağrımı biraz unutturur diye yazmaya geldim.
Lise hayatımdan kalan bir kaç fotoğraf, aklıma kazınmış bir kaç anı var. Embesildik. Eğer kız lisesinde okumak zorunda kaldıysanız beni çok iyi anlarsınız. Mesela biz sınıf mevcudu olarak 13 kişiydik. Ben yatarak yüksek bir ortalamayla mezun olunabilen bir okul kurumu daha görmedim. 4 sene boyunca yattım abicim. Hazırlık sınıfımız komple ingilizceydi. Ev ödevi diye birşey vardı o zaman, ki bence harika bir uygulamadır. Ev ödevlerini yaptığın zaman asla sınava hazırlanman gerekmez. Ben o 4 yıl boyunca hep ev ödevi yaptım. Etrafımda güzel sanatlara girmek için resim kurslarına koşandan tut, dershanenin "abla"larında yatıp kalkanlara kadar gördüm. Lan kızı evden çarşıya salmazlar, ablalara salarlar. Nerden biliyosun belki abla ayağına sevgiliye gidiyor, belki abla, aslında abla değil? Hiç anlamadım ben o zamanlar aileleri. Halada anlayamıyorum.
Benim türüm sevmişim dünyasını yat gitsin türüydü. Hiç öss krizi yaşamadım örneğin. Yatay geçiş hakkımı kullanıp restorasyon okumayı lise 2 de koymuştum kafaya. Resim dersine yeşillik olsun diye giriyordum. Meslek lisesisin abicim, istesende şansın yok. Ya mezun olur oturursun, ya 2 yıllığa gider sürünürsün, yada güzel sanatlara rüşvet verirsin, budur yani.
Emocan akımı bizim zamanlarda yavaş yavaş kök salmaya başlamıştı. Bir emo arkadaşımız vardı. Saçlar orjinal siyah, perçemler önde, çingene rengi pembe ruj... Onlar verici tür oluyor. Zaten işittiğimiz dedikodulara göre sınıfın yarısı lisede vermişti. Hatta bir arkadaşımız için kürtaj, biri içinde çocuk düşürme iddiaları dolanmıştı etrafta, neyse...
Bu lisede sümsük takım olma, tek düze giyinme havası içinde olan bir kısmımız inekledi biyerlere girmeyi başardı, bir kısmımız inekleye inekleye bizim gibi 2 yıllıklara girdi, bir kısmımız ise (yani ben ve türevleri) yata yata 2 yıllığa girdi ve alanlarımızda başarılı olduk. Lisede gözlük takan ineklerimiz, üniversiteye gidince gözlükleri çıkarıp lens takmaya başladı. Lisede mahalle takımıyla çıkan ablacılarımız, üniversitede sevgilileriyle aynı evde yaşamaya başladı. Ben aslında lise sonda evrimimi tamamlamışım. Yani o zamandan beri bariz bir değişiklik yok saç rengim dışında. Aynı makyaj, aynı giyim tarzı...
Abi, üniversite ortamı harbi çok garip. Ulan anasının kucağından yeni çıkmış adamlar, üniversitede özgürliğe kavuşunca sıkıyorlarda sıkıyorlar. "Bu akşam bi kız attım aklın hayalin durur, süt gibi hatundu" diyaloglarına sık sık rastlamak mümkün. Belki gerçekten atmıştır, ama süt gibi olma ihtimali düşüktür, yada gerçekten süt kıvamındadır ama o bir bok yiyememiştir vs... Belki karizmatik delüanlılar için doğruluk payı olabilsede, onların çoğu centilmenlikleri gereği anlatmazlar zaten. Yani...
Şimdi gelelim kendi adıma farkettiğim birşeye. Lisede erkekler adına yaptığım gruplama azmış.

1- Kankalar (güvenilen ve dost sanılan tür)
2- Sevgililer (aşk, aşk, aşk)
3- Sevgili olma ihtimali olanlar (iş atanlar veya iş attıklarım)

Üniversitede liste biraz daha genişliyor, buda büyümenin verdiği bir çeşitlilik olsa gerek.

1- Kankalar (sallanmayan ve güvenilmeyen tür)
2- Sevgili (mantık yolunda emin adımlarla ilerlenen, evliliğe dair umudunun olduğu, aşık olunan tür)
3- Dostlar (Denenmiş kanıtlanmış, güvenilmiş erkekler, tamamen dost, sarkma asılma olayının olmaması için önlem alınmış, bariyer konulmuş tür)
4- Eski sevgililer (daima suratlarına tükürülmesi gereken, güvensiz erkekler)
5- Arada flört durumu olan kankalar ( Ara sıra takılma amacıyla kullanılırlar, her daim etrafındadırlar)
6- Seksi ünlüler (Yanında tutmayı hayal bile edemeyeceğim, ve ahhh ah dediğim erkek türü)
7- Allah çirkin bahtı versin dediğim yanında çirkin kız olan yakışıklı erkekler (açıklamaya mahal var mı?)
8- Yakışıklı ve entellektüel iş arkadaşları (İneklemekten gözlüklerinin altında kalmış yakışıklılığını çıkarasın geldiği erkek türü, deş beni melahat)
9- Acilde asıldığın genç doktorlar
10- İç çamaşırcıdaki yakışıklı piç, kuafördeki mavi gözlü gay çalışanlar
.........
ve bu liste böyle uzar gider. Sonunu alamazsın.
Üniversitede ve sonrasında, ben en ahlaklısıyım diyen kızın bile içinde böyle bir ahlaksız yatar işte. Aslında içimde yukarıda resimlerini gördüğünüz tipleri bunları böylece istiyorum diyen bir kumrall var benden içeru.
Bu arada, dişim geçti evet. Ağrı bitene kadar ağrıdıkça yazayım ben bari, novalginden daha etkili :)

20 Şubat 2011 Pazar

Sanat Aşkına! v.2

2 kişi izah etti





Evveeettt sevgili seyirciler, facebooktan yapılmış doğaçlama şiir olayımız, aliciğimle estiği vakitlerde devam etmekte.. Bunuda az önce bitirdik, taze taze... Bu sefer seyircilerimiz, beğenenlerimiz falanda vardı azda olsa :)

Orjinal metin:

Ben başlattım-Durum güncellemesi: Gitme ne olur...

Alicim:
Gitmek geliyorsa içinden git,ben alışkınım mutsuz sonlara,bir nokta koy sadece ve git,ayak sesin uzaklaştıkça yakınlaşır hafiften iç burkan şarkılar,başlar bir yalnızlık senfonisi,git gideceksen bekletme geceyi git...

Ben: Beni bekletme arafta, gel demli bir çay koyayım "biz" olan yanlızlığımıza. İçelim, içtikçe güzelleşsin ruhlarımız. Tarifi imkansız parlasın gökyüzü, yıldızlar bizim için seramonilerini yapsınlar, bırak kadehlerimizi şerefimize kaldıralım son kez..

Alicim:
Geriye bu geceden boş şişeler,kırık kadehler,yalnız kalpler kalacak biliyoruz,yudum yudum erteliyoruz acıları,yudum yudum erteliyoruz yalnızlığı,içiyoruz sonu düşünmeden,içiyoruz sanki her şey yeni başlar gibi,ama biliyoruz her yudum tüketiyor bizi,içiyoruz aldırmadan,şerefe daha doğmamış yalnızlık,şerefe daha bitmemiş aşkımız...

Ben:
Sabah yalnız uyanacağız biliyoruz, bunun kasveti var üzerimizde anlamsızca. Birbirimize bakıp iç geçiriyoruz. Koyu bir hüzün, aramıza çekilmiş bir duvar var. Dokunamıyoruz sanki, aşinalığımız kayboluyor, birbirimizin gözlerine dokunamadan, son kez sarılıp uyuyamadan gidiyoruz.

Alicim:
Yavaş yavaş gün doğuyor,yavaş yavaş bitiyor sanki güzel bir şarkı ve sessizlik çöküyor,her başlayan şey bitmeliydi birgün ve bitti,hadi şimdi ayak seslerimizle boğalım sessizliği,ayrı yollara itelim son sözlerimizle bir birimizi,yürüyelim sadece arkamıza hiç bakmadan,yürüyelim göz yaşlarımızı bir birimize bulaştırmadan...

Ben:
Ağlayan bir kadınım ben gittiğim tarafta, yürüdükçe yollarım hissizleşiyor, boğuluyorum akıttığın gözyaşlarında. Çökmek istiyorum dizlerimin üstüne, gittiğin yöne koşmak istiyorum deli gibi, sarılıp boynuna bırakmamak için delirmek istiyoru...m. Ve sonunda oluyor, damarlarımdaki kan kendini kaybediyor kalp atışlarımda...
(erkek doğaçlaması bekliyorum hemen :))

Alicim:
Ayaklarımda sanki bedenimden ağır kum torbaları bağlanmış,senden uzağa atmaya gücüm yetmiyor adımları,geri dönsem yüzümü bir tüy kadar hafiliyor ayaklarım,ortasında bir yolun,omuzlarımda kararsızlığın ayakları,içimde tarifsiz bir acı,kalakalıyorum öylece...

Ben:
Biraz daha devam ettikçe yoluma, sana ait bir kaç anı buluyorum. Bir cam kırığı, bir sahil kenarı, bir kaç bira şişesi... Gülümsüyorum. Arkama baktığımda savruluyor saçlarım sanki yaralı kalbine. Arkama doğru attığım her adım sana bi kavuşma, sana bir gülümseme gibi sanki...

Alicim:
Aşkımız doğdu,büyüdü ve en sonunda da öldü...artık bir ölüye ağıt yakmakla geçecek ömrümün kalanı,bir ölüden bana kalanlar dolduracak hayatımdaki boşlukları,(son)

14 Şubat 2011 Pazartesi

Hey, mına koyim sevgililerin!

6 kişi izah etti

Merhaba, ben Rusyanın kuzeyinden Kumrall Sevgilisever. Sizlere bu müthiş sevgililer gününde farklı bir tatil amacıyla kullanılmakta olan bu ebesinin dini otelden sesleniyorum. Tabii, götü yiyen buyurup gelebilir, buzdan yatakların üzerinde sevişip günün her saati buzdan masalarımızda kırmızı şaraplarımızı yudumlayabilirsiniz. En unutulmaz sevgililer gününüzü bamya turla taçlandırın.
HSSKTR!
Lan Allah belamı vermesin çok havamdayım. Eğer azıcık aklım olsaydı benim bahçekapısını geçen sene sevgililer gününde böyle bir otele götürüp pipisinin donmasını keyifle izleyebilirdim. Zira bu otellerden ikandinavya ülkelerinde ve alaskadada var. Beynim sonradan çalışmayı çok iyi beceriyor.
Bu sene de çok yalnızım.
Kutlayabildiğim tek bir sevgililer günüm var benim. O da şu. Tamam, diğerlerinide kankalarla kutlamış olabilirim. Yani onlarda oldukça keyifliydi. Ama bu sene tamamen tek başımayım, evet.
Bu gün gördüklerim, duyduklarım beni ruhen zedeledi. Ama öyle sevgilisizlikten falan değil benim yaralanmalarım.
*Bir kaç hafta önce kendi isteğimle, aslında saçma sapan bahanelerle ayrıldığım sevgilim beni yemeğe çıkardı. Çoktan kabullenmişti bitişleri, gidişleri. Çok güzel bakıyordu gözleri. Öyle aşıktılar ve öyle bir gizlemişlerdiki aşkı, ağladım karşısında. Makyajım aktı. Çok ezik bir hal aldım. Önceden yaşadığım tüm aşklara lanet ettim. O gözleri nasıl kaybedebildim bir fikrim yok ama duygularımın gazına gelip boynuna atlamadım.
Bir şeyi çok iyi tecrübe ettim, bir aşkı koptuğu yerden bağlarsan, bağladığın yerden yine kopar. Sürünürsün.
Şimdi ben değil ama o beni sevmeyi ağır ödüyor. Onun ödediği bedelde bana ağır geliyor. Bana nasıl bir insansın sen? Madem sevmiyorsun niye üzülüyorsun? sorularını sorma. Ben oraları çoktan geçtim. Zira sevmek felsefemdir. Beni Allah sevmem için yaratmış resmen. Geceleri kulağıma "sev" diye fısıldıyor bir melek sesi ve ben eski sevgililerimi, hatta birbirimizin gelmişine geçmişine küfür ede ede ayrıldığımız sevgililerimi bile hala şefkatle sevebiliyorsam, bana ya melek dokunmuştur, ya biyerde kazara ruhuma fazla sevgi yüklenmiştir imalat halindeyken. Bilmiyorum anam.
Bu sevgi aşkla karıştırılmasın. Ben hiç tutkuyla aşık olmadım. Bahçekapısıyla deniz kenarında güneşin doğuşunu izlerken, "Ya hayatım kıçıma kumkaçıyo, öfff" demişliğim vardır, cevaben, "sokucam ama haaa" demişliği vardır. Ve bence haklıdır. Romantizmden hiç anlamam ben. Becerememde.
Belki de o da o yüzden gitti. Oysa ki ben onun kolunu arı soktuğunda krem, saçına ilk ak düştüğünde koparmaması için zulmetmek, başı ağrıyıp göğsüme sokulduğunda ilaç almaya gittiğim için azar yemişimdir. Çorbamın tuzu tutmadığında şevkle yemek yerine "Beceremiyorsun sen bu işi" diye güldüğü için üç gün saklı saklı ağlamışlığım vardır. Sırf o çorbayı sevmedi diye inat edip 1 ay içinde belki 20 kez yaptım. Çorba tuttu ama o görmedi. Başarısızlıklarımı gördü ama başarılarıma tanık olamamak onun azmi mi? Yoksa benim inadım mı? bilemedim hiç.
Sonra aklıma bir görüntü daha düştü. Kolunun içinde saatlerce uyudum, uyudum, uyudum. Göğsünün kokusunu hiç unutmadım. Evet, göğsündeki kılları, yüzündeki kirli sakalda elimi dolaştırmayı, hiç jöleletmediğim saçlarını ben sevdim, bariz psikopatçaydı belki ama ona şefkat göstermeyi sevdim.
O ise tutku istedi diye suçlayamam. Seçimler...
Ben unutmayı bir ayağın kırılması gibi tanımlıyorum. Bir şeyi hayatınızdan çıkartırsınız, o an direkt enjekte müthiş bir ağrınız olur. İlk bir kaç gün sıcak bir ağrıyla devam eder, sonra haftalarca üstüne bastığınızda sızlar. Arada bir yağmur yağınca sızlar. O kadar.
Şimdi ben neyin kafasını yaşıyorum ki zaten? Unutalım gitsin. Baştan alıyorum.

Bir kaç hafta önce ayrıldığım sevgilim F.B.Y masaya otururken "eskilerden söz açmak yok, arkadaşız, lütfen için rahat olsun canım" dedi. Gülümseyen gözlerinin içinde birşey gördüm. Hani bazen mutlaka herkes görmüştür o senede bir gün bakışını. Çok koduğum iç acıtan nadir bir bakıştır o. Gülümseyen gözler vardır ve aslında sen ne olduğunun farkındasındır. Kaçmak istersin, nezaketine küfrede küfrede oturursun. Öyle yaptım. Köftelerimizi itinayla yerken bana bakmamaya özen gösterdi. Bir tanıtım toplantısından geldiği için öyle giyinmişti, takım elbise, sevdiğim kehribar rengi kravatı. Hafif jöleli saçları. Düzgün traşıyla öbür bahçekapısı hıyarından ciddi anlamda farklıydı. Yanına yakışmıyordum. Şişmanım, sarışınım ve diplerim çıkmış. Üstelik feci önemli bir ziyaretten dönüyordum. Yani kısaca berbattım.
Cebinden her zaman yaptığı gibi saklamam için bir kağıt çıkardı.
"7.2.2011 Senede bir gün"
Bana baktı, kağıda bakarken gözlerimi tutmaya çalışarak yanaklarımdan süzülen yaşlarımı baş parmağıyla sildi. Ve bana dedi ki, "Bu benim hatamdı. Sürekli içki içen, içince ne yaptığını bilmeyen insanları sevmediğini biliyordum. Üstelik mazisi tercihleri yüzünden karışık bir adamım. Sen bana ayağa kalkmam için el verdin ve kısmen kaldırdın, minnettarım. Kararına saygım sonsuz. Beni öyle sevememeni anladım, yurt dışına çıktığımda iyice kafa dinledim, sonunda kalbimle aklım uzlaştı. Senden tek ricam bu kağıdı diğerleri gibi sakla ve her sene 7 şubatta yemek yiyelim. Çünkü sen beni bunalımlarımdan kurtaran kadınsın ve seni önce şifalı kalbin için seviyorum."
Senede bir gün. Seneye onu orda bulamayabilirim. Belki bir kaç sene bulurum sonra bulamam. Belki aptalca bir replikti. Ama beni sabaha kadar ağlatmaya yetti.
Bunuda geçelim.

Bir önceki, bir kaç gün süren hayvanı face te bir arkadaşın şeysine yorum yaparken görünce Allahın gavatı demekten alıkoyamadım kendimi. İnsan ancak bu kadar şerefsiz olabilir teorisine giriyor evet. Ayrıntılar çok vahim, anlatamayacağım.
Ben çareyi sevgili biricik kardeşcağzım Onur'umla konuşmakta buldum yine. Uzun uzun...Sonra herşeyi attım Sexy back dinleye dinleye şettiriyorum bu yazıyı. Tuhaf di mi?
"Baby I'm your slave (aha) " (Bu arada çevirisini okuyorum, anam ne cenabet şarkıymış)

Bir kaç gündür başım günün her saatinde manyakça dönüyor ve ağır bir kulak çınlama travması yaşıyorum. Çarşamba gününe nörolojiye randevu aldım. Bakalım ne olacak.

Babam varis ameliyatı oldu. Söylemeden geçemeyeceğim. Evet babamla çok didişiriz, hatta bazen birbirimizden nefret etme noktasına geliriz, kabul. Bu sefer onun için biraz üzüldüm. Biraz mı? Yok, baya üzüldüm.
Ameliyata girerken çocuk gibi korktu. Bize gülümseyerek el salladı. 2 saat heyecanla bekledik. 2 saat sonra ameliyathanenin önüne tam geldiğimiz sırada çıkardılar. O uyuşukluğu bilirim. İnsan birileri beklesin ister yanında hep. Bizi orada görünce o narkozun kafasıyla bize gülümsedi. Ablamla ikimiz ağladık. Tabii ben her zamanki gibi saklamaya çalıştım.
Düşündüm. Lan adamın belden aşağısı tutmuyor narkoz yüzünden. Çocuk gibi, çişini bile tutamıyor. Babamı hiç öyle görmemiştim ben. O kadar çaresizdi ki, yanında ossura ossura sigara içsem elimden bile alamaz. Öylesine acı bir durumda. Ben yine eve gelince ağladım. Yanımızda olmasa, elimizden tutmasa, bazen babalığını yapıp destek olmasa ne olurdu? Sağlam kalan tek bir parçası bile olsa, içip içip sapıtsada, ben sanırım hala babama aşığım. Kalsın o, gitmesin. Ben evlilik üzerine bin tane hatada yapsam, elimden tutup Mudanya'ya çay içmeye götürsün. Karşısına alıp güzel güzel konuşsun. Dayımın dedikodusunu yapsın mesela, kola koy bana desin. Lan dursun, daha bi bayaaacana yaşasın o.
Evet ben karar verdim, yarını babamla geçireceğim. Ötekilerin .mına koyim.

5 Şubat 2011 Cumartesi

Uğurlar olsun güzel insana...

6 kişi izah etti

Bu yazı biraz gecikmiş bir yazı oldu. Sanırım sürekli olarak yazamama özürü var bende. Gerçi insanın "içinden geldiği gibi yazma"sı daha güzel bence. Çünkü sürekli yazmak acayip bir bağımlılık oluyor insanda. Eh, hergün enteresan birşey bulamıyorum, ki benim yazım tarzım hayatımı ifade etmekse eğer, pek gündem konularını yorumlamamam bundandır.
Neyse, biraz moralim bozuk aslında. Hatta dün gece bu moral bozukluğum beni bile aştı diyebilirim.
Bunun ana sebebi saçlarımı kaybetmiş olmam. Normalde süsüme pek düşkün değilim, yani şöyle ifade edeyim, biryere gidiyorsam çok güzel giyinir, makyajımı yapar, saçımı 230 derecede düzleştirirde çıkarım evden. Bunu kendime vazife edindim çünkü sümsük olmaktan hoşlanmıyorum. Ama bakkala çakkala gidiyorsam bunun bi önemi yok. Günün her saatinde pijamalarımı geçirip çıkabilirim evden. Öyle bi yatarkende makyaj yapayım havasında değilim yani.
Neyse, dün sabah yataktan kalkarken saçlarımın kafamın üstüne yapıştığını farketmemle sinirimin oynaması bir oldu. Bir kaç ay önce bir hışımla boyadığım siyah saçlarımı oryelle tekrar sarıya çevirdiğim için afedersin saçımın ağzına sıçtım. Kestirdim biraz olmadı, saç kremlerine servet ödedim olmadı. Olmadı olmuyor derken dün saçımı bir türlü tarayamadağım için kafayı yedim. Önce ablama gittim. Kuaförüm ablama çok yakın. Biraz takıldık dedikodu yaptık.
Bunun görümcesi biraz salak bir tip. Kızın beyni magazin forever. Ülkede ne kadar marjinal tip varsa tanır. Tanımakla kalmaz, biz onun kadar ibibik magazinci olmadığımız için bizi aşağılama yoluna gider. Cahillikle suçlar vs. Bende aksine magazinle alakasız biriyim. Tek sayfa magazin okumam. Kim nerde takılır, ne yer ne içer, vücut ölçüleri nedir, hangi parfümü sıkar, ne giyer ne alır bilmem. Pek bilmekte istemiyorum. Zenginin parası fakirin çenesini yorarmış. Banane kardeşim adamın giydiği donun markasından. Her neyse, ablam yaklaşık 4 yıllık evli. 4 yıldır bu aptalın bizi magazinle bilgilendirip bilgilendirip sonundada "ayyyy ne cahilsiniz, niye takip etmiyorsunuz" laflarıyla uğraşırız. Görüşmemek gibi bir lüksümüz yok. Hatunu senede 2 kez görüyorum koca sene yetiyor, ablamı düşünmek bile istemiyorum. (Hoş, hatun internettende yetiyor canıma) Bu hatun magazin izleye izleye beyinsiz oldu. Evlilikten konuşurken ciddi ciddi oturup, zengin koca bulacağını, evinde hizmetçileri olacağını falan söylüyor. Hani çok çok güzel bir kız olsa anlarım ama değilde yani.
Ablam Defne Joy'un ölümü hakkında konuşurken bu kızla, Defne'nin ölüsünü dirisini eleştirmişler ailecek.
Şimdi, aslında ben bu ölümle alakalı hiç birşey yazmamaya kararlıydım. Ama hem çevremde, hem gazetelerde öyle saçma sapan şeyler okudumki, o kadar canımı sıktı ki bu mevzu anlatamam.
Bütün dinci geçinip, genç bir kızın başka bir adamın evinde ölü bulunması hakkında yaptıkları eleştirilere giydireceğim.
Başta Serdar Arseven, bu konuda büyük ayıp etmiş. Eeee bir dakika şimdi, bu adam vakit yazarı müslüman geçinen bir adam değil miydi?
Serdar Arseven'e ithafen,
Hz. Aişe validemizden rivayet edilen bir hadisi şerifde Peygamberimiz (sav) "Bir arkadaşınız öldüğü zaman onu bırakın, onu gıybet edip ayıplamayın." buyurmuştur.(Ebu Davud, Sünen, Edeb, 49, c. IV, s. 275)
Abdullah b. Ömer'den rivayet edilen bir hadiste de "Ölülerinizin iyiliklerini, güzelliklerini anın ve kötülüklerini sarfı nazar edin." buyurmuştur. (Tirmizi, Sünen, Cenaiz, 33, c. II, s. 215; Ebu Davud, Sünen, Edeb, 49, c. IV, s. 275.)
Mevlananın ünlü sözü derki,
Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi ol.
Ben şöyle öğretildim, insan başkasını öldükten sonra eleştiriyorsa ben ona insan demem, fesat derim. Sen ölünün arkasından bir anasına sövmediğini bırakmıyorsan bu iş değil. Büyük günah işliyorsun farkında değil misin ey müslüman? O insanın cevap verme hakkı yokken hemde... Hem ayrıca bu nasıl din dostluğu? Bu nasıl bir paranoya sizdeki anlamıyorum. Özel hayat gizliliğini geçtim, insan ölünün arkasından bu kadar karalama yapar mı?
İnsan, günahıyla sevabıyla insandır. O insan öyle büyük bir iyilik yapmıştır ki, bütün günahlarına kefaret olur. Onun takdirini yaradana bırak, elin kadınını cehenneme sokmak sanamı kalmış gerizekalı?
Ona kalmış evet... O öyle zannediyor.
Şurada eşinden gelen açıklamaları okuyabilirsiniz ayrıca.
Belki kadın barda hastalandı, belki reklam olmasın diye hastaneye gidemedi, belki o an o kafayla o kadar düşünebildi. Belki, belki... O an ne düşündüğünü Defne bilebilir. Oda sırrıyla öldü gitti. Ölüye bir fatiha, bir yasin göndereceğine, afedersin argoda bir tabir var .rospu karı gibi sağda solda büzük büzük konuşuyorsun. Senin canına bir ot tıkar rabbim, birdaha klavyenin enter tuşuna basamazsın.
Bunlar dinden imandan bahsediyor ya abi gerçekten bombalamak istiyorum bu herifleri. Çok sinirime dokunuyorlar. Acayip deliriyorum. Ne şuursuz insan bunlar, birde "aydın yazarlar" ünvanı falan veriyolar bunlara. Aydına bak aydına.
Hele hıncala hiç girmiyorum. O daha değişik bir cahil. O yaşa gelmiş ama edep namına bir zerre edinememiş. Yazık yaşına, ünvanına yazık...
Siz Defne'nin ne yaşadığını asla bilemezsiniz.
Ben Defne'nin bu kadar düşüncesiz davranabileceğini zannetmiyorum. O kadar hayat dolu bir kızın bunları ölüsünün arkasından işitmesi ne acı. Millet olarak günah işliyoruz bu sefer, kişiseli geçtim.
Allahtan rahmet, peygamberimizden şefaat diliyorum. Umarım rahat uyur, varsa günahı affedilsin inşallah.
İşte bu kadar. Bunu söyleyip susmak bu kadar mı zor?
Bizim milletimize dedikodu olsunda ne olursa olsun.
İşte bu ablamın görümcesi mevzusuda bu Defne olayından sonra içimde kıza karşı tarifi imkansız bir acıma, bir tiksinmeye sebep oldu. Sofrada yemek yerken (nimet ağzındayken) Defne'nin ölümü hakkında, "İşte ne işi varmış elin herifinin evinde, üzülmeye bile değmezmiş, zaten müslümanmı hristiyanmı belli değilmiş" vs. vs... Hatırladıkça suratına kusmak geliyor içimden. Ablam susun, öldü kadın dedikçe konuşmuşlar.
Ablamdan çıkıp kuaförüme gittiğimdede aynı şey oldu. 3-5 kadın birleşmiş Defne'nin kocasını aldattığını düşündükleri evde geberip gittiğinden (dilleri kopsun) bahsediyorlardı. Üstelik saçı kesmeye "besmele" ile başlayan insanlar yapıyor bunu.
Çok ayıp çok...Allah bir tokat savurur, o eleştirdiğin şeyin bin beteri olursun. Sus!
Buda ona içimden gelen sözler,
"Sen, hiç birşeyi duyma, görme, çünkü duyup görseydin zaten ölürdün. Sen sevdanın rengiydin, usta bir oyuncu, şeker bir sunucuydun ama önce insandın, herşeyden önce.
Sabahın köründe, milyonlarca seni tanıyan insandan sadece biriydim ölümünü duyunca hüngür hüngür ağlayan. O kadar inanırımki -allah sevdiği kulunu erken alırmış- tezine, hep okudum arkandan... Hala inanamıyorum, sanki bir süper peri dizisinden fırlayacakmışsın, -şaka yaptım lan size- diyip stüdyolarda zıplayacakmışsın gibi hissediyorum. Allah herşeyi kararlar. Eminim herşeyin en hayırlısıdır bu.
Mekanın cennet olsun adı gibi güzel insan..."


Neyse, ben günün sonunda saçıma kıydım. Kuş gibi kaldılar. O yüzden fena halde sinirim tepemde hala. Sarı saç uğruna saçım omuzuma kadar kısaldı. Saç boyatmaya bir süre ara vereceğim. Hatta elimden gelsede eski rengime dönebilsem keşke.