Dikkat! Bu sayfadaki tüm girdiler turkcell ve isbankası aracılığı ile şahsıma sağlanmış e-imza ile korunmaktadır.

Beni koruyun!

Beni Koruyun

5 Temmuz 2016 Salı

0 kişi izah etti
Bir cami ile bir avlu arasındaki dualar, sanki nemli ve sıcak hava yüzünden serin imarethaneye sıkışıp kalmış gibiydi. Bilirsin işte, insanlar biraz art niyetlidir. Sevdiğine kavuşmak isteyenler, daha fazla parası olsun isteyenler, avmlerde harcadıklarını bir türlü ödeyemeyenler, taksitle onlarca aylık kredi çekenlerdir onlar. Hepsi kadein teslimiyetine inandılar ama hataları ile yüzleşemediler. En çok evladı ölmüş annelerin, babası ölmüş çocukların arefe günü mezarlığa gitmesinden acır kalbim. Birini kaybetmek insan doğası için hayli tehlikelidir. Öldürmez ama süründürür bir acı çekersin ölene kadar. Hep kalbinin en alt köşelerinde sızlar durur. Fakat heyhat, çürümüş bedenler geri gelmiyor.
Caminin köşesine oturmayı düşündüm bir an, sonra vazgeçtim. Anlık kararlar alıyordum yine, yetişme telaşım vardı. Güneşte kokular her zaman daha yoğun olur. Burnu keskin olanlar bilir bunu, benim gibi. Vücut ısısı ne kadar artarsa, sürülen parfüm kat be kat yoğunlaşır; baharatlı bir koku verir geçtiğin yerlere. Bilindik, tanıdık bir kokuydu ama, belki önüme o kedi çıkmasaydı durmazdım. Hayvana çarpmaktan korkmaktan mı bilmem, kokudan mı bilmem, korkudan mı, damarlarımda kanın daha yavaş akmasından mı bilmem, sana bilmeden omuz atmamdan mı yoksa, elim eline çarptığı için mi, kediden mi, çarptığım senden mi özür dilemek için durdum, bilmem...
Af edersiniz'in affı çıktı ağzımdan. Yılların affını dilediğimi sandım. Zannettim ki mavi gökyüzü ve havayı soluksuz bırakan bulutlar tepeme inmeye başladı. Titredi caminin kubbeleri, ikindi okunmaya başladı. Esnaf koşuşturdu toygar ışıklıyı kısmak için, zenciler bağırmayı kesti, çiçek satan çingene bize baktı, dilenen suriyeli çocuk bir an umudu kesti, elimdeki poşet düştü, omuzlarıma bir yük oturdu, film şeridi gibi aktı 2013'ün 4 temmuzu.
*İçerken manasızca gülüyorsun* dedin, yine güldüm. Odam şu taraftaydı ama, titizliğim geldiğinden şu taraftaki banyoya gidip yıkanacaktım. Acılarım ve hasretlerim vardı. Bir de bitmeyen sancılarım. Rakı severdik seninle. Yeni tanışmıştık. Gülerdik biz. Manasız şakalarınla meşhurdun sen, gözlüğümü takmıştın, resmini çekmiştim. Boynuma sarılıp uzun uzun sıkıştırırdın, kız kardeşini sıkıştırır gibi. Dur lan, git şurdan lan dedikçe yanaklarımı sıkar, iyice kızartır, sonrada öperdin kızaran yerlerden. Özellikle çıkmaya yarım saat kala hadi beni metroya bırak diye yalvarırdım sana. Dudak bükerdin. Öfler, pöflerdin. Ama kıyamazdın bana. Başına ne geldiyse ordan geldi. Duştan çıkınca saçlarımı taradım yanında. O zaman saçlarım sarı değildi ama, yine iyice didiklemiştim. Pırasa gibiydiler. Açılmadıydı da uzun uzun taradıydın. Gece rüyamda çığlık attım diye yanıma gelip, yatağın kenarında diz çöküp sabaha kadar elimi tutmuştun. Ne kötü günlerimdi, ah. İçmek bile kar etmiyordu. İntihar ediyordum yavaş yavaş ve sen bana kızıyordun. Bende sana kızıyordum. Bu kadar sevdiğin için beni. Ben dalda kalan son yaprak gibiydim, fırtına geliyordu ve tutunduğum sen dalını kıracaktı. 
Önce bir an türk kahvesi gibi koyu gözlerinde asılı kaldım. Yüzün buruştu. Öyle ki bana acıdın mı, beni özledin mi bilemedim. Dudaklarım sarktı. Gözlerim bir an doldu. Beni görünce kolumu yakalamıştın, konuşmasaydıkta herhalde kollarımızla telepati kuracaktık. "Bana acıma" dedim sana aklımdan, "Sana acımıyorum" dedin bana aklından. Vefasızdım, günahkardım, hayat gibi. Müziği bir türlü susturamadılar. Ezan sesini çok severim ama, ezanı hiç duyamadım. Acımasızdım, isyankardım, hem günahsız hem de günahkardım. Tıpkı hayat gibi.
Sabah uyandığımda bet olurdum ben, sen bilmezdin. Alkolden hiç ayılmamıştım belki, veya hiç rakı içmemiştik. Tek bildiğim, saçlarımın arasına kafasını gömmüş bir adamdı. Biz seninle sevişmeden, sevgili olmadan, günaha girmeden, çok yakından ama kilometrelerce uzaktan sevmiştik birbirimizi. Göğsüne kafamı koyarsam hiç ölmem zannederdim. Çünkü bilirdim, dünya sürekli art niyetli değildi. Toydum ve aptaldım. Sürekli kendi eksenimde döner, döner, dönerdim ama bir adım bile yürüyemezdim. Sen ise bana *seni çok sevdim lan allahsız karı* diye bağırmıştın. Hayır, aslında tam bir inanandım, ama senin beni sevmene alışamamıştım. Üstelik seni bir barın son müşterisi olarak toparlayıp denize atmaya gittiğim o gün yaşadığım şoktaki gibi değildi hiçbir şey. Buna inanamazdım. Kendim de inanmıyordum ki seni sevdiğime. O sabah saçlarımın bir yerinde senin dna'n kaldı. Hep yapıştı oraya, çıkmadı. Direndi ve kazandı. Sandım ki o puslu sabah, klimanın altındaki salonda omuzlarımız tutulmuş halde uyanınca, yaptığımız bir hataydı, bir daha yüzümüze nasıl bakacaktık? "Lan ne var, ben yalnız uyuyamam" diye yalan söyledin bana. Yalan söylerken hep gözlerini kaçırırdın zira. İnanılacak bir tarafı mı vardı? Eşşek kadar adamdın sen. Tut ki evde 5 tane de yatak vardı. Göğsün sıcaktı, hava sıcaktı, kokun hep aynıydı. Ben aptaldım.
Yüzündeki acı değişmedi. Yüzün hep aynı şekilde acı çekiyor, sen bilmezsin. Gözlerin hep aynı şekilde dolar ve taşar, beni *hadi canımın içi, yarın görüşürüz* diye uğurlarsın.Baş parmağın bileğimin içinde atıyordu, bileğimin içi baş parmağında. Neyse o aks, öyle duyuyordum tınısını. Kalbin, kalbimin dünyanın etrafında iki kere dolaşabilen kılcal veya ana damarlarımın birinin üzerinde, sesin kalbime ulaşmasını sağlıyordu, ne tuhaf. Birini özlemek yıllar alırdı bende. Sen bunu bilirdin. İki kere dönsek dünyayı, her damarımın her hücresini, her atomunu, her elektronunu bilirsin. Elektronları bile parçalayacak kadar çok severdim ben seni. Bu yüzden solum ak derken, sağım kara dedi. Tezat çektik hep seninle. Sanki iyilik meleğim solumdaydı da, şeytanım sağıma oturmuş kötülüğü iyilik diye fısıldıyordu bana. Bu yüzden de sen gittin, hemde bir hiç uğruna, beni piç gibi bırakan bir hiç uğruna üzülmeyi bile düşünmedim ardından, gittin.
Omuzlarımdan sarstın beni, kıştı. Koşuşturuyordum. 48 bedenden 42 bedene inmiştim çünkü. Yetişmem gereken bir koşu bandı vardı. Üşüyordum çünkü çok kıştı. Kar da yağmıştı. *Saçmalama* dedin. *Hadi gel konuşalum bunu, bak kendi kendine ediyorsun* dedin. Dönüp gittim. Bir an durup arkama baktım. *Seninle görüşmek istemiyorum artık* dedim. Ve sen, upuzundun, birden cüce oldun sandım. O sihirli sözcükler döküldü dudaklarından. *Çok sevdim lan ben seni, Allah'sız karı!*
Acımasızdım, isyankardım, vefasızdım ve riyakardım. Yüzündeki acıdan öpsem seni doyamazdım. Öyle bakma, dur üzülme, nolur acı çekme derdim. Artık vardım. Sen beni unutmuştun, adım bile geçmiyordu sofralarda. Ama şimdi vardım. Bir caminin köşesinde, gölgelerin içinde, buharlaşan parfüm kokunu duymuştu bir kere sağımdaki, hemen bırakmayacaktı. Tepeden tırnağa yaralıydık aslında. Kaidemiz kuralımız kalmamıştı. Ayrı ayrı yaşlanmıştık, en fazla 7-8 ay ayrı kalamamıştık. Kader bırakmazdı bilirdik. Suya anlatırdım kabuslarımı, bir de sana. Çarpışma gibiydi sarılışımız. Ben venüstüm, sen zühre. Ben zühreydim sen venüs. İkimiz de aynıydık, aynı bedende farklı isimler taşıyorduk. Göğsün sıcaktı ve hep aynı kokardı. Başın hep başıma düşerdi sarılınca, tepemden öperdin. Sigaranı içerken çok derin çekiyorsun diye kızardım sana, bir de kahvaltı etmiyorsun diye. Elim sırtındaki kemiğe çarptı. Ne kadar zayıfladığını o anda anladım. Ama göğsün sıcaktı ve yine aynı kokuyordu. Sıcak ve baharatlı.
Dünya'nın döndüğünü bilirdim. Yıldızların aslında birer göktaşı olduğunu. Gezegenlerin birer yıldız olduğunu da bilirdim, pek çoğunun buradan göründüğünü de. *Olmuyor, ne yapsam olmuyor* dediğimde,* yaptıkların yüzünden olmuyordur belki de* dedin. Seni kaybettiğime pişman olduğum gün tıpkı şuanda olduğu gibi saatlerce yürümüştüm. Hani terk edilişime değilde, seni kaybettiğime üzülmüştüm. 
Kollarımın arasında küçücük kalmıştın ama ben, ben hep sefamı sürmüştüm. Hala kollarına sığıyordum, ama bir türlü küçük kalamıyordum. Utanıyordum. Hatrına bir kadeh rakı bile içmemiştim. Sofralar kurardık biz seninle mütemadiyen. Dünyanın derdini, şerefsizleri ve dahi utanmazları yad edelim diye. Her sofranın sonunda ise *ben seni çok sevdim lan Allahs'sız karı* derdin. Sana hiç seni ne kadar çok sevdiğimi söylemiş miydim, canımıniçi? "Özledim, çok özledim" dedim. Kemiklerim çatlıyor sandım. Kemiklerim varmış benim dedim. Göğsümün içinde henüz materyalleşmemiş bir kalbim varmış dedim. Sabah olacaktı sonra, saçlarımın arasında uyuyacaktın sen yine. Bu akşamüzeri güneşi olmayacaktı, terinle parfümün karışmayacaktı. Ben seni, kokunu aylarca duymadan da özledim. "Utanıyorum" dedin. "Utanıyorum, terk edilen bir adam olarak sana sarılmaktan utanıyorum" dedin. Kulaklarım o dakikadan beri çınlıyor. Sesinden çatladı benim kulaklarım. Dünya gözüyle.

5 Kasım 2014 Çarşamba

0 kişi izah etti
Sana yazabilir miyim? Dinlenebilir...

Kim engel olacak ki. Yazarım tabii. Ellerim benim, kalbim benim, aklım benim. Yazarım elbette.

Bayağıdır yapmadığım şeyi yapıyorum şuan. İçimi dökmek için buraya sığınıyorum. Eskiden acılar mı daha büyük geliyordu, yoksa söylesene şimdi içim daha mı çabuk doluyor? Eskiden acılar tabi ki daha büyük değildi. Dayanma gücü daha azdı. Daha toyduk galiba eskiden, şimdi büyüdük. Ben eskiden gerçekten ağlayamazdım. Yani gerçek sebebe ağlayamazdım. Sırf ağlayabilmek acıklı bir olayı sahnelerdim beynimde mesela. Yani içimdeki kir pası atayım diye.

Kimseye anlatmadım. Sadece sana anlatacağım. Hayır üzül diye değil. Sen yalnız kalmış kadınların filmlerdeki gibi değil, gerçekten ne yapacaklarını bilmiyorsun ki! Hani sen bir çok şeyi benimle keşfettin ya, acı çeken kadını da benimle keşfet istiyorum. Çünkü sana kıyamıyorum galiba. İleride takılacağın bir konu bu. Acı çeken en deli kadınlar n'apar?

Bi kere hiç ağlayamadım üç gün. Evet. O gece üç tane uyku ilacı içtim. Çünkü birincisi uyutmadı. Sinirden ellerimi kullanamıyordum. Çalışır halde bir kaç kez kurutma makinasını elimden düşürdüm. Sonra kurutma makinası parçalandı. Bende bütün kalmış az bir kısmını duvara fırlattım. Duvarda garip bir iz kaldı. İzi görmeye dayanamadığım için ikinci uyku hapını içtim. Ne zaman yatağa yatsam akabinde kendimi kalkıp kaloriferin önünde sigara içerken buldum. Üçüncüsünü meyve bıçağıyla parçaladım. Küçük küçük. Öyle daha çabuk etki ediyor. Sonra uyudum. Felçli gibi. Ertesi gün ne zaman uyandığımı sansam kendimi tekrar yatakta buldum. Çünkü uyanamadım. O kadar tuhaftı ki, kim ne oldu diye sorsa, grip dedim. Hepsi bu kadar. Grip. Geri kalan tüm kelimeleri unuttum. Adını hatırlamaya çalıştım beceremedim. Neden gittiğini unuttum. Ne olmuştu ki lan? Bir kaç kez kendimi sana yazarken buldum. Sonra aklıma geldi. Tekrar uyudum.

Uyandığımda sen gideli 30 saat kadar olmuştu sanırım. 30 saat uyutan ilaç var bebeğim biliyor musun? Ne kadar ilginç geliyor değil mi? Hayatımın en baş ağrıtıcı uykusuydu. Bir daha işe gidemeyeceğimi sandımdı aslında. Senin oturduğun koltuğun karşısında nasıl oturabilirdim? Elin kolun değmişti bir kere oralara. Bardaklarda çay içmiştin. Senin teninin değdiği bir şeye nasıl dokunabilirdim ki? İnsanlar köpekbalıkları gibidir, hep ileriye gitmek zorundalar. İstesende, istemesende yürüyeceksin. Hep ileriye. Zaten asla bir gidiş kimseyi düşüremez. Düşürmemeli. Kural öyle. Çünkü ben keyifli şarkıların kadınıyım, arabesk olmamalıyım. En azından sen öyle sanmıştın. Haklıydın. Haklı olmasan söylemez, bir saat sonrada gitmezdin sanıyorum.

Üç günü pek hatırlıyor değilim. Gelenler gidenler oldu. Ablam geldi mesela. Ağladı falan. Neden ağlıyorsun dedim? Pek cevap veremedi. Her işte bir hayır vardır demişim, sonra söyledi. Bunu derken gözkapaklarım kocamanmış. Dayak yemiş gibi. Onun gözleri genelde ağlamaktan şişer, benimki uyumaktan şişmiş. O çok duygusaldır, değişik bağlantılar kurabilir. Bana giderken, unutmaki melekler düşmez. Efsanedir o. Cennetten dünyaya tekmelenmiş melek yoktur, dedi. Bundan pek bir şey anlamadım. Melekler senin ilgi alanın. Belki bir gün bana bunu açıklayacak vaktin olur.

Birlikte o gün planladığımız şeyi yaptım. Tek başıma. Resepsiyondakiler seni sordu hep. Gelecek dedim, gelir dedim. Gelmeli. Mutlaka gelecektir. Yoksa hikaye tamam olmaz. Kıyamaz burada beni tek başıma bırakmaya. Bilirsin, ben beyaz çarşafları çok severim. Otel yatakları benim için her yataktan daha rahattır. O yastıkları 4er 4er konur ya, bayılırım. Daha çantamı yatağa koyar koymaz çantam beni geri al der gibi baktı bana. Bu yatakta yatılmamalı. Bırak temas etmek. Bu yatağa dokunma dedi sanki bana. Çantayla telepatiyle konuştum sanki. Ve.. Şarap beni çarpmıyor. Bundan eminim. Şişeyle içince çarpıyor. Özellikle sıcak küvette şişeyle içince daha çok çarpıyor. Nasıl sıcak yıkanırım bilirsin. Suyu kaynatmadan yıkanamam ben. Etimin kırmızı olduğunu görmek isterim hep. İnsan akşam 5te içmeye başlamamalı. İnsan gözkapakları morarana kadar ağlamamalı. İnsan aynaya bakıp lan gözlerim yeşil olmuş! dememeli. Ama yapılabilir. Ortada büzüşmüş yorgana kafamı boğulacak gibi sokup ağlayabilirim. Çünkü bu benim en tabii hakkım. Bir daha yüzünü bile görmek istemediğim biriyle konuşup neden ya, ben neden mutlu olamıyorum diyene kadar binlerce kelimeyle deneme yanılma yapabilirim. O da abim yapma, ohooo sen neleri atlatmış gızsın, diyebilir. Başka dost bir ses, ağla yavrum, açılaırsın. Böyle böyle geçecek diyebilir. Bir başkası lan salak bunun için mi kendini vuruyon duvardan duvara. Ebesinin nikahına gitsin, diyebilir. Genelde bu tür şeyler söyleniyor. O an tam olarak kim, nasıl, ne şekilde iyi gelir pek bilinmiyor. Tesadüfen aranıyor genelde. Aranması gerekiyor, çünkü bulunacak bir kaç cevap var. Boğazını, mideni yakan bir şey var, şaraptan daha ekşi. Sadece o kriz anında hissedilebilen türden. Ama en çabuk susturanı hayatını mahfetmene sebep olmuş olanı aramak. Lan itin dölü, allahsız kitapsız orospu çocuğu, senin sülaleni siteyim, sen adam mısın? Senin mecburiyetlerin yüzünden şu yaşadıklarıma bak, kaç kere daha aynı şeyleri çekeceğim ben? diye bağırmak oluyor. O kişi bu dünyada en çok yara aldığım şey. Ona şey diyorum baksana, her seferinde sana kıyamadığımdan ona patlayacağım. Ne zaman patlasam, ölmüş anama bari küfür etme. Ben eşşeğin önde gideniyim, bana söv nolur diyecek. Aslında onun annesiyle muhattap olurken o an, belki senin gözlerine baktığım andan itibaren onu zerre kadar sevmediğimi hatırlamıştım. Öyle sanıyorum, çünkü sesini aylar sonra duyduğumda tamamen heyecansızlaştığımı farkettim. Allah belasını verebilirdi, fazlasıyla hakediyordu.

Böyle oluyor işte. Böyle çaresizleşiyor insan. Bundan sonra n'olacağını bilemiyorsun. Ertesi sabah nasıl uyanacağını, nasıl yürüyeceğini bilemiyorsun. Çünkü vücuduna uzun zamandır taze kan pompalayan damara makas atmışlar. Şimdi n'olcak? Sonunda cevabını aradığım soruyu buldum! Peki sen sevdiceğim, acı çekmiyor muydun? Yahu çeksen belli olurdu herhal. Demek ki çekmemiştin. Çeksen arardın galiba. Ya da yüzümü resepsiyondaki çocuğa kara çıkarmaz gelirdin. Acaba sarhoşken gelmiş miydin? Kapıyı da mandallamıştım. Açamamışsındır belki ne biliyim. Sen büyümüş, yaşlı adamlar gibi şöyle diyordun. Acı çekiyorum elbette, ama sen acı çekme diye ben acı çekmeyi tercih ettim. Aşk, acı sahiplenmeyi kaldıracak bir duygu değildir oysa ki. Aşkın kişisel acıları olur. Kişisel acılar çektirir. Şunu diyorlar hep, sevdin, tükettin bitti. Güzel anıların var. Kıymetini bil. Fakat bitmedi ki. Bitecek kadar yaşanmadı ki!

Türkü şöyle diyor,

Hasretini çektiğime
Sözlerim çok dilim dönmez...



Kan gelir her gözyaşımdan gülüm aman,
Ne çektim cahil başımdan.

Tutacak dalım kalmadı ağlarım,
Can, can, can ataşından.

25 Mart 2014 Salı

0 kişi izah etti
Yıllar yıllar önceydi.

Yine bir sabah, saat 5te, gün henüz alacakaranlıkta iken, doğudan cılız ışıklar yüzüme vurdu bir hastane bahçesinde. O sabahta bir piyano sesi vardı, bu sabahta.

Seni delirtmeleri yıllar yıllar alıyor, zor ve uykusuz yıllar. Ama yine de delirtiyorlar. Ya uykusuz oluyorsun ya da göründüğünden daha narin. Durmadan izleniyor olma sanısını yaşamak hayli zor. Fakat artık dünya çok değişti. Yatırıldığım uykudan uyandığımdan beri bunu iliklerime kadar hissedebiliyorum. Demiştim ya, dünyayı daha parlak görebiliyorum ve hatta onu içimden çıkarmaya cesareti olan varsa buyursun becersin diye... Bu sabah saat tam 5te, doğudan o cılız ışıklar gözbebeklerime dolduğu tam o an anladım ki, ateşe bir odun daha atmalı. Eninde sonunda oksijen yetersizliğinden söneceksin ateş. Evrene karıştığımda belki de ve ya başka bir bedene hazır olduğumda. Beni korlarınla tehdit edemeyecek kadar zavallı yanacaksın. Bende üzerine su dökeceğim belki de.

Buradan aşkı beceremediğimi ve ya yine başarısız olduğumu düşünenlere ithafen... Bu sefer başarılı oldum. Bu sefer sırf yalnızlığımı örtsün diye kimseyi zorla yanımda tutmaya çalışmadım. Etrafa gösteriş olsun diye her şey yolundaymış gibi davranmadım. Bir aşk gelip elimden tuttu. Çarçabuk büyüttüm onu, yaşlandırdım. Bir otobüs veya gökyüzünde özgürce kanatlanmış suni bir petrollü taşıt alsın onu, sisi toprağına, çamuruna ve rüzgarına bırakmış bir kente götürsün istedim. Sevmek armağan etmektir. Kafesi süslemenin ne anlamı var ki? Kafes kafestir.Öyleyse kanatlarına attığın dikişleri makaslamalı ve gitmelisin. Yada gittiğin yerde kanatlarına yeni dikişler atmalısın. Bir önemi yok. Zaten ne yaparsan yap, dikenli tellerle dikişte atsan kanatlarına, kalbine zehirli bir ok sokmuyorsan ve ya kafanı neşterleyip beynini açamıyorsan değiştiremiyorsun.

Kendine de sormalı bazen... Gölgelerde yaşayıp naftalin kokmak mı istersin? Güneşe yürüyüp cayır cayır yanmak mı?

Neyse ki hala güneşe yürüyecek cesaretim var. Kimse benimle yürümese de ben yürüyorum güneşe. Olsun, etim sağlamdır. Kolay kolay acımaz. Hem fark etmez. İnsanın anıları en canlı sevgilileridir. Her an başucunda duran. Yetinebilirsin değil mi? Evet dedi içimdeki diğer Nilüfer. Evet. Ben seninleyim dedi, güneşe yürüyebiliriz. Sessiz ol, sükut et, öperken ve severken dahi fark etmez, insanın beyni lütfetsin yeter. Oysa odur. Sen öyle istersen o da öyle olur. Varsın güneş olsun da arada bir gerçekleri görsen de fark etmez, en fazla etin yanar. Sevişirken karanlığı severiz biz. Zifiri olsun da, ne kokarsa koksun teni. Onu hayal edersek odur. Doğacak çocuklarımızda ondan birer parça olur.

Ama dışarıya bakan Nilüfer bugün çok güçlü. Bana "aptal olma, yaralarını böyle güneşe atma, gün gelir bir bıçak sokarlar onlara, üzerine tuz ekerler" diyor. Hangisi baskın gelecek ey ruhumun ızdırabı? Bu gece bana gel, şarkılar söyle. Bu ikilem bizi öldürecek. Üçümüzü de.


Bunu dinlersen fermanın bizden. 

13 Ocak 2014 Pazartesi

Söndürün Kalbimi

0 kişi izah etti
Bu, tarifi imkansız bir sancı.

İçinizde kaynayan bir kazan oluşuyor. Sürekli soran, cevaplar arayan, iradenizin dışına çıkan emirler yağdıran, sizi bile bile yürüten dikenlerin üzerinde... Hiçbir şeye mantıklı bir yaklaşımınız kalmıyor. Sürekli yorgun, sürekli aynı şeye odaklanan haliniz...Durmadan, aralıksız, kalbinizle sırtınızın arasına oturmuş, ağrıdan kıvrandıran, nefes aldırmayan, kabuslar gördüren, gecenin 4ünde uyandırıp hüngür hüngür ağlatan bir acı...

Ben bir kaç sene önce keskin hatlara sahip biriydim. Toplumun iğneli normlarına o kadar düşkündüm ki, insanları hataları için o kadar çok yargılardım ki...

İster evrenin hediyesi diyelim, ister Allah'ın cezası... Bildiğin doğruyu sana unutturuyor hayat. Şimdi yutuyorum söylediklerimi birer birer. Üstelik karşımdaki kötü biri olsaydı, derdim ki, hayatına bak Nilüfer! Yaşa gitsin! Sorma, sorgulama, anın tadını çıkar! Belki acı dahi çekmezdim, belki yılların acısını mutluluğa boğmayı başarır, kanayan yerlerimi iyileştirirdim. Öyle olmaması gerekiyor sanırım. Sanırım, bu yeni bir sınav. Mantığımın almadığı, gün be gün sürüklendiğim bir durum. Üstelik bir insanın kokusunu kolay kolay özlemem ben... Kolay kolay bakışlarını hatırlamam insanların. Kahkaları kaydetmez beynim. Kolay unuturum, kolay vazgeçerim, kolay silerim. Fakat şimdi, sanki biri kayıt düğmeme basmış, her şey bir top ipi yumağa sarıyor gibi. Nefes alışını kaydetmiş beynim mesela. Hani o ağrıdan ağlarken hastanenin önünde, başına göğsüne koyduğum an duyduğum sinirli kalp çarpıntısını kaydetmiş, etraf ne zaman sessizleşse onu duyuyorum hep. O aynanın karşısında akan makyajımı temizlemeye çalışırken aynanın yansımasındaki telaşlı yüzünü resmetmiş. Kafam, birdenbire canlandı. Kendini resetlemekten vazgeçti. Herşeyi alıyor hafızaya...

Nasıl baş edeceğimi ise hiç bilmiyorum.

Herkesin anlamasını bekliyor kalbim. Beynim, kimsenin anlayamayacağını anlayabiliyor. Beni susturuyor. Bu yüzden hep daha iyi olmaya çalışıyorum. Daha anlayışlı. Mantıken bu durumdan savaşsız çıkmalı. Kimseye zarar vermemeli. Ama her geçen dakika, zarar verdiğini bile bile yaşıyorsun. Başka yollarında var. Hemen kaybolabilirim mesela. Hadi diyelim ki güçlü çıktı, bulabilir, arayabilir. Yine de bir yolu vardır ondan kaçmanın derim. Döner yüzüne, ben seni kullandım, seni hiç sevmedim derim. İnandırıcı olabilir miyim? Diyorum ya, binlerce yolu vardır eminim kaçmanın ondan.

Bu benim zayıflığımdır mutlaka.  Evet, istersem mutlaka kader değişir ve mutlaka bir başkasının acı çekmesindense benim çekmem daha mantıklıdır... 

İnan yapabilmeyi isterdim. Çünkü kolay olmuyor. Biliyorsun. Ne yaşatacağını biliyorsun ve ne yaşayacağını da. Neler kaybedeceğini biliyorsun.

İlk kez, hayatımda ilk kez susmayı başarabildim. Sakin kalmamın bir nedeni var... Göğsüme oturan şey hareketlerimi kısıtlıyor çünkü. Hayır, maalesef ben o değilim. İnsanların gözlerine ve panik hallerine inanırım ben. Çünkü insan ya iyi bir tiyatrocudur ya da dürüsttür. Çünkü ben ağlarken kimsenin gözleri dolmadı bu güne kadar. Evet mutlaka büyük bir günahtır. Belki sırf bu yaptıklarım yüzünden hayatım boyunca mutlu olamam. Belki kullansaydı beni daha az acırdı diyorum ya. Nasıl ferahlarım? Bilmem. Bir arkadaşım bana, zamanla daha az acı veriyor, duruma alışıyorsun dedi. Buna alışabilirim belki. Ama bir gün gelip onu göndermek zorunda kaldığımda daha da ağırı oturacak içime.

Biliyorum bunları, farkındayım ne bok yediğimin. Çünkü evet, kendimden umudu keseli çok olmuştu. Yapmam gerekenleri yapmıyordum. Uzun zamandır o nefret ettiğim ama geçmek zorunda olduğum mavi koridordan bile geçmemiştim. Tamamen bırakmıştım her şeyi. Tek bildiğim, biri kedi yavrusu tutar gibi ensemden tutup silkeliyor beni. Silkelendikçe duyularım açılıyor. Görevlerimi hatırlıyorum.

Bu bir savunma metodu olabilir. İyiyim. Çok iyiyim. Ağrısını sancısını siktir et, iyiyim. Hissediyorum. Etim acıyor lan. Damarlarımda ağırlaşan kanı hissediyorum, kalbimin atışını duyuyorum. Herhangi bir şarkıyı dinlerken ne dediğini umursuyorum artık.

Madem bu soktuğumun normları işleyecek, önüne gelen, sorgusuz sualsiz kakacak kafama çivi gibi... Götünüz yiyorsa gelin,,,

Söndürün Kalbimi...

14 Ekim 2013 Pazartesi

0 kişi izah etti
Şayet gözlerine bir kez bakarsam bütün dengelerim noktasından çıkacak, her şey başladığı noktaya geri gelecek, ben asla aynı ben olamayacaktım. Bu yüzden açıp bakmıyorum ve hatta gözlerimi kaçırıyorum. İçimde bir yerlerde öyle kocaman bir boşluk var ki, delik açmış bekliyor, hortum gibi gelecek her rastlantıyı yutuyor. Bu durum beni öyle çok rahatsız ediyor ve öyle çok rahatlatıyor ki, bir dengem olduğunu tamamen unuttum. Kafama yorganı çekip derin uykularda kalmak istiyorum.Günlerce belki, hatta bayram hızlıca geçsin. Ben bütün bayramı tamamıyle başka bir boyutta geçireyim.

Dün gece yanımda o uyuyordu.
Dedi ki, boşluğun değil bu senin. Sen bunun farkındaydın ve içten içe seviniyordun ve belkide bundan derin bir güç aldın. Öyle olmasaydı yapamazdın kabullen bunu artık. Bunu bende kabul ediyorum çünkü sana zarar veremeyecek kadar bitmiş. Sende yarım bıraktığı şefkate doyacak, seni kaybetmemek için asla saçmalamayacak. Ve o enkazdan sonra bütün yara bereni iyi edecek.
Sonra bağırdı bana...
Kaç kere söyledim dedi, yapma bunu. Bu kadar iyi olma. Bu kadar merhem olma. İyi niyetinden yapıyorsun. Hasta görünce bütün hastalıklarına çare ettiğini çıkardın, üzülenin yanağına elini koydun. Şimdi kalp yaralarına sızıyor ürettiğin her panzehir. Ama sende biliyorsun, her panzehir her derde derman olmayacak. Seni ona ben itiyorum çünkü böyle davranmayı bırakman lazım. Çok acil kalkıp koşman lazım. Ondan uzaklaşabildiğin kadar uzaklaşman lazım.

Kalktım.
Koşuyorum.

Dün gece yine sırtımdan sarıldı ve hatta saçlarımı okşadı...
Bunu sana yapacak dedi, çünkü o seni öyle sevecek. Öyle kendi çocuğu gibi. Çünkü seninde buna çok ihtiyacın var. Kim ne derse desin, kim ne sayıklarsa sayıklasın. Hani kahve fincanını kaldırıp bakmıştın ya için için, ne bulacağını bilemeden, hani görmüştün ya kabir azabı gibi, geliyor demiştin kendi kendine. Geldi. Karşı koyma buna. Çok bişey bekleme yine de, aklının hükmettiği olsun. Ama karşı koyupta kendini bocalatma.Yaşaman gereken doğal bir döngü vardı o an, benim bile engel olamayacağım kadar hükümlü. Ben seni aldım o döngüden, karşına onu koydum.  Konuşmasan da, söylemesen de sende biliyorsun. Henüz farkında olmasan da olman gereken noktaya gelmen içindi herşey. Şimdi aslolanı yaşaman lazım. Boşuna karıştırma o emri. Bırak kendini. Sonra ağlarız kadersizliğine...

Haydi dolaşalım yüce dağlarda...

Ben seni dinliyorum, ilk kez. Duamla gelip bedduamla gidene, şimdi pansuman olana, sonra bırakıp gidene...
Görüyorsun ya, uğraşıyorum. İlk kez siktir lan demiyorum farkındaysan ve hatta zaman zaman iyiymiş be böyle de diyorum. Şimdi lütfen sen de bana yardımcı ol. Seni kovmaya çalışmadım, yüzüne tükürmedim. Kabul ettim, canını yakmaya kalkmadım.
Biraz insaf istiyorum senden.

12 Haziran 2012 Salı

Kalk gidelim, Ziganaya.

7 kişi izah etti

kalk ayağa çık dağlara
uğrama hiç denizlere
bilmezler ne gelmiş başa
burda ağlamak bile yasak...
tut elimden,kalk gidelim
oy gidelim ziganaya 
Ne güzel söylerdi türküyü oysa. Sesi kötüydü evet, birazda detoneydi. Bu yüzden hep ben eşlik edeyim isterdi.
Kocaman bir burnu vardı, 1.90 boyu vardı, nerden baksan 100 kilo bir adamdı. Çok çirkindi. Üstelik mahpusluk görmüştü. Baldırındada kocaman bir dikiş izi vardı. Severdim ben onu, çok severdim.  Baldırındaki dikiş izinden öptüm. Koca bedenini koynumda uyuttum. O da beni severdi, nasip değil bize vuslat der dururdu. Anlamazdım. Oysa o bilirmiş. Hep hissedermişte söyleyemezmiş. Çok ağlamıştı. Ciğerlerim patlamıştı onun nefessizliğinde. Yine de gittim. Öyle bir gittim ki, sallandı ortalık. Ben hep öyle giderim. Hani dersen ki niye canını yaktın oğlanın? Bilmiyorum ki. Bilseydim milyon tane acıyı içime atıp atıp dolaşmazdım etraflarda.
Nuray'la yıllar sonra tekrar karşılaştığımda okul zamanı hatırımda kalan embesil kızdan eser yoktu. Güçlü, evrilmiş, yüksek topukları üzerinde elini seni gidi seni işareti yapan sevimli ama çok güzel bir yüz... Nuray'la tekrar karşılaşmak benim için bir dönümdü. Hiç düşünmezdim o uzun bacaklı aşiftenin beni bu kadar koruyacağını. Bende onu bu kadar sever miydim acaba hastane bahçesi yerine herhangi bir barda, kafede veya yolda karşılaşsaydım?Faruk ona yeşil eriğim derdi, sezer kadınım. Bense kahramanım derdim. O hiç birimize şefkatle sarılmadı. Hiç birimizi şapur şupur öpmedi, hatırımda yok. Güzel yüzünün arkasında yılların izi... Dostsuzluktan veya aşksızlıktan girdi aramıza. Herşeyi geride bıraktı bir gece, 2 gün yamacımda uyudu sessiz sessiz. Yara aldı. Tekrar tekrar. Her uyanışında biraz daha güçlüydü. Bense ne zaman uyansam dahada parça parçaydım.
Bir sabah titriyordum. Kasım ayı mıydı? O saatte hastanede ne aradığını bilmiyordum, birden dikildi karşımda. Topuğunu rutin aralıklarla yere vuruyordu. "Eeee?" dedi, "Şimdi çöktük, bittik, yıkıldık, saldık ipleri öyle mi? Hani ziganada çay içecektik birlikte, mardinin her hangi bir konağına tanrı misafiri olacaktık, izmirde sabaha kadar içecek, sabah kordonda kahve zıkkımlanacak, sonra denize girecek, ardından tanımadığımız adamlarla sevişecektik. Ne oldu sana?" dedi. Gözlerimde sellerle baktım ona. Seller aldı beni götürdü ıraklara savurdu. Kafama silah dayasalardı ya...
"Ziganayı siktir et" dedim. "Bütün toprak damlara, tanrı misafirliklerine koy gitsin. Deniz bensiz kalsın, daha çok sevişiriz."
Deniz bensiz kaldı, daha çok seviştik. Ziganaya hiç gitmedim. Sırf o şarkı yüzünden gidebilirdim, koca adam atlayınca uçuruma, cesaretimi kaybettim. Ben olmaktan çıktım. Bitti galiba artık dedim dedimde yine nefes aldım. Bu benim gücüm değildi.
Geçen gece birlikte öylesine domates, soğan, marul falan doğrarken durup bakıştık. Onun gözleri hep zigana kokar. Bilmediğim bir yerin hiç görmediğim yeşil bahçeleri gibi. İçeride oturan adamı işaret etti elindeki bıçakla. "Ölürsen ölür" dedi. Sonra soğan doğramaya devam etti. Ağlayışı soğandan mıydı bilemedim. İçeri gidip inadına macır adamı yanaklarından öptüm. Domates kokan ellerimden öptü beni.
Sonra uyudum, uyurken öldüm. Ben uyurken hep ölecekmiş gibi uyurum. Uzun zamandır yarın ölecekmiş gibi yaşarım. Kulaklarım öyle uğulduyor ki, düzenine soktuğumun dünyasının normlarını duymuyorum. Duyarsam ölecekmişim gibi. Düzenin gözleri öyle kör, öyle kör ki görmüyor beni. Ben çok sevdim. Hergün başka birini sevdim. Kaçık ilan edildim. Bazen orospu diye nitelendirildim. Bazen ölümlerden ölüm beğendi kız dediler bilenler. Neden böyleydi? Neden anlaşılamayacak durumdaydım? Susuyordum, güya herkesi kendimden koruyordum.
Kalktım ayağa dağlara çıktım, deniz bensiz kaldı. Başıma ne geldi kimse bilmedi. Ağlamayı yasakladım kendime.
Bir iz istedim. Mesela dağlardaki her hangi bir kayaya hikayemi kazımak isterdim. Cesedimi bir denize bıraksalardı örneğin. Ben artık deniz olsaydım. Çok özlediğim denizime gitsem de, sulara karışsaydım. O çok aşık olduğum adama bir sarılsaydım. Devasa bedeniyle bir olsaydım. Kolumu kırdılar, acımadı. Aylar sonra romatizmal virüs gibi bir şarkıyla girdi kanıma.
Dediki, *Tut elimden, kalk gidelim ziganaya*
Bir gün gideceğim, o kadar hızlı olacak ki, farkına bile varmayacaksın. Fiziki acın, elini bıçak kesmiş, kolunu kapıya çarpmışsın, bademciklerini veya en kötü ihtimalle apandistini almışlar. Fiziki acım, 6 senedir oyuk oyuk oyuldum her Allah'ın günü. Bazen kendimi odanın ortasında acıdan bayılmış buldum. Bazen kanlar içinde. Çok ekmek tuz çevirdiler, nazar boncuklarına boğdular. Ne muskalara bağlandım. Ne korku kesicilerle sarmalandım. Tükürükçübabayla haşır neşir oldum, cinmi çıkarmadılar içimden. Yinede oydu gizli bir el oyum oyum.
Bir gün acıdan kalbim duracak. Ziganaya gidemeden, denize giremeden, köküne kadar sevişemeden. Allahaşkına, kalk gidelim artık ziganaya. Seni bana, beni sana sarsınlar. Birlikte kanatalım kendimizi. Beni domates kokan ellerimden öpmesinler, alnımdan öp, meleğim de. Kuş tüyü göğsünde, hastalıklı ciğerinde can vereyim. Baldırındaki dikiş izinden öpeyim, elini kana buladın diye değil. Kan yerine karadeniz koktun diye seveyim seni. Kalp atışlarım atmasın mı yani* diye eleştir beni, sonrada gülelim devrilen cümlene. Ben sana sabahın sıçtın mavisinde çay demleyeyim. Kokusuna ölelim. Sigaranın mıhınakoyalım yine, bana küfür et kahvaltı hazır olmadı diye. Hırçınlaşalım. Kucakla beni yine, sonra gücünle övün. Dağ gibi hatunumsun, gücüm yetiyorki bak* de.
Kalk dağlara gidelim.
Niye gittin, niye gittim diye sor bana. Gururumdan dönemiyorum, sevemiyorum ki diye söylen. Sonra elimi tuttuğun gibi elma çalalım izniğin bahar bahçelerinden. Ağaca çıktım inemedim diye ecdadıma söv. Artiz misin lan sen* diye bağrın sert sesinle, el kol yap.
Gitme, dön.

Ne domatesi, ne ellerimi, ne içmeden uyuyamadığım geceleri sevmiyorum.
Demli çayı, sabah aç karnına içilen sigarayı, elma bahçelerini, yara izlerini, nefes alamamaları seviyorum ben. Ela gözleri, küfürleri, artizzzleri seviyorum ben. Seni seviyorum. Kocaman burnunu ve ayakkabı bulamadığımız ayaklarını. Kahvaltıları seviyorum. Kuş tüylerini seviyorum.

7 Nisan 2012 Cumartesi

0 kişi izah etti
"Seni duydum bağıra çağıra susuyordun…
Bilirim gürültülüdür suskunluğun çığlıkların aksine sessiz...sedasız…"

Bazen soruyorum kendime. Yanlış yerde, yanlış zamandasın be sevgilim diyorum. Bu hayat sana fazla, bu insanlar, bu görüntüler sana çok diyorum. 
Bir çift göz. İçinde kaybolabilirsiniz. Kaçan, kovalayan insanlar sürüsü gibi suskunluk. Çığlık çığlığa.
Bedenim değil ama yüreğim... İşte o çok yorgun. 
Birden kendimi o filmin içinde buldum. İhanetler, aşklar, kanayan yaralar... Sus dedim, sus yoksa bitecek gördüğün rüya. Susamadım.
Hep öyledir benim hallerim. İhanete doğru kayarım. Giderim işte. Cümlelerimden anlayamazlar. Saklarım kendimi kendi kendime. Ama aslında çok dışa dönük zannederler, ortada yaşıyorum sanırlar. Hayır demek istiyorum. Bazen çığlık atmak istiyorum. Kimi kandırıyorsun sen, karşında çocuk mu var demek istiyorum. Yapmıyorum işte. Mutsuzluğu, arada kalmayı biliyorum. Kaldırmıyor belki de sinirlerim.
Gidemem dedim kendi kendime. Kaderim* çünkü... Nerden biliyorsun diyorlar. Gerek var mı yüksek sesle haykırmaya? Farkında değilsin demek istiyorum. Kafanda sevişen fil sürüsüne yol ver, içsesini rahat bırak demek istiyorum. Yine hiç birini diyemiyorum.
Her sabah uyandığımda o derinliğe düşmenin saçma sapan sancısı var şimdilerde. Evet iyiyim, hemde çok iyiyim. Kurtulduklarıma, kurtulamadıklarıma, savaştıklarıma, kaybedip kazandıklarıma baktım. Mutlu son! Mutlu mu? Gel de külahıma anlat sen onu. Bilsen ben ne savaşlar veriyorum içimde. Bilsen ne insanlar gördüm. Bilsen ne yaralar temizledim şu yok canımla kendi kendime. Keşke bi sen olsaydın benim yutamadığım, kaldıramadığım. Kaç kırık isyanla yoğurdum kalbimdeki acıyı...
Öleceğini bile bile delirmekle aynı noktadayım. Karmakarışık. Rüyamda gördüm, iç geçirdim. Ben miyim o gözlerle karşılaşınca koşarak kaçan? O adam bitirdi beni. Yok canımla o adam... Tıpkı filmdeki gibiydi.
Rakı bardağı yere düştü, içindeki buzlar parçalandı.
Göğsüme katran karası bir ağrı girdi sonra.
Kalbim elime geldi sandım.
Görünce öldüm, ölünce yine o gözler...
Biri tuttu hastane odasında elimi, uyandım.
Bana gitme dedi, ben gittim.
Şimdi sadece o rakı bardağı ve o loş oda var aklımda kalan.
Seni sevmiyorum, sen benim bütün hayatımın acısısın çünkü.



14 Aralık 2011 Çarşamba

Çok vicdansız

0 kişi izah etti
Kendimi yarım saattir saçlarımın ucuna bakarken bulduğumda yine o insan teri kokan koridordaki iskemlelerden birindeydim.
Çok acımasızca.
Sizin nefes almanıza mani olan herkes gitmiştir. Öylece.
Saçlarımın uçları elime geliyor.
Karın boşluğumdaki ağrı dayanılmaz. Çaktırmıyorum.
Kollarım tutmuyor. İki kez dizlerimin üzerine çöktüm, bacaklarımda derman yok.
Biraz ateşim var.
Ve onun yüzüne tükürmek istiyorum.
İşte bu normal bir tepki.

Yıl 2011 sevgili sayfam.Hava 11 derece. Ama ben ip askılıyla oturuyorum, camda açık üstelik. Tek istediğim daha kısa birşey, zatürre gibi mesela. Ellerimin üstü çatladı, tırnaklarımdaki sararmayı ojelerimi silince farkettim. Yüzüm sapsarı, bütün gece kustum. Ve saçlarım. Onları çok seviyorum.
Sıla diyor ya, kalbimin odaları bomboş. Boş. Çok vicdansız.
Sarıl bana. O kadar sıkı sarıl ki kemiklerimden ses gelsin mesela.
Şimdi neredesin? O orospunun koynunda mı? O otel odasında mısın şimdi yine? Geçen hafta dediğin gibi, daima donla oturursun sevgilim. Yalnızlığın tadını mı çıkarıtıyorsun, orospunun koynunda mısın?
Gözünaydın.
Yüzüne vurmak istedim. Sana "Allah belanı versin" demek isterdim. Sustum.
Bir üşüdüm şimdi, içimden bir titreme geçti ve yatağıma uzandım. Üstümü örtün.

18 Kasım 2011 Cuma

Ve hayat devam etti*

0 kişi izah etti
Ve yanında bu gider
Dünümü anlatmak istiyorum.
Son bir yıldır yaşadığım en boktan günü yaşadım çünkü.
Bazı anlar vardır. Sabah yataktan kalkarsınız, üzerinize öküz oturmuştur sanki. Sonra hızla felaketler birer birer başınıza gelmeye başlar. Hah! Tut onun ucunu bakayım, anlatıyorum.
Sabah öküzlerimle uyandım. *Ben geldim uyan artık* diyen bir ses. Kafamı yastığa koymakla koymamak arasındaki manasız gel-gitlerim. İzin koparma telaşı. Dağınık saçlara bir kaç rötüş, biraz makyaj, dağılmış bir halde evden çıktım. Anasının arabasını gasp etmiş bir çıtır (içses: beni burada işim ne?)
Dağ evi, kar soğuğu, *ben uyuyacağım, sen yemek yap* cümlesi. Şarap, hüzün, içte bir sıkıntı. Milattan kalma bir bilgisayarla vakit geçirmeye çalıştım Allah'ın unuttuğu bir dağ evinde. Yemek yedikten sonra çıldırasım geldi. İçimde derhal oradan çıkmamı emreden bir ses. Adama *tekel bayii bulalım piç* dedim. *Olur piç* dedi. Çıktık. *Siktiret tekel bayiyi bara gidelim* dedi, *olur* dedim. Hızlıca 45 kilometre yaptık iki nokta arasında. Mekana girdik, birşeyler söyledik. Tam içiyorduk bir telefon geldi. *Kan lazım olabilirmiş, bir git bak* cümlesi. Hastaneye gittim. Küçük bedenli melek, orada, yoğun bakımda. Hastaneye girdiğim an kapıda bağırarak ağlayan bir anne. Tanıdık bir yüz *Öldü, gelmeyin bu tarafa* işareti yaptı. Gidemedim. Mehmet'in suratında kuzenini, daha doğrusu hayattaki tek manasının, tek sırdaşının ölümüne şoke olmuş, aynı zamanında sanki onunla ölmüş bir ifade... Gidip son bi kez görmek isterdim belki her ne kadar manasız olduğunu bilsemde. Bir süre ordan oraya yürüdüm şok olmuş bir vaziyette. Sonra kolumdan tuttu beni, *Ne yapıyorsun, kendine gel!* dedi. Dondum. Gözlerine baktım. Öylece kaldım. Sanki bir soğuk hava dalgası sırtımdan girdi koynumdan çıktı. Başım döner gibi oldu.
Gözlerimi açtığımda acildeydim. Bilmeden ağlıyordum. Kenarda bir hemşire *bunca ağır hasta var birde bunlar çıkıyor başımıza* diyordu, benimkide hemşireye laf yetiştirmekle meşguldü. Koluma bir iğne battı, vücudum hafifledi sanki. Meğerse düşüp kafamı yarmışım. Tabi bizim sümsük tutamamış beni.
Aslına bakarsan şu hayatta şunca yılda gördüklerim bunun yanında ancak hayatıma virgül falan atmış olabilir. Biri geldi üç nokta koydu sanki o an'a. O ölüm anı geldiğinde (ki gördüğüm ilk ölüm değildir) ama hani sizinle aynı şeyleri yapmış, yaşamış, hayat sevincini hissettiğiniz biri olduğunda durum değişiyor. Evet ben kafamı yardım ama o tamamen gitti, geri gelmeyecek. Bu neyi değiştirirki? Gitti işte, hepsi bu. Hayata küsmedim, ya da neden bayıldım onu da anlamadım. Gülerler lan adama, annesi bile bayılmamış sana noluyo diye.
Çok ağladım hacı.
Gerçekten, içten, bağıra bağıra böyle. Hastaneden çıkınca arabaya oturduk. O da kilitlenmişti, şok gibiydi. Biraz kendimize gelelim dedi. Elime bir kahve fincanı tutuşturdu. Elimde fincan, salya sümük. İçtim ama nereme, onu bilmiyorum. O kahve mideme oturdu sanki. Sesim duyulmasın diye son ses müzik vermeye çalıştı oda ağır depresyon yarattı istemeden. Kendimi hatırlıyorum, *neden sen?* diyordum, *hani kurtulacaktın, hani mehmetin elini sıkmıştın, umut ediyorduk, hani gelecektin? daha oturup fasıl gecesi yapacaktık. neden bindin o arabaya? neden gittin, gitme... bir şey olsun, kalbin atsın ve dön işte bu kadar basit*
Değildi.
O hissiyat anlatılmaz. Hayatımda ilk kez biri müziği açıp ağla dedi. Ağladım. Çok ağladım. İçimde zerre kadar nefret kalmadı insanlara karşı sanki. Sonra uyuştum. İlaç ayaklarımı yerden kesti. Eve gitmek istiyorum dedim, saygı duydu. Eve geldim, duş aldım ve görüntüler bulanıklaştı. Acı gitti, o kadar kolay işte acının kaybolması. Uyudum ve uyandım.
Onu tanıyalı bir sene olmuştu, aynı bardaktan bira içmiştik ve aynı mağazalardan alışveriş yapmıştık. Bana bir keresinde *sizden önce ölürsem sakın ağlamayın, ve mezarıma papatyalar istiyorum* demişti.
Hayat devam etti. Herkes için. Ama içimdeki acı, onun bir süre bir yere gideceği yok.

16 Kasım 2011 Çarşamba

Bir Daha!

0 kişi izah etti

Eh, insan değişir.
Geçenlerde, jazz dinlemeye gittiğimiz mekanda elimde şarap kadehini evirip çevirirken kenks'im söylendi. *Kızım, ne olacak bu senin halin? Hayır ne evlenebiliyorsun, ne iş bulabiliyorsun, ne aşık olabiliyorsun... Yata yata karpuzu büyütüyorsun* gibi bir takım abuk sabuk, kafa göz daldırıcı, sinirleri zıplattırıcı cümleler kurdu. Boş boş baktım. Platform topuklu ayakkabılarımdan birini çıkarıp beynini delmek istedim, ortam nezihti yapamadım.
Yürüdüm, uzun yolları severim. Şöyle serin bir kış günüyse hele. Dondurucu soğuk değil ama tam ayarında olmalı. Yürüdüm, o serin, dinlendirici havayı içime çeke çeke yürüdüm. Düşündüm. Hayatın mına koyayım onu geç, şimdi, şuan dön arkana uzun uzun seyret o güzel yılları. Pişmanlıkları sil at. Her yaşadığın an için tekrar mutlu ol. Aşkların için, arkadaşların için. Yapılan her hataya gülümse, insansın. Hata yapmadan geçer mi?
Hata yaptım. Biliyorum. İnsanlık hali işte.
Bir platonik, bir ciddi uzun ilişkiden sonra hem kendi kendime, hem çift takılmayı öğrendim. Bu ikisini öğrenebildiysen kingsin zaten. Kendine yetmeyide bilirsin, bir başkasına da. Hani herkesin bazen dolabını açıp simsiyah giyinmesine sebep olacak bir ilk aşkı vardır ya yarım yamalak kalmış, onu yaşıyorum şuan. 4 ilişki geriye gittim yalan olmasın, sebepsizce küfrediyorum. Hani o klasik laf, her insan bir kez aşık olur dangalaklığı... O lafı ilk kim söylediyse onun ağzına sıçayım.
Geçenlerde sap gibi gidip bir kahve içtim. Sabah saatleriydi. Öyle önümdeki gazeteyi okuyordum boş boş. Benim öküz girdi ekrana, öylece hanın kapısından süzüldü, yanında liseliden hallice bir hatun. Farketmeden geçip 2 yandaki masaya oturdular. Kızla surat surata kaldım. Yüzündeki sivilceleri saydım, penguen makyajına odaklandım. Bacaklarıda çarpıktı. Üstelik dişlekti. Ne bileyim insan biraz çıta yükseltir. Bu ne zaman görsem yanında daha salak biriyle... Tövbe yarabbim. Bursa mı küçüktür nedir anlamadım. Ayda bir karşılaşıyoruz.
Şuan verebileceğim en iyi nasihat, kimseye sonsuz güven beslemeyeceksin.

Ne kadar yükselirsem yükseleyim yine oturacağım yer kendi popomun üzeri oluyor.
Geçti o romantik aşk zırvalıkları. Bitti. Bir yaşa kadarmış o aşk acısı çekmeler falan. Şimdi sorsan "ha?" derim. Ya da ben şu daldan dala cinstenim. Yok, öyle de değil. Yıllar itinayla üzerinize öfkesini kustuğunda ve siz o şanslı olmayan üçüncü sınıf insanlardansanız oluyor bu dediklerim. Bir yere kadar batıyor hayatın koydukları. Sonra bir şey oluyor, kimseye acımamaya başlıyorsunuz. Sadece kendi duygularınız için yaşıyorsunuz ve sizde o birilerinin ruhunu incitenlerden olmaya başlıyorsunuz.
Çok klas.
En azından beni ruhum için seven yarı zengin yarı karı gibi heriflerin evlilik tekliflerini kabul etseydim 7 kocalı hürmüze dönerdim.
Hayallerinin içine edildiği gün anlayacaksın bu dediklerimi.
Kimse acı çekmesin demeyi isterdim ama eğer bunu 18 yaşın altında biri olarak okuyorsan söyleyebileceğim şey çok anlamlı, kulak kesil. Biri ekrana girecek, tüm hayallerini acımadan yırtacak. Onlar benim hayallerimdi* hırpalanmasını bile yaşayamayacaksın. Dizlerinin üzerine çöküp küfürler edeceksin O'na. Seni kasıklarının arasındaki edevatına bile takmayacak. Sansürsüz sikecek gelmişini geçmişini, eşiktekini beşiktekini. Öylece bakacaksın mal mal olana bitene.
Sonra bana hak vereceksin. Ya da benim gibilere.
Sende o simsiyah giyinmiş embesillerden olup boş boş yürüyeceksin şehrin en kalabalık noktasında *şimdi ben ne bok yiyeceğim* edasıyla.
Hatırladım şimdi o günü.
Gözlerim şişmiş bir biçimde taksiye atlayıp arkadaşımın ofisine giderken şehrin en orospu parkında aldatıldığımı canlı canlı izleyişimi. İç çeke çeke bir hafta suratımı tırmalayarak ağlayışımı. Bir tokat, bir *kendine gel ebeni sikerim* küfrü sonra. Yine mi o eski dostun aşkı? Hep o günden beri oldu bunlar zaten. O günde bir cenabetlik vardı. Adam bana kankam olarak o tokadı attıktan sonra oldum ben. Şimdi bir de onun aşkıyla uğraşıyorum. Başka işim yokmuş gibi.
Bütün olay o bahçekapısında ama. Sen bilmezsin, o adamdan sonra iflah olmadım ben. Onun yanağına dokunup, *sana bir çorba yapayım* dedikten sonra çorbamın tadı bile kaçtı. Hiç tutturamadım.
Bana *ben orospu çocuğu değilim ama* dedi. Bende içten içe, *sen görüp görebileceğim en sağlam orospu çocuğusun* dedim.
En iyisi sen neden ciğerlerim elime geliyor durup durup onu anla bunu okuduktan sonra.
Bir gece ayazında unuttum kendimi yıllar önce sinir krizleri eşliğinde. Bunu bilen yok. Hava kim bilir eksi kaç derecedeydi. Yıldızlara bakıp onun gidişini sindirmek için gece ayazında unuttum kendimi. O günden beri ciğerlerim elime geliyor işte.

Şimdi bir sigara yak ve benim için bunu dinle. Kaçak