Dikkat! Bu sayfadaki tüm girdiler turkcell ve isbankası aracılığı ile şahsıma sağlanmış e-imza ile korunmaktadır.

Beni koruyun!

Beni Koruyun

14 Aralık 2011 Çarşamba

Çok vicdansız

0 kişi izah etti
Kendimi yarım saattir saçlarımın ucuna bakarken bulduğumda yine o insan teri kokan koridordaki iskemlelerden birindeydim.
Çok acımasızca.
Sizin nefes almanıza mani olan herkes gitmiştir. Öylece.
Saçlarımın uçları elime geliyor.
Karın boşluğumdaki ağrı dayanılmaz. Çaktırmıyorum.
Kollarım tutmuyor. İki kez dizlerimin üzerine çöktüm, bacaklarımda derman yok.
Biraz ateşim var.
Ve onun yüzüne tükürmek istiyorum.
İşte bu normal bir tepki.

Yıl 2011 sevgili sayfam.Hava 11 derece. Ama ben ip askılıyla oturuyorum, camda açık üstelik. Tek istediğim daha kısa birşey, zatürre gibi mesela. Ellerimin üstü çatladı, tırnaklarımdaki sararmayı ojelerimi silince farkettim. Yüzüm sapsarı, bütün gece kustum. Ve saçlarım. Onları çok seviyorum.
Sıla diyor ya, kalbimin odaları bomboş. Boş. Çok vicdansız.
Sarıl bana. O kadar sıkı sarıl ki kemiklerimden ses gelsin mesela.
Şimdi neredesin? O orospunun koynunda mı? O otel odasında mısın şimdi yine? Geçen hafta dediğin gibi, daima donla oturursun sevgilim. Yalnızlığın tadını mı çıkarıtıyorsun, orospunun koynunda mısın?
Gözünaydın.
Yüzüne vurmak istedim. Sana "Allah belanı versin" demek isterdim. Sustum.
Bir üşüdüm şimdi, içimden bir titreme geçti ve yatağıma uzandım. Üstümü örtün.

18 Kasım 2011 Cuma

Ve hayat devam etti*

0 kişi izah etti
Ve yanında bu gider
Dünümü anlatmak istiyorum.
Son bir yıldır yaşadığım en boktan günü yaşadım çünkü.
Bazı anlar vardır. Sabah yataktan kalkarsınız, üzerinize öküz oturmuştur sanki. Sonra hızla felaketler birer birer başınıza gelmeye başlar. Hah! Tut onun ucunu bakayım, anlatıyorum.
Sabah öküzlerimle uyandım. *Ben geldim uyan artık* diyen bir ses. Kafamı yastığa koymakla koymamak arasındaki manasız gel-gitlerim. İzin koparma telaşı. Dağınık saçlara bir kaç rötüş, biraz makyaj, dağılmış bir halde evden çıktım. Anasının arabasını gasp etmiş bir çıtır (içses: beni burada işim ne?)
Dağ evi, kar soğuğu, *ben uyuyacağım, sen yemek yap* cümlesi. Şarap, hüzün, içte bir sıkıntı. Milattan kalma bir bilgisayarla vakit geçirmeye çalıştım Allah'ın unuttuğu bir dağ evinde. Yemek yedikten sonra çıldırasım geldi. İçimde derhal oradan çıkmamı emreden bir ses. Adama *tekel bayii bulalım piç* dedim. *Olur piç* dedi. Çıktık. *Siktiret tekel bayiyi bara gidelim* dedi, *olur* dedim. Hızlıca 45 kilometre yaptık iki nokta arasında. Mekana girdik, birşeyler söyledik. Tam içiyorduk bir telefon geldi. *Kan lazım olabilirmiş, bir git bak* cümlesi. Hastaneye gittim. Küçük bedenli melek, orada, yoğun bakımda. Hastaneye girdiğim an kapıda bağırarak ağlayan bir anne. Tanıdık bir yüz *Öldü, gelmeyin bu tarafa* işareti yaptı. Gidemedim. Mehmet'in suratında kuzenini, daha doğrusu hayattaki tek manasının, tek sırdaşının ölümüne şoke olmuş, aynı zamanında sanki onunla ölmüş bir ifade... Gidip son bi kez görmek isterdim belki her ne kadar manasız olduğunu bilsemde. Bir süre ordan oraya yürüdüm şok olmuş bir vaziyette. Sonra kolumdan tuttu beni, *Ne yapıyorsun, kendine gel!* dedi. Dondum. Gözlerine baktım. Öylece kaldım. Sanki bir soğuk hava dalgası sırtımdan girdi koynumdan çıktı. Başım döner gibi oldu.
Gözlerimi açtığımda acildeydim. Bilmeden ağlıyordum. Kenarda bir hemşire *bunca ağır hasta var birde bunlar çıkıyor başımıza* diyordu, benimkide hemşireye laf yetiştirmekle meşguldü. Koluma bir iğne battı, vücudum hafifledi sanki. Meğerse düşüp kafamı yarmışım. Tabi bizim sümsük tutamamış beni.
Aslına bakarsan şu hayatta şunca yılda gördüklerim bunun yanında ancak hayatıma virgül falan atmış olabilir. Biri geldi üç nokta koydu sanki o an'a. O ölüm anı geldiğinde (ki gördüğüm ilk ölüm değildir) ama hani sizinle aynı şeyleri yapmış, yaşamış, hayat sevincini hissettiğiniz biri olduğunda durum değişiyor. Evet ben kafamı yardım ama o tamamen gitti, geri gelmeyecek. Bu neyi değiştirirki? Gitti işte, hepsi bu. Hayata küsmedim, ya da neden bayıldım onu da anlamadım. Gülerler lan adama, annesi bile bayılmamış sana noluyo diye.
Çok ağladım hacı.
Gerçekten, içten, bağıra bağıra böyle. Hastaneden çıkınca arabaya oturduk. O da kilitlenmişti, şok gibiydi. Biraz kendimize gelelim dedi. Elime bir kahve fincanı tutuşturdu. Elimde fincan, salya sümük. İçtim ama nereme, onu bilmiyorum. O kahve mideme oturdu sanki. Sesim duyulmasın diye son ses müzik vermeye çalıştı oda ağır depresyon yarattı istemeden. Kendimi hatırlıyorum, *neden sen?* diyordum, *hani kurtulacaktın, hani mehmetin elini sıkmıştın, umut ediyorduk, hani gelecektin? daha oturup fasıl gecesi yapacaktık. neden bindin o arabaya? neden gittin, gitme... bir şey olsun, kalbin atsın ve dön işte bu kadar basit*
Değildi.
O hissiyat anlatılmaz. Hayatımda ilk kez biri müziği açıp ağla dedi. Ağladım. Çok ağladım. İçimde zerre kadar nefret kalmadı insanlara karşı sanki. Sonra uyuştum. İlaç ayaklarımı yerden kesti. Eve gitmek istiyorum dedim, saygı duydu. Eve geldim, duş aldım ve görüntüler bulanıklaştı. Acı gitti, o kadar kolay işte acının kaybolması. Uyudum ve uyandım.
Onu tanıyalı bir sene olmuştu, aynı bardaktan bira içmiştik ve aynı mağazalardan alışveriş yapmıştık. Bana bir keresinde *sizden önce ölürsem sakın ağlamayın, ve mezarıma papatyalar istiyorum* demişti.
Hayat devam etti. Herkes için. Ama içimdeki acı, onun bir süre bir yere gideceği yok.

16 Kasım 2011 Çarşamba

Bir Daha!

0 kişi izah etti

Eh, insan değişir.
Geçenlerde, jazz dinlemeye gittiğimiz mekanda elimde şarap kadehini evirip çevirirken kenks'im söylendi. *Kızım, ne olacak bu senin halin? Hayır ne evlenebiliyorsun, ne iş bulabiliyorsun, ne aşık olabiliyorsun... Yata yata karpuzu büyütüyorsun* gibi bir takım abuk sabuk, kafa göz daldırıcı, sinirleri zıplattırıcı cümleler kurdu. Boş boş baktım. Platform topuklu ayakkabılarımdan birini çıkarıp beynini delmek istedim, ortam nezihti yapamadım.
Yürüdüm, uzun yolları severim. Şöyle serin bir kış günüyse hele. Dondurucu soğuk değil ama tam ayarında olmalı. Yürüdüm, o serin, dinlendirici havayı içime çeke çeke yürüdüm. Düşündüm. Hayatın mına koyayım onu geç, şimdi, şuan dön arkana uzun uzun seyret o güzel yılları. Pişmanlıkları sil at. Her yaşadığın an için tekrar mutlu ol. Aşkların için, arkadaşların için. Yapılan her hataya gülümse, insansın. Hata yapmadan geçer mi?
Hata yaptım. Biliyorum. İnsanlık hali işte.
Bir platonik, bir ciddi uzun ilişkiden sonra hem kendi kendime, hem çift takılmayı öğrendim. Bu ikisini öğrenebildiysen kingsin zaten. Kendine yetmeyide bilirsin, bir başkasına da. Hani herkesin bazen dolabını açıp simsiyah giyinmesine sebep olacak bir ilk aşkı vardır ya yarım yamalak kalmış, onu yaşıyorum şuan. 4 ilişki geriye gittim yalan olmasın, sebepsizce küfrediyorum. Hani o klasik laf, her insan bir kez aşık olur dangalaklığı... O lafı ilk kim söylediyse onun ağzına sıçayım.
Geçenlerde sap gibi gidip bir kahve içtim. Sabah saatleriydi. Öyle önümdeki gazeteyi okuyordum boş boş. Benim öküz girdi ekrana, öylece hanın kapısından süzüldü, yanında liseliden hallice bir hatun. Farketmeden geçip 2 yandaki masaya oturdular. Kızla surat surata kaldım. Yüzündeki sivilceleri saydım, penguen makyajına odaklandım. Bacaklarıda çarpıktı. Üstelik dişlekti. Ne bileyim insan biraz çıta yükseltir. Bu ne zaman görsem yanında daha salak biriyle... Tövbe yarabbim. Bursa mı küçüktür nedir anlamadım. Ayda bir karşılaşıyoruz.
Şuan verebileceğim en iyi nasihat, kimseye sonsuz güven beslemeyeceksin.

Ne kadar yükselirsem yükseleyim yine oturacağım yer kendi popomun üzeri oluyor.
Geçti o romantik aşk zırvalıkları. Bitti. Bir yaşa kadarmış o aşk acısı çekmeler falan. Şimdi sorsan "ha?" derim. Ya da ben şu daldan dala cinstenim. Yok, öyle de değil. Yıllar itinayla üzerinize öfkesini kustuğunda ve siz o şanslı olmayan üçüncü sınıf insanlardansanız oluyor bu dediklerim. Bir yere kadar batıyor hayatın koydukları. Sonra bir şey oluyor, kimseye acımamaya başlıyorsunuz. Sadece kendi duygularınız için yaşıyorsunuz ve sizde o birilerinin ruhunu incitenlerden olmaya başlıyorsunuz.
Çok klas.
En azından beni ruhum için seven yarı zengin yarı karı gibi heriflerin evlilik tekliflerini kabul etseydim 7 kocalı hürmüze dönerdim.
Hayallerinin içine edildiği gün anlayacaksın bu dediklerimi.
Kimse acı çekmesin demeyi isterdim ama eğer bunu 18 yaşın altında biri olarak okuyorsan söyleyebileceğim şey çok anlamlı, kulak kesil. Biri ekrana girecek, tüm hayallerini acımadan yırtacak. Onlar benim hayallerimdi* hırpalanmasını bile yaşayamayacaksın. Dizlerinin üzerine çöküp küfürler edeceksin O'na. Seni kasıklarının arasındaki edevatına bile takmayacak. Sansürsüz sikecek gelmişini geçmişini, eşiktekini beşiktekini. Öylece bakacaksın mal mal olana bitene.
Sonra bana hak vereceksin. Ya da benim gibilere.
Sende o simsiyah giyinmiş embesillerden olup boş boş yürüyeceksin şehrin en kalabalık noktasında *şimdi ben ne bok yiyeceğim* edasıyla.
Hatırladım şimdi o günü.
Gözlerim şişmiş bir biçimde taksiye atlayıp arkadaşımın ofisine giderken şehrin en orospu parkında aldatıldığımı canlı canlı izleyişimi. İç çeke çeke bir hafta suratımı tırmalayarak ağlayışımı. Bir tokat, bir *kendine gel ebeni sikerim* küfrü sonra. Yine mi o eski dostun aşkı? Hep o günden beri oldu bunlar zaten. O günde bir cenabetlik vardı. Adam bana kankam olarak o tokadı attıktan sonra oldum ben. Şimdi bir de onun aşkıyla uğraşıyorum. Başka işim yokmuş gibi.
Bütün olay o bahçekapısında ama. Sen bilmezsin, o adamdan sonra iflah olmadım ben. Onun yanağına dokunup, *sana bir çorba yapayım* dedikten sonra çorbamın tadı bile kaçtı. Hiç tutturamadım.
Bana *ben orospu çocuğu değilim ama* dedi. Bende içten içe, *sen görüp görebileceğim en sağlam orospu çocuğusun* dedim.
En iyisi sen neden ciğerlerim elime geliyor durup durup onu anla bunu okuduktan sonra.
Bir gece ayazında unuttum kendimi yıllar önce sinir krizleri eşliğinde. Bunu bilen yok. Hava kim bilir eksi kaç derecedeydi. Yıldızlara bakıp onun gidişini sindirmek için gece ayazında unuttum kendimi. O günden beri ciğerlerim elime geliyor işte.

Şimdi bir sigara yak ve benim için bunu dinle. Kaçak

8 Eylül 2011 Perşembe

Yolun sonu

0 kişi izah etti
Hüzünleri isimlendiremezsiniz, istesenize yapamazsınız.
Günün birinde benim gibi biri olursanız eğer, yani, neyi nasıl yaşayacağınızı sapıtmışsanız, artık içinize atmaktan içiniz şişmişse haklısınız, hayat normalde anormal, gülmekten dişleriniz her çekilen resimde daimi görünmeye başlamışsa, sigarayı ve alkolü artırmışsanız, her insanın morali ve çaresi sizdeyse, mütemadiyen akıl vermekle geçiyorsa ömrünüz, bunları tek tek yaşamışsanız, buyurun bir kahve içelim, bendensiniz.
Bu şey beni boğuyor.
Bu güne dek bazı konularda başarısızdım, hayatımdaki insanları hüsrana uğrattığım gerçek. Hele ki ilişkiler konusunda berbat olduğum hepten bir gerçek.
Olayı sizinle paylaşmak istiyorum. En azından ne hissettiğimi anlatmak, belki bir parça rahatlamak... Çünkü burası benim için bir anı yumağı artık. İleride oturup okuyup anımsayacağım bir yer gibi. Önemli.
Hastaneye gideceğimden bahsetmiştim bir evvelki yazımda. Tıp fakültesine...
5 yıldır devam eden bir cilt hastalığım var. Gerçi gözle görünürde cildim çok sağlıklı. Gözle görünmeyen bazı bölgelerdede yaralar çıkıyor. Çiban gibi. Başta pek umursamadık. Ailedede var çünkü. Bir kaç tane çıkar geçer dedim. İlk olarak lisede üç beş tane hastane dolaştım, antibiyotikler bilmemneler. Geçmedi tabi. Sonra baktım olacak gibi değil, bütün vücuduma yayılıyor bu meret, geçen kasım onkolojiye gittim. Doktorum roaccuten verdi. Bilenler bilir. Deli bir ilaç. Çok ağır yan etkileri var. Neyse kullandım ettim, yine geçmedi. Hatta azıttı.
Bunun üzerine sıkılıp ilacı bıraktım. Komşu tıp fakültesine git dedi.
Neticede salı günü gittim.
Korkuyordum. Hani başıma ne geleceğini biliyor gibiydim. İçimden hep beni bunlar bir ilaçla savmaz, baya bir deşecekler, arayacaklar diye geçiyordu.
Annemlere, evdekilere hep söyledim, bana aşırı bunalımlı muamelesi yaptılar. Büyüttüğümü söylediler, dalga geçtiler falan.
Aç acına gittiğim hastanede bir buçuk saat sıramı bekledim. O koydu bir kere zaten. Hani ne diyecekler diye kara kara düşünüyorsun zaten, üzerine o gerilim li bekleme... Stajyer tıp öğrencileri muayene ediyor genelde. Öyle de oldu. Kız muayeneden sonra koridora aldı beni. Ardından bir prof girdi odaya, sonra beni çağırdılar. Odanın kapısından geçerken bindi üzerime bir yük. Profesör falan.. İnsan ürküyor haliyle. Neyse birde prof muayene etti. Bunlar kendi aralarında latince konuşuyorlar ama benim aklım kayıyor. Bir ufak kağıda bir şeyler karaladılar, prof bana seni bir kaç gün misafir edeceğiz dedi. Biyopsi sırası almasını falan söylüyor asistanına. Benim orda şaftım kaydı zaten. Hayatımda ilk defa başıma böyle bir şey geliyor. Ben dişimi bile çektirmiş insan değilim. Bir ayağımı burktum kaç saat ağladım hastane köşelerinde. Bu bana biyopsi diyor, hastanede yatacaksın diyor... Neyden şüpheleniyorsunuz diye bile soramadım. Odadan kaçmak istedim o an. Telefon numaramı bıraktım, dönecekler bana klinikte yer boşalınca. Bir kaç gün (artık allah bilir kaç gün) fare gibi arayacaklar içimde ne var ne yok.
Odadan sessizce çıktım. Suratımın buruştuğunu hissettim. Koridordan nasıl döndüm, merdivenlere nasıl yürüdüm o kısmı hatırlamıyorum. Sadece tenha biyere gidip hüngür hüngür ağlamak istiyordum o an. Hayır birşey olacağından da değil, içimden koptu geldi ya o ağlama ihtiyacı, onu orada akıtmak istedim. Annem peşimde olmasaydı tabii... Kadn panik oldu ne oldu ne oldu diye koşuyor peşimde. Mecburen geleni geri yuttum, kendimi tuttum, çabucak kestim ağlamayı. Kantine girip birşeyler yedik.

Şimdi ne olacak diye sorarsan bana... Bilmiyorum. Kanser falan çıkma ihtimali var işte. Hayır kafaya takmıyorum, gerçekten. Olacağı budur işte. Sen insanlar için uğraşırsın, didinirsin, gelecek hayal eder seversin, hiç biri seni sevmez aslında, kukla gibi oynarlar seninle ve olan sonunda sana olur. Bunu da atlatırım ben. Atlatır temiz bir sayfa açarım. Ha belkide basit bir alerjidir. Her ihtimal vardır ve gerçekten artık umurumda değil. Olayı incir reçeli gibi, hastalık-sevgili-ben sana yar olmam romantizmine çevirecek halim yok. Yıllardır bir ventoline bağımlı olmanın bile ne denli boktan olduğunu bilen ve duruma alışmış biriyim ben. Ha eğer ki ben o şartalan bahçekapısı yüzünden sağlığımdan olduysam sıçtım ağzına. Şehir, hatta ülke değiştirsin. Bu sefer katili olurum.

Şimdi arkama bakıyorum da, gerçekten ne kadar hızla aktı gitti. Mezun oldum, hasta oldum, aşık oldum, oldum da oldum. Hep aynı şeyi sordum kendime. Değdi mi bunca maskaralığa? Savaştığım insanlar değdi mi? Kendini bir bok sanan bir sevgili, üç beş .rospu yüzünden şu olanlara değdi mi acaba? Deymedi. Pişman değilim diyemeyeceğim artık. Biraz daha güçlü olabilir, insanların ne olduğunu, ileride nasıl g.t gibi ortada bırakılacağımı, sonra herkesin anlık yaşadığını farkedip bir takım şahsiyetsiz insanlar tarafından duygularımın sömürülmesine müsade etmeme ve başıma şuncacık bile olsa abuk sabuk şeylerin gelmesine değdi mi?
Deymedi.
Bundan sonrasını anlatayım.
İki seçenek var. Basit bir yanlış yiyecek alerjisi olabilir. Ya da ne bileyim basit bir yağ dengesizliği.
Ama o lanet olası biyopsiye girdiğim, o psikolojiyi çektiğimle kalırım.
Yada...
Kanser veya ona benzer ağır bir hastalık olabilir. Kemoterapi gibi uzun ve zor bir tedavi sürecine katlanmak zorunda kalabilirim. İyileşebilirim veya iyileşmeyebilirim. Yanımda hiç kimse kalmayabilir. Hatta ben herkese eyvallahı çekebilirim...
Deymedi.

Hiç kimse için, en iyi dostum için bile verdiğim bunca fedakarlık ve çaba bu kadar saçma sapan şeyler yaşamam için bahane olmadı. Şuan keyfine keyif çatıp aramayan, sözde kapris yapanlarada deymiyor. Sonradan bana orta yol bulmak içi n arayacak orta yollara açacak bir telefonum, cevap verecek herhangi bir iletişim adresim bile kalmayacak. 2 gündür düşünüyorum. Artık kimse için kendimi tüketmeyeceğim. İşte o kadar. Canı isteyen beni sevmez, canı isteyen aramaz sormaz. Umurumda değil. Artık bitti. Bu iş yolun sonudur.
Ve öğreneceksin bir gün dikenli telleri tutmayı
Kollarına kan bulaşabilir, ellerini acıdan hissetmeyebilirsin
Özgürlük varsa işin ucunda eline batan çivileri hissetmemeyi öğrenirsin
Ve bileceksin gitmenin ne kadar kolay, kalmanın ne kadar şiddetli ağrıdığını
Şimdi bir sonbahar yaprağı daha düştü
Ve ben hala kiraz mevsiminde!

2 Eylül 2011 Cuma

Öyle duralım biraz

2 kişi izah etti
İlk defa içim daralıyor. Cidden. Yıllardan beri anlık gözyaşları dışında birşey dökemedim, kusamadım. Bu çok garip bir duygu. Bazen kollarımdan ya da bacaklarımdan biri kasılıp uyuştuğunda veya karın boşluğuma bir sancı saplandığında hissediyorum etimi, organlarımı, beni yaşatan uzuvlarımı...
Onlara soracağımı hissediyorum, soracağımı, sorgulayacağımı hissediyorum. Sonra gerçek bir acı gelecek ve omuzlarıma oturacak. Hissedeceğimi biliyorum, şimdiden. Bu çok tuhaf.

Acaba senelerdir üniversite hastanelerinden bu yüzden mi çok korktum? Bunu öğreneceğim için miydi?
Diyebilirsin ki boşa sıkıntı seninki... Keşke gelip hissettiğimi hissedebilseydin.

Dönüp bakasım geliyor bazen. Son günlerde anneme sarılıp uyumak istiyorum nedensizce. Duvardaki mantar panoya astığım resimlere bakıyorum ve ne kadar sıradan ve sıkıntısız bir hayat gibi diyorum. Gülen suratlar sinsilesi... Birer birer sararıyorlar sigara dumanı yüzünden. Nedensizce bir yıl sonram karanlıklara gömülü gibi. Rüyalarım ya çok sıkıntılı, yada bomboş... Acıyı belimde, karnımda, bacaklarımda hissettikçe yok, bu normal değil diyorum. Aylarca düzenli olunan tedaviler boşa çıkıyor. Herşey boş aslına bakarsan. Hiç bir şey eskisi gibi mutlu değil.
Öyle işte.
En azından kalbime sorma olanı biteni. O kadar çok alıştım ki sessizliğe... Bozmayalım boşver. Öyle duralım biraz. Ben düşüneyim, sen gözlerime bak. Gördüğümde yüreğimi ağzıma getiren benim olan bakışlarıma. Kin dolu, kusamamış zehirli bakışlarıma.


Öyle duralım biraz.

19 Ağustos 2011 Cuma

Bu bir iç dökme yazısıdır...

1 kişi izah etti
Okurken dinlenecek şarkı.

Suyu çıktı hayatımın nasıl olsa. Biraz daha rezil olsak kime ne? Kabul etmeli, anlatması biraz acı verici oluyor.

Herşey 3 yıl önce başladı. Bir sonbahardı. Aşıkken aşık olmak üzereydim. Bin yıldır tanıdığıma yemin edebilirdim. Bin yıldır yanıbaşımdaydı sanki gavurun oğlu. İlk gördüğüm an işte dedim, işte bu benim gözlerimden kalbime akabilecek tek adam...
Bütün aşklarımı bir mevsimin sonbaharı gibi yaşıyorum nedensizce. Onu unuttuğum zamanlar oldu. Banyoda aynaya bakarken saatlerce aslında öylece durduğumu farkettiğim anlar oldu. Nabzımın atışını boğazımda gördüğüm anlar oldu. İnsanların şaşkın bakışları arasında ortamdan sıyrılıp saatlerce gözlük altından ağlayarak göl kenarını belki bin kere turladığım anlar oldu. Göle akşam üstü girerken birden saçlarımdan yağmur damlalarının süzüldüğünü farkettiğim gün o gölde, o şehirde, her kaldırımda, her köşe başında onun tadının olduğunu farkettim sonra... Tek yoluydu kaçarak uzaklaşmak. Ya da belki eski aşkları yeniden hayatımın bir köşesine sıkıştırmak... Her seferinde yüzüme haykırırken sen benim için imkansızsın diye, ben yanında olmak için diretirken, bir fotoğrafın köşesinde farkettiğimde içli bakışlarını ve sonra hiç olmayacak bir anda onun yönüne bakmışken ensemin dikinde olduğunu bakışlarının... Gizli bir aşk vardı ama neredeydi? Neden kimse onu ordan çıkarıp önüme fırlatmıyordu?
Bazen yatağa uzandığımda aklıma gelirdi. Şimdi izini bildiğim bir evde başka bir kadınla kalbini paylaşıyordu. Bense yatağıma uzanmış oda arkadaşımın o gün neler yaptığını dinliyordum.
Bir an çıldıracağımı sandım.
Dün öyle oldu. Çıldıracaktım. Kimse çıldırdığımı farketmeyecekti. Bildiğim aynı yollardan, bildiğim manzaraların üzerinden dönerken sığınağıma, sinir krizleri geçirip kafamı sağa sola çarpa çarpa kendimi öldürmek istedim. Tabi ki öylece dikildim, otobüs camının saman ve moloz manzarasını izledim, sıcak rüzgarı yuttum, beddualar yağdırdım.

Tam 3 yıl önce bir sonbahar akşam üstüydü. Gözlerine güneş ışığı vurduğunda, gözlerinin rengi çay kızılı oluyordu. Farkında mıydı?
Ben hala nasıl bir şey yaşadığımın veya nasıl bir hissiyatın içinde olduğumun farkına varabilmiş değilim. Leon'unda her zaman dediği gibi ya delinin elinden sopasını alıyorum, ya da çok hızlı iklim değiştirip aşık olma potansiyeli rekoru kırıyorum.
O sanki bilmiyor mu? Biliyorda yüzüme vuracak kanıt yok elinde.
Ve artık kimse için göz yaşı dökmüyorum. Zaten bunu yapmam için bir neden yok. O kadar saçma şeyler için üzüldüm ki, artık içimde zerre kadar göz yaşı kalmadığına inanmaya başladım. Bir gün yakın arkadaşlarım evdeki herşeyi kırdığımı, kendimi yaraladığımı duyup ağzıma sıçacaklar. Sonra gaza gelip beni üzen adamların hepsinin topuğuna sıkacağım. İşte o gün hatıralarım bitmiş olacak.
 İşte en kötüsü bu. Herşeye çare var sadece anılara format atmaya yok. Onu da bulursak çağ atlayacağız.

Tam 3 yıl önceydi. Onu ilk gördüğüm gündü içimde başlayan panik atak hissi. Onu ne zaman görsem öleceğimi sanıyorum. O günden beri bütün hastalıklarım tavan yaptı. O günden beri sevipte söyleyememenin ne boktan bir durum olduğunu biliyorum. Ama artık içimdeki şeyin onu sevmek duygusu olmadığının farkındayım. Çünkü boşluğuma doğru dağılıyorum.
Onu sevmediğim günden beri sağıldı umutlarım.
Ve sonra artık hiç kimseyi o ikisini sevdiğim gibi sevemeyeceğimi anlayabiliyorum. En azından boşa kürek çekmiyorum. Yoksa yok, ne yapalım diyorum ve oturuyorum köşeme.

Tam 3 yıl önceydi. Sana olan sevgimi dağa taşa verseydim çatlar giderdi be adam diyeceğimi bilseydim oralarda durulmazdı, insanın içini yakar, ateşi iç organlarını dağıtırdı. Ama durdum. Sustum. Beklemedim hiç. Keşke duygularımla futbol topu gibi oynamak yerine tek bir söz söyleyip gitseydi. En azından şimdi acı çekiyor, bir telefon numarasının sonunda eli ayağı titreyerek krizlere giriyor olmazdı.
Bildiğini biliyor olmak, unuttuğumu düşünüyor olmasını biliyor olmak, artiz gibi şunu dağıttım, buna kaynadım derken hava attığını anlıyor ve cevap vermiyor, o anını bozmuyor olmak ona verdiğim kıymeti anlatmaya yetiyor. Yine de konuşmamayı tercih edişimin gururdan çok acı biriktirmeye yönelik olduğunu anlıyorum. Şimdi siktir git ve aynısını yaşa, geber, kafanı çarpa çarpa geber dememek için kendimi tutuşum onu birdaha asla görmemek, görmek için tek bir çaba harcamayacak olmaktan kaynaklı... Çünkü kendimi bilen bir insanım. Yosmalığın bir sınırı vardır.

Tam 3 yıl önceydi. Çay rengi gözlerini göreceğimi bilsem sana selam vermezdim. Yanından, o gün yaptığım gibi sarı saçlarımı savura savura geçer giderdim. Sende bana saçlarını yeniden sarıya boyat demezdin. Bende bu aptallığa hiç tahammül etmemiş olurdum.
O selamı verdim ve üç senemin ağzına sıçıldı.
Şimdi sende biliyorsun ki sana bir daha selam vermeyeceğim. Gözlerime son kez baktın ve masallar akşam üstü izleyip abuk sabuk anılarla boğuştuğumuz o gölün dibine gömüldü. Bundan sonra sen, yazdığımın romanın baş kahramanı çay gözlü adam olarak kalacaksın. Bir gün o romanı nilüfer yazmış diyecekler ve sen alıp okuyacaksın. Kendini kötü hissedeceğini biliyorum. Hissetme. Çünkü o gün ben senin asla ama asla ulaşamayacağın bir yerde olacağım müphem sevgili...
Hoşçakal.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Konu yok-Başlık tükendi

0 kişi izah etti
Okurken dinleyin: http://fizy.com/#s/1ai8sp

Konuşmayı mı tercih ederdiniz, yoksa susmayı mı?
Bu susmayı kaçıncı tercih edişim bilmiyorum. İlacı almadığında ona ilerleyen, ilerleyecek ve belki de beni mahfedecek bir hastalığım olduğunu söyleyememek, bu hastalığa onun yüzünden yakalandığımı, o olmayınca toparlayamadığımı anlatmak... Seviyorsun çünkü, nasıl söyleyebilirsin ki?
Acılarım o kadarda eski değil. Dört beş yılın lafı olur mu tarih sayfalarının üstünde. Yeri gelir o kadar zamanda zafer destanları yazılır.
Ben bir aşk destanı yazabildim mi? Bu aşk destanı kaça ayrılır? İkiye. Ona ve bana.
İçinde yaşadığın yalnızlığı ve buhranı anlatamazsın. Ona "seni seviyorum" diyemezsin. Hiç olmadık bir anda gelir, karşına oturur ve sana yaşadıklarını anlatır. Gülümseyerek, bir akıl hocası ve bir dost edası ile dinler, acısını paylaşır ve gidersin.Senin ne hissettiğini, sana ne olduğunu sormaz. Sadece konuşur. Dinlemez, soru sormaz, konuşur ve düşünür. Aşk bu noktaya geldiyse geri dönülür mü?
Birlikte izleyip korktuğun korku filmini izler ağlarsın. Altı üstü bir uzaylı korku filmi olabilir ama sen bir topak tuvalet kağıdıyla ilişki yaşarsın.
Anladım ki aşk her yerde aynı şekilde yaşanıyor. Aynı şeyler hissediliyor. Aynı acı çekiliyor. Sonu mutlu biten, insana huzur veren bir aşk yok. Hep aynı boktan sahnelerin ortasındasın.
Ona sarılmak, ağlamak, ağlarken gebermek isterdim.
Rakı şişesinin dibine vurup, vurduğum yerde kalıp, kaldığım yerde içimdeki hafiflikle karışık o büyük ve tarifi imkansız acıyı yaşayacağıma ölmeyi tercih edebilirim. Hayır, intihara meyilli değilim. Ne zaman denemek istesem bir kaç dakika sonra anlamsız buluyorum ölmeyi zaten. İnsan gururlu yaşadığı aşkı için ölmeli. Kendini ve ne istediğini bilmez bir soytarı için ölünmez.
Bir gece bütün resimleri bir demir kasenin içine koyup, üzerine rakı dökmek suretiyle yaktım. Bir tomar resim yaktım. Alevin dibine kıvrılıp ağladım. İçimi çeke çeke... Yüzü yanarken rakıyı bir kafama bir kaseye boşalttım. Sonra kasenin önünde sızdım. Rüyamda onunla birlikte içtiğimiz rakıyı gördüm. O eğlenceli geceyi. Birlikte sarhoş olup yerlere yatmamızı. Onun gibi bir soytarıya lanet etmek yerine bir film denk getirip televizyonda, oruç ağız saatlerce ağlamak... Sonra yine beddua etmek.
Her beddua edişimde biraz daha mahfolduğumu izlemek aynada. Sonra sürekli başına bir şeyler geldiğini duyup neden yaptım, neden böyle söylüyorum demek kendi kendime...
Sonra bir mesaj almak. "Seni çok kırdım, çok üzdüm biliyorum. Hiçbir özrüm yok" cümlesini okumak. Banyo küvetine çömüp saatlerce sessiz sessiz duvarları yumruklamak...
Gecelerden sabahlara onlarca yarayla uyanmak stresten... Yine mi antidepresanlara doğru yolculuk? Başka nasıl tedavi edebilirim kendimi? Olmuyor işte. Gülümsemekle iş bitmiyor. Artık ne olacaksa olsun. Sondaysam bitsin. İyi birşey olacaksa olsun. İçimde beni ağrıtan birşeyler var. Kırıp dökmek, bütün sinirimi eşyalardan, camlardan ve kapılardan çıkarmak istiyorum. Herşey düzelene, ben iyileşene kadar gitsem bir yere, hiç dönmesem... O da mutlu olsa, evlense, hep hayalindeki gibi bir kızı olsa ve adını Eylül koysa. Bir daha hiç düşünmemek suretiyle unutsam yüzünü, o çok sevdiğim gözlerini. Dudaklarım unutsa, ellerim unutsa. Yüreğim yıkansa ve temizlense. Akıtamadığım gözyaşlarım son bir kez boynumdaki tüm izleri silse ve bitse hayat.
Tek istediğim, yeniden nefes almak. Yeniden gülümseyen ama gerçekten gülümseyen o kız olmak.
Al-ver. Al-ver. Al-ver.

3 Temmuz 2011 Pazar

Güneşin aynasında beğğn!

2 kişi izah etti
Müthiş şehir manzarasını bırakıp odalardan birine tıkılmak sendromunu sevmiyorum. Bu yüzden uyuyamıyorum zaten. Her sabah uyandığımda bugün çok yazacağım, artık bitirmem gereken projelerim var diyerek kendimi telkin etsemde sonuç yine sıfır. Yine alışverişe çıktım, alışveriş yaptım, bet bir surat, gudubet bir ses...

Eskiden nalbantoğlunda bir carrefour extra vardı, aybaşı gelince yakındaki mimarlık ofisinden çıkıp dümdüz gider, içeri dalar bol bol tütsü ve bir şişe cumartesi beyaz alırdım. Gece olunca bir kadeh koyar, sakin sakin içerdim. Sanırım içkiyle tanışmam o zamanlarda başladı. Aslında daha önceside var.
Sık sık içilmez şarap dediğin. Aslında hiç bir içki sık içilmez. İçkinin fazlası zarar, bunu unutmamak gerek. Her gece alemlere akan arkadaşlara hiç imrenmedim ilçedeyken. Bi kere çok tekinsiz. Eee, dışarda iç, eve gel, gelde nasıl geleceksin? Biri getirmeli... İnsanlar, özelliklede erkekler kızların kafayı bulmuş halinden çok istifade ederler.
Leonlara gittiğim zamanlar, -genelde kaldığım zamanlar diye düzelteyim- biz içerdik, leonda başımızı beklerdi. Gerçi ben hiç bir zaman tam olarak sarhoş olamazdım. Benden önce birileri mutlaka olur ve ben onların daima g.tünü kollardım. Oysaki bırak dağıtsın sünepeler, ama yok illaki sabah kimsenin canı yanmasın diye yapardım bunu.
Aslında leonu bu yüzden seviyorum. Adam kaçımızla uyudu, hatta bir keresinde 3 kızla aynı yatakta yatmak zorunda kaldı yinede kıçını dönüp uyudu. Erkeğin delikanlısı lazım değil bize, böylesi makul. Yine de az önce dediğim gibi, asla ama asla bir erkeğin yanında içmeyeceksin. İçeceksen bile paşa paşa taksini tutup evine gideceksin. Sanırım bu yüzden hep kızdılar bana.
Mesela balo gecesi. Gidip uyuyacak onca ev varken ben gecenin 3ünde taksime bir güzel binip yurda gitmiştim.
"Selaaaam bekçi, nağğberrr?"
-Zıkkım için içemeyesiceler.
"Söylenme kız bak paşa paşa geldim yurduma, baloya giden kaç kişi en güvenli yere döndü? Hepsi sevgilisinin koynunda."
-E kumralcığım, sende haklısın. Hadi defol git zıbar.

Neden gece gece alkolik anlarımı hatırladım bilmiyorum ama çok özledim o günleri. Bir kere kafadan özgürdüm. Annem o güveni sağlamıştı. İster yurda git ister arkadaşında kal ama mutlaka haber ver diyordu. Bende veriyordum. Aslında kimsenin böyle bir özgürlüğü yoktu. Herkes kaçıyordu, kaçmalıydı. Bu yüzden çoğu dağıttı. Başka türlü özgür olamıyorlardı çünkü.
Artık zamanın eski zaman olmadığını kabul etmek lazım. Yinede çok aşmadan kendini. Çağ değişti diye her gece başka mekanda sızanlara kızıyorum. Hayır yani, biyere gidip içip sıçıp dönmekte neyin nesi? Madem meyilin var al içkini gir evine iç. Ama yok, illaki maskara olacak.
Bugüne kadar yaşadığım her anın tatmin edici bir huzurla dolduğunu inandıramadım insanlara. Mesela sevgilimle biyere giderdim, gece dönmezdim, ya arabada uyurduk ya arabada uyurduk. Alırdık ne içeceksek, giderdik sahile gün doğana kadar omuz omuza dertleşirdik. Onun hep sorunları vardı, sakin kafayla düşününce hak veriyorum bazen. Sonuçta ailesine bakmak zorundaydı. Hayat ona zordu ve ben hayatını kolaylaştırmakla yükümlüydüm. Evlenmeyeceğimizi biliyordum zaten, umudunu kırmak istemiyordum. Ben bu evlilik olaylarında aileme birini kabul ettiremezsem evlenmem. Bin sevgili gider gelir, birini ana baba yerine koyamazsın. Bunu ne zaman şehir dışında yaşamaya başladım, o zaman öğrendim işte. Bu iş ergenlik tribine benzemiyor. Bazen eve gittiğimde dolabın tam takır olduğuna şahit olurdum. Babamın zaten eve doğru düzgün bir hayrı yoktu, annemde maaşlardan birini bana yolluyordu olduğu gibi. Hayat zor değildi, ben okuyordum nasıl olsa. Onların tek umudu bendim, bende çok şükür boş çıkarmadım umutlarını. Bitirmeme 2 aycık kaldı :)
Onun durumu benden beterdi. Çünkü okuyamamıştı. Evde çalışan tek kişi oydu. Evin kirası bilmemnesi, sigara parasını zor buluyordu bazen. Ama mutluydu, o zaman daha fazla huzur verebiliyordum ona. Sonra benim huzurum kaçınca onunkide kaçtı. Biz sahilde oturup dertleşirken omuzuma başını koyardı. O an bilirdim aslında, ya gözleri dolardı ya çok hüzünlenirdi. Benimle evlenebilmek içindi çabası. Aralıksız çalışıyordu. Çok yorgundu daha 24ünde. Onu askerdeyken beklemiştim, onun için başımı yerden kaldırmamıştım sırf laf-söz gitmesin diye. Herkes bize kesin gözüyle bakarken bir anda araya giren kara kediler bozdu işimizi. Bunu şimdi şimdi idrak ediyorum. Eskiden hep suçu onun üstüne yıkardım ama hayır, ben çok fevriydim. Aşırı heyecanlıydım. Takıntılarım vardı. Ama bende haklıydım. Korkuyordum ki hala korkuyorum. Yapı meselesi işte.
Şundan eminim; birdaha asla onu sevdiğim samimiyette kimseyi sevemem. Ha, evet yine severim. Çünkü sevmek zorundayım. Birinden ayrıldım diye yıllarca yas tutacak değilim. Ama onun sevgisi başka. Kardeş gibi, can gibiydi. Pislik yapmadı mesela hiç, onca sırrımı derdimi bilirdi. Üstelik çirkin bir kavgayla ayrılmıştık. Yine de elimden geleni ardıma koymayacağım demedi. Hep sustu. Her zamanki gibi. Hep özür diledi, "ne olur yeniden sev, böyle kaskatı kesilme" dedi. Dedi ama dinlemedim. Hayır zaten ben dinlesem içim dinlemiyor. Sanırım bana daha bir süre yalnızlık yolları var.
Şimdi ben içkiyle açtığım konuyu nasıl getirdim lan buraya? :D
Öyle işte. Bir duble rakı koyar, içine iki adet buz koyarsın. Önce parmakuçlarında başlar o uçuyormuşsun havası. Sonra bir duble daha yaparsın ama öyle paşa çayı gibi değil. Sert yaparsınki bir boka yarasın. Uyuşma bacaklarından gövdene süzülür. Üçüncü dublede o uyuşma başına vurur. Beriki şişenin dibini görsede ben görmem. Şişenin dibi berbat bunalımdayken görülür ki bir işe yarasın. Ben o üçüncü dubleyi daima yalnız içerim. Balkona kurulurum. Fondan piano sesleri çalar en acılı ritimleriyle. Başımı yıldızlara kaldırır düşünmeye başlarım.
-Yarın güzel bir gün olacak
-Asla pişman olma
-Kendinle gurur duy, çünkü hala insanları seviyorsun. Hiç kimse seni yaşamaktan soğutamaz.
Eğer içmemişsem sabah ezanını dinlerim. Hiç bir meyde bulunmaz o huzur emin olun. Çok saçma biliyorum. İnsan ya öyle olur yada böyle. Ama unutmayın ki, hiç kimsenin yaşamınıza, düşüncelerinize, fikirlerinize ve karakterinize saldırma hakkı olamaz. Siz, sizsinizdir, daima. Hani takma akılla akıl olmaz derler ya, asla olmaz, o söz bir mecaz değil gerçeğin ta kendisi. Ne hissediyorsanız onu yapın. Kimsenin verdiği akıl, söylediği söz umurunuzda olmasın. Kimseye kendinizi kabul ettirmeye çabalamayın. Mutlaka emek verecek ekstra bir işiniz olsun. Altında sizin imzanız olan, ister kötü ister iyi bir şey için hep çabalayın. Kadın olun erkek olun, siz kendinizi bir hissettiğiniz takdirde kimse için ayrı gayrı olmazsınız.

Bugünlerde herkes örümcek kafalı kesildi zaten. Okuma, yazma, konuşma, düşünme, şöyle yap, böyle et... Sanki aşımı mideme sokuyor densiz. Düşünmeden kurulmuş parça pinçik cümleler... Toplanamamış, oluşturulamamış fikirler... Kişiliği oturmamış yazılar... Neye inanacağını bilmeyen beyinler...
İnternete girme veya blog yazma yaşı 20 olmalı. Çünkü gerçek karakteri olmayan, kendini beğenmiş tipler yüzünden blogumun yorum sayfası çöplük oldu. Bazı insanlara istediğin kadar siktiri çek, sokacak bir delik bulma umuduyla kıvranırlar ya, aynı o hesap. Akıl alma yaşımı geçtim. Çok oldu. Keşke benimde hayati tecrübem sevgililerimle kavgalarımdan ibaret olsaydı. Biz dışarıdaki dünyadan haberdar değiliz. Kafana ibnemsi puştumsu bir bandana takıp, gözlükleri gözüne sokup, yandan öpücük vermeyle olsaydı dantelliğimiz, ohooo yok satardık anacım. Neyse işte. Bırakın beni, gidin biraz kitap okuyun, ama safi mealleri okumayın. Mesela ben bugün herkese yan kolondaki okuyorum gadgetında resmi duran kitabı tavsiye ediyorum. Gerçi çok eski, çoğu insan okumuştur. (Umarım) Ben konusundan çok etkilendim. Ağlayarak okudum diyebilirim. Aklı şeyinde olmayanlar okursa daha iyi olur tabi.

Aslında 2 bu gecede adam gibi uyuyamamamın bir nedeni var. Alt sokakta vahşet vardı. Konusuna girmek istemiyorum. Sadece çocuklara uzanan eller kırılsın! Başkada yorum yok.

29 Haziran 2011 Çarşamba

Tecavüz Senaryosu -2-

0 kişi izah etti
"...Demir kapı ağır ağır aralandı. Hukuk bürosu üçüncü katta. İlgili bir asistanı olsada, biraz kasvetli geldi ortam bana. Sanki şeytan buralara defalarca uğramış gibi.
Şikayetçi olmayacaktım, korkuyorum dedi. Korkmakta haklı. Bende olsam bende korkardım. Tabi başkasına iş yaptırmak kolay. Ya benim başıma gelseydi, gelemez miydi? Gelebilirdi. Çok güzel olmayabilirim, bunu kabul ediyorum. Şişmanım, ayrıca sabırsızım. Çok ağır laf sokarım. İnsanların hatalarını yüzüne çarparım. Bu yüzden kimse sevmez beni. Kim severki? Annem bana hep uyumsuz olduğumu söyler. Uyumlu olmalıyım. Herkes gibi bir hayatım olmalı. İşten eve, evden işe. Ordan işe, yine eve. Para kazanmalıyım, fellik fellik gezmemeliyim. Nilüfer dedim kendime. Nilüfer, çok güzel isim. Bir kere çiçek ismi. Ama ben çiçek isimlerini sevmem, peki o adam bana hep nilüfer dediğinde neden kendimi nilüfer diye kabul ettim? Bir ara herkes bana nilüfer dedi. Kendi adımı unutmak üzereydim. Bir arkadaşım vardı, adı makbuleydi. Kendine gül diyordu. Gül! Gül isminden nefret ederim oysa ama ben bile ona makbule demedim.
Karanlık çökmek üzereydi. 'Nilüfer...' dedi, 'Orospu ne demek arkadaşım?' Sahi, orospu ne demekti? Cevap veremedim. Çünkü önünden ardından ona, 'Aaaa kızlar, duydunuz mu? Tecavüze uğramış sonunda orospu!' diyordu. Gerisini biliyordum lafın. Elini tutup sıktım. Zaten elimden bir bok gelmiyordu.
Orada ona, bana nilüfer deme demek isterdim. Benim adım nilüfer değil. Gerzek adamın biri bana nilüfer dedi diye sürekli nilüfer demeyin bana! Diyemedim. Çok yaralı. O kadar yaralı ki, o kadar günahsız ki!
O da sordu, avukat yani. Zorla mı birlikte oldu seninle?
Zorla olmasa burada ne işimiz var sanki? O da inanmıyor. O da, o gece sevgilinin evinde ne işin vardı? demeye getiriyor lafı. Herkesin yapmaya çalıştığı bu. Hakim bile bu soruyu ona soracak, belki içten içe, belki açıktan açığa.
Seviyordu. Çok seviyordu. Hiç anlamamıştı. -isim vermeyelimde, adına X diyelim adamın- Belki X te böyle düşünmemişti. Belki bir anlık gaflete düşmüştü. Belki şimdi hapishanede ağlıyordur. Tanrım, diyordur, neden yaptım? Neden hayatını kararttım sanki?
Öyle olmayacak. Bir anlık gaflet ha? Öyle yağma yok. Bunun bir anlığı yok. Allah size cinsel güdü verdi diye, öyle bir anlık gaflet ve sonra aman nasıl olsa şikayet edemeze getirmek yok olayı. Etti işte. Sonunda oda açtı kapılarını. Çok ağladı. Çok vurdu kendini yerden yere.
Dönemem Nilüfer dedi telefonda, Dönemem, konuşamam, yaşayamam aynı şeyleri. Varsın cezasız kalsın, varsın çıksın o delikten ama yapamam, yüzleşemem... dedi bana. Otogardan onu alırken hala aynı şeyi söylüyordu, ...nasıl ikna ettin beni nilüfer? ...Bu şehrin havası beni adeta yutuyor nilüfer ...İzmir'e dönmek istiyorum, oranın havasını çekmek istiyorum içime ...Ailene sakın anlatma olurmu arkadaşım ...Yeğenin büyüdü mü nilüfer? ...Teşekkür ederim nilüfer.
Yine aynı şeyi söylemek istedim. Benim adım nilüfer değil be hatun!
Avukat bizi yanına alınca konuşamadı bir süre. Bir ağlama boşaldı gözlerinden yağmur gibi. Ailesini bu yüzden istememişti yanında. Haklıydı. Zaten yeterince zordu, ayrıntıları bilsinler istemiyordu. Tanrım! Ya aynı şey benimde başıma gelseydi? Bu kadar cesur olabilir miydim acaba?
Anlat dedi adam. Herşeyi anlat.
...Sarhoştuk. Ama tam olarak değil. Yani ben değildim. Zaten ben sarhoş olmam ki! Xte olmazdı. Hiç olmamıştı. Belkide, bilmiyorum... Nedir o belki olan? Yani belki, ben görmeden belki uyuşturucu hap almıştır. Daha evvelden yapmış mıydı? Yok, hiç yapmamıştı kemal bey, o böyle biri değildi. O gayet sakindi. Beni bugüne kadar hiç üzmemişti. Sonrasını ikinciye dinlemek çok ağırıma gitti sanırım. Pencereden ağaran gün batımına daldım. Kesik kesik duydum ama hayalimde canlandırdıkça, allahım! ...Beni yatağa bağladı  ...ağlıyordum ama kimse uymuyordu, evde sadece ikimiz vardık  ...dövdü, çok dövdü. Bileğim incinmiş, hastaneye gittiğimde anlaşıldı. Kendi acımdan onu bile hissedecek durumda değildim.  ...Evet avukat bey, zorladı. Kurtulmaya çalıştım, tehdit etti, elinde bıçak vardı, direnemiyordum. Neden gittin evine? İlk gidişim değildi ki! Hep giderdim. Ev arkadaşları şahit, o salonda ben onun odasında uyurdum, bana anahtarı verirdi, odamın kapısını kilitlerdim.
Adam herşeyi sordu. Her soruyu. 1 saatten fazla sürdü görüşmemiz. Sonra çıktık bürodan. Artık gelmeyecekti. Mecbur kalırsa çağrılacaktı. Ailesi ilgilenecekti. Babası hep aynı şeyi söylüyordu karanlık bakışlarıyla, Kızım hata yapmadı, ben evladıma güveniyorum, kimse onu böyle ayaklar altına alamaz, gerisinde ben varım, babası var!
Gittik, sarıldık, ağladık. Onu asla görmeyeceğim! dedi. Onu görmek istemiyorum! Onun ölmesini istiyorum, onu öldürmek istiyorum!"
Hayatımda ilk kez anlatmazsam kusacağım tanımıma gerçek bir neden yaşadım. Konuşamıyorum, düğümleniyorum.
Hep yaptığım gibi, o kadar sağlamdım ki! Gözyaşımı içime akıttım. Nilüfer olsaydı, yada kumrall. Ne yapardı? Ağlar mıydı? Ağlardı tabii! Geceleri yatağa yatar, kusana dek ağlardı. Ama yinede bu kızın yaptığını yapamazdı. Korkardı, çekinirdi. Ya duyarlarsa, derdi.
Şuan hafifledim. 1-2 hafta önce olan şu olayı nasıl tuttum içimde bu zamandır diye şaşırdım kendime. Nasıl? Geceleri rüyalarıma giriyor.
Aslında biliyorsunuz ya, tecavüze uğramak için açık-kapalı, eve gitmiş-gitmemiş olmak gerekmiyor. Önceden kapalı kapılar ardında yaşananlar şimdiki bilinçlenmeyle gözler önünde o kadar... Sanki eskiden daha mı az oluyordu? Sanki ahlaksızlar sonradan mı çoğaldı? Hayır. Ahlaksızların kanı, ahlaksızların soyu yürüdü o kadar. Hepsi bu.
Keşke elimden daha fazlası gelseydi...

24 Haziran 2011 Cuma

Hayattaki Boşver'ler

0 kişi izah etti
Genelde bu saatlerde yazı yazdığımda sabah bir ton yorum buluyorum panelde. Manyağın biri bana uzun uzun kayıyor. En güzellerini seçip size sunuyorum. Sizde okuyup bizimle övünüyorsunuz falan.. O bana kayan adamla acayip iyi ilişkiler içindeyiz. Ben ona "asrın sapığı" ismini koydum, oda kendisine muhtemelen cihad neferi diyordur.
Neyse konumuz bu değil.
Aslında konumuz falan yok. Hava çok güzel bu akşam. Sanki yıldızlar ayağının ucuna dökülüverecekmiş gibi duruyor gökyüzünde. Hani böyle masallarda anlatırlar ya, o biçim yani.
Böyle gecelerde hatırlanacak çok sağlam hatıralarım olmasına rağmen onları hatırlamak istemiyorum. Kötüleri hatırlayalım. Mesela bir gece kırıp döküp dağ evine, kız arkadaşımın yanına kaçmıştım. Enteresandı. O gecede böyle müthiş bir manzara duruyordu karşımda. Kolumu çenemin altına alıp, masanın üzrindeki kahve fincanını dürtüyordum kaşıkla, hıncımı kaşıktan alır gibi. Altı yemyeşil ağaçlarla dolu olan balkonda uzakta kalmış küçük şehrin ışıklarını izlemiştik. O bana, "-Boşver" demişti. O an, "Neye veya kime boşvermemi istiyor acaba" diye düşünmüştüm. Boşvermek nasıl birşeydi? Kim boşverirdi? Neleri boşverebilirdik? Öyle herşey boşverilebilir miydi acaba? Zaman ilerledikçe boşverilebileceğini farkettim. Çamaşır asmak, temizlik yapmak, mutfağı çamaşır sularıyla beyazlatmak, bastıra bastıra evi süpürmek bir boşverme şeklidir benim için. Önemli birini boşvereceksem temizlik yapmaya başlarım. Ama öyle oturmuş küçük bir harita gibi kalan şehri izlerken boşveremem mesela.
Küçük insanlar ise boşverme alanıma girmez.Onlar zaten boşolmuşlardır.

Hayatım boyunca düzenli bir adet ilişki kurabildiğimi farkettim mesela. Bir gece hiç unutmuyorum (o zaman tatildeydik) kumların üzerine serilmiş gökyüzünü izliyorduk. Aklımda hayatın ne kadar boş olduğu vardı. Boş işte. Anlamsız. Hayatın boyunca birilerini mutlu eder durursun. Birileri sana öğütler verir. Birileri seni çirkince karalar falan. Neden? Sende bilmezsin. Kimseyi kaybetmek istemediğinden başta çok ağır gelir. Zaman ilerledikçe hayatında sadece ailenin önemli olduğunu, birtek onların kaybedilmemesi gerektiğini anlarsın. Sonra yeni bir ailen olur. Bir koca, bir çocuk, belki iki veya üç. Olur. Zaman devam ettikçe yeni şeyler olur. Ailen değişir mi? Hep bunu merak ederim. Kalbi ikiye bölünmez mi insanın? Kimse sana neden aile reisinin ailesine -ne yaparlarsa yapsınlar- saygı duyman gerektiğini açıklayamaz. Öyle gelmiştir, öyle gidecektir. 
Sonra giyimine karışır insanlar "göğsünü bağrını açma" derler. Neden dersin? Kaide böyledir der öteki. Erkeklerin göğsünün azıcık açık olmasından neden bu kadar etkilendiğini anlatamaz kimse. Bunu erkekler bile açıklayamaz sana. Öyledir işte. Erkek yapar, yapmalıdır. Yapmazsa yaşayamazmış gibi..
O gece kumlara uzanmış gökyüzünün gülümseten ve huzur veren renklerini izlerken sordum ona. "Beni nasıl seviyorsun?" dedim. Başını yüzüme çevirip baktı biraz, sonra "Hani arabadan inerken ayağını burkmuştun" dedi. Başımla onayladım. "İşte o gün anladım seni sevdiğimi, çünkü sen kardeşim kadar önemliydin. Ayağın burkulmuştu. Canın yanmıştı ve belli etmesende biraz sızlanmıştın. O an sen benim için önemliydin çünkü senin canın acıyınca benimkide acıdı" diye noktaladı. O gün canan kelimesinin anlamını anladım.
Mutlu olamamış ruhlar var çevremde. Mutlu olamadıkları için durmadan acı çektirmeye çalışan, acı çekmekten haz alan insanlar onlar. Bildikleri ve sahip oldukları tek şey o. Bazen internetteki sosyal paylaşım ağlarında dolaşırken acı çeken ruhları görüp onlara acıyorum. Düşünsenize, hepimiz görüyoruz, aşka düzülen methiyeler, aşk için olunan körlükler var. Aşkla doğmuş bir halleri var. İnsan yıldızları izlerken aşk mı düşünür yalnızca...? Mesela iktidar düşünmez mi? Hayal kurmaz mı? Gelecek planları yapmaz mı? Yada derin derin nefes alıp ohhh be! demezmi?
Neden insanoğlu aşk için ölmeye hazırda, aşk için ölmek lazım geldiğinde kaçar olmuş?
Bu akşam kelimeler kifayetsiz çünkü yıllardır dönüp durduğum noktalardan birindeyim.  Bu ara çok fazla kitap okuyorum. Bu yüzden kafam karışık. Bütün gece baş ağrısıyla cebelleşip kendimi terasa atana kadar da herşeye sinirlendim. Yıldızların bir anlamı var. Beni, hepimizi izlediklerini, sabrımızı denediklerini biliyorum. İsyan etmeyeceğim. 

Keşke şu hayatta tek derdim iki kişilik ilişkiler olsaydı. Bazen düşünüyorumda, iyiki başka dertlerim, hastalıklarım var. Yaradan beni unutmuyor. "Çek kızım" diyor. "Çek ki sabırlı ol, ileride tökezleme"
Haklı belki de. İleride tökezlemek var işin ucunda.
Bu yüzden bugünü de mutsuzluk ve mutluluğun arasında bir bağlam oluşturmaya çalışırken tükettim.

Not: Küfürler içten içe iade ediliyor. Ben aptal değilim, karşımdaki bir öküz bile olsa onunla aynı seviyeye inmem.

17 Mayıs 2011 Salı

Girende sağolsun çıkanda.

12 kişi izah etti
Bazen kendi kendime sorduğum zaman bile alamadığım cevapları aldığım bir buçuk saatlik eylemler yaşıyorum. Basit ama büyük. Küçük ama parlak. Şeytani ama iyi.
İnsan hayatını ne kadar debdebeli ama karmaşık, ne kadar basit ama sağlam yaşasada; herşey aynı işte. Yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgide günleri sayıyoruz, hepsi bu.
Bir rüya gördüm dün gece. Beyaz bir gelinliğin içinde sokakları dolaşıyordum. Rüya bu ya, düğünüm olacak ama olmuyor. Herkes benim için giyinip süsleniyor. Hatta hiç tanımadığım, daha önce hiç görmediğim birine el öpmeye gidiyorum. Düğün olmuyor, vazgeçiyorum. İçimde serin bir acı hissediyorum. Gelinlikle yatağa girip kafama kadar çekiyorum yorganı. Sonra normal hayata uyanıyorum. gelinlik yok, gelin yok.
Hayatta hep daha fazlasının olduğunu bildiğimden sürekli susar bir halim vardı. Küçük şeyleri dert etmezdim veya aşktan canım yandığında ağlamazdım. Bunu kendime neden yaptığımı bilmiyorum. Büyük hıçkırıklarım olduğunda genelde sebepsiz yere, eften püften şeyler için oldu. Bu beni yıprattı, biliyorum.. İçimdeki kini kusmak için bağırdım, sinirlendim yada sebepsiz kahkahalar attım. (Uykumda attığım kahkahaları buna dahil edebiliriz)
Bugün, 22sine bir ay kalmış biri olarak şunu söyleyebilirim, hiç bir zaman insan kinini içinde tutmamalı. Keskin sirke küpüme zarar verdiği gibi canımı yakan küplere de zarar veriyor. Ettiğim ahlar veya içimdeki o çok alınmış veled yüzünden, allah'ın takdiri mi desem ne desem artık, kimsenin iki yakası kavuşmuyor. Tek istediğim huzur. Huzuru bana yapılanların aynısının onlarada olması, mala veya cana zarar gelerek bulamayacağımı farkettim. Benden özür dilemelerini istemiyorum. Hatta kimseyi istemiyorum. Çünkü insanlar sizin ne hissettiğinizi anlamaz. Bunu anlatmaya çalışıyorum. Herkesin kimyası farklı dayanıklılık katsayısında olduğu için, farklı bakış açıları gelişir. Biri sizi kötü kız olmakla suçlarken bir diğeri yaşadıklarınızı dayanılmaz bulabilir.
Herşeyi baştan sona anlatmak isterdim. Hiç tanımadığım, bir daha hiç görmeyeceğim birine kusmak isterdim.
Bir arkadaşım aşktan yana dert yanıyordu geçen gece. Bana, "senin mükemmel bir ilişkin vardı, kendin kaşındın" dedi. Huzurbozan'mışım yani.
Gözlerinin içine baktım ve "Sen benim yaşadıklarımı yaşasan şuan ya akıl hastanesinde olurdun yada intihar etmiş; mezarda olurdun. Konuşma!" dedim. Bilmiyorlar ki... Zaten ne yaşamış olursam olayım ya kendim hakemişimdir, yada müstahaktır.  Sırf bu yüzden sustum, sustum, sustum. Allah ömür verdikçe susacağım. Tabiatım böyle değil, yapmam gereken ve üzerime düşen bu.
Tek istediğim, kimse bana dokunmasın. Sessizce resimlerimi izlemek ve içinde biriken anıları uzun uzun seyretmek istiyorum. Hepsi bu. Buna ihtiyacım var çünkü.
Yoruldum artık. Kim olduğum, ne olduğum kimsenin umurunda değil. Canımı istiyorlarsa gelip alabilirler. Allahın verdiği bir can, nerede biterse orada musalla taşı...
Nasıl bir hayatımın olacağını bilmiyorum. Ama şunu biliyorum, her pişmanlığım yalnızca rabbime. Kişisel pişmanlıklarım yok artık. Ne olursa olsun. Artık biri bana, seni çok iyi anlıyorum desin. Gerçekten, içten.

Dip: Her seferinde buraya kasıntı şeyler yazmayacağım desemde engel olamıyorum, bir süre daha bu boktan halimi okumak zorunda kalabilirsiniz. Girende sağolsun çıkanda.

Edit: 17 mayıs 2011 15.29
Bu yazımı, dün gece bu yazıyı yazdığım vakitlerde hakk'ın rahmetine kavuşmuş olan, karşı komşumuz, hacı amcaya ithaf ediyorum. Yazımı yazarken kendisinin vefat ettiğinden haberim yoktu. Önceleri çok sevdiğim biri olmasına rağmen, sonraları tartışmalarımız olmuştu. Helallik istemeyi çok istemiştim ama nasip olmadı. Allah rahmet eylesin, taksiratını affetsin. İnşallah hakkını helal etmiştir.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Kahrolası ellerim, niye yazıp duruyorsun?

0 kişi izah etti





 <<<<<< Herşey bu cenabet yüzünden oluyor!













Yazıma aynı norm ve aynı temada başlamayacağım. Şuan sanırım 225. yazımı kaleme alıyorum ve bundan oldukça memnunum.. Öncelikle belirtmek isterim meraklılarına, zaten eğer çok kötü görüşler alsam 225. yazımı değil 2. yazımı bile kaleme almazdım.

Sanırım sonunda bir roman yazdığımı ilan etmenin zamanı geldi.
Evet, sonunda kendimden bile gizlediğim romanımı yazdığımı rahatça açıklayabilirim. Çünkü okuttuğum 5 kişiden müthiş güzel övgüler aldım. Aslında "Nasıl olmuş?" sorusunu sorarken, "Edebi bakımdan nasıl?, Hikayede bozukluk var mı?" şeklinde sorular vardı hep ardında. Bu akşam 340. sayfamı tamamlayıpta geldim. Yazmaya ihtiyacım var. Hayal etmeye ve uğraşmaya, hatta kafamda oluşturduğm kadınla yaşamaya ihtiyacım vardı. Oturup profesyonel bir yazarla, bir kitap yazarken neler hissettiğini sorup, kendi hislerimle karşılaştırıp, tahlil etmek isterdim. Tabii profesyonel yazar tanımıyorum şahsi olarak. O yüzden birşey diyemem.

Artık ülkedeki siyasi muhabbetlerden soğudum. Bu yeni olmadı. Uzun bir süredir ampul patlatmak için kendimi yırtmıyorum. Herkesin herşeye verecek bir cevabı var mirim, kimse karşısındakini dinlemek istemiyor. Varsa at gitsin, yoksa salla gitsin.
Tavrından 45 yaşında sanıp küfür bile etmediğim adamların 15inin biraz üzerinde atarlı ergen olduklarını farkettiğimde sevindim. Hayır madem ablalarınla sidik yarıştıracaksın, beklede bıyıkların terlesin bre andaval?! Neyseki ergenliği geçip, kısmet olupda daha medeni yerler gördüklerinde düzeleceklerini biliyorum.
Tecavüz olayını merak edenler olduğunu biliyorum. Kızın ailesini aramak zorunda kaldım çünkü kimseyle iletişim kurmuyor, bir haftadır yemiyor içmiyordu. Ailesi gelmiş ve artık kızlarına sahip çıkmışlar. Yarın sabahta savcılığa suç duyurusunda bulunacaklarmış.
Bu olay içinde böylece içim rahatladı.

Bakalım başka neler varr...
Annemler umreye gidiyor evet. Bugün annemin umre kıyafetlerini giydim. Amanin! Yakıştı lan. Açtı yüzümü gözümü. Başörtüsünüde taktım, hazır olanlardan almışlar, hani şu bağlama gereği olmayan, direk başa geçirilenlerden.Tabiki hayatımda ilk kez örtü takmıyorum ama özellikle türban stiline ölümüne karşı olduğum için bu stil başörtüsünü çok sevdim. Sanırım her ne kadar kişiliğim ve yazılarım bunu hiç yansıtmasada, örtüye soğuk bakmıyorum. İleride, belki bir on sene sonra artık yaşımı başımı alıp, evime çocuklarıma karıştığımda bunu yapabilirim. Çok insan bana, madem içinde var gençliğinde yap diyor. Birşeyi yapacaksam tam tekmil yapmalıyım. Okulda örtünmek fikrine karşıyım ve şuan üniversite okuduğum için bunu asla yapamam. O zaman fikirlerimle çelişirim. Allah ömür verirde, çoluğuma çocuğuma karıştığım, elimin ekmek tuttuğu günleri bana gösterirse, kapandığımı ve kapalıyken bile aydınlık bir insan olabileceğimi, türban takmayacağım için,  türbanlı genç hatun fantazisini en azından kendi adıma kıracağımı ve fikirlerimin hiç değişmeyeceğini göstereceğim. Bu arada burdan tartışma şimşekletmek isteyenlere sesleniyorum, türban ve başörtüsü aynı şeyler değil.
Yaşım ve aklım yettiğince 5-6 senedir ülke çapında yapılan dengesizliğin, öldürülen kadınların, sırf bileklerinin gücü yettiği için dövülen kadınların, amcası-dayısı yakınlığında akrabaları tarafından istismar edilen erkek-kız çocukların ve daha binlercesinin hikayesini kaygıyla dinledik. Kitaplarımız basılmadan toplatıldı, sebepleri bazen cemaatlere yapılan saygısızlık oldu, bazen önemli bir siyasi isme yapılan karalamalar oldu. Fikirlerimiz sırf islam dini ile karşıt diye ağzımıza bir tomar kirli bez tıkılmak suretiyle susturulmaya çalıştık.Allah biliyor ya, bazen korkuyorum. Hele şu internet filtresi konusu çıktıktan sonra dahada uyuz olmaya başladım.
Herkes bilim istiyor. Teknoloji istiyor. Bunları yapanlara, kardeşim iki gün kombini kapat, internetini ört, ışığını söndür desen allah allah nidaları ile türkan saylan gibi eşsiz bilim insanlarına saygı duymaya başlayacaklar. Be salatalık turşusu. Ar namus timsalisin, interneti filtreliyorsun, dekolteli kadınlara namussuz diyorsun. Tecavüze uğrayan, dövülen ve öldürülen kadınlara bir kulp takıyorsun. Allah'a inanmayan, tanrıtanımaz kişilere ver allah küfür ediyorsun ve sevap kazandığını zannediyorsun. Sen tüm bunları yaparken aynı zamanda bilimde olsun diyorsun. Bilimide yapıyorsun tamam. Bu seferde insanların özgürlüklerine çelme takıyorsun. Blogları kapatıyorsun, internetin yüzde doksanını filtreliyorsun. Doğalgaz bitiiyor diye tutuşup nükleerler dikiyorsun. E senin nerde kaldı işlediğin sevap. İki kuruş özgürlüğü, yaşama hakkınıda gasp ediyorsun. Bak bana dünya batacak tüm elektroniklerini göm deseler gömerim abi. Ama onlar yapamaz. Belki dünya nüfusunun yüzde 10u benimle aynı cesareti gösterir.
Kimse bana yarım aklı, ergen yaşıyla beyitler okumasın. Ben mesneviyi , kuran-ı kerimin mealini okumuş insanım. Evet, ben, ben, ben. Hep ben diyeceğim çünkü ister kabul edersin ister etmezsin beni zerre kadar ırgalamaz. Burası benim alanım. Ben burada bir erkek arkadaşımla ortak yazıyorum. Burda ben diyeceğim çünkü bu blog ahlak namus dersi verdiğim biyer değil. Ben burayı insanlar okusunda aman ders alsınlar diye açmadım. Ben burayı uzun zamandır gün içinde yaşadıklarımı ve düşündüklerimi yazmak için kullanıyorum. Ve ister eleştiriye açık olurum, ister olmam. Kimse beni sevsin benden ders alsın diye uğraşmıyorum. Canım ister konuşurum, canım ister söverim. Birilerine destur vermek veya vermemek benim elimde. Zaten eğer canınız sıkılıyorsa gidin yeşil montlu adamların açtığı sapık yeni nesil, yön tota bilmez solcu kardeşlerimin forumlarını eleştirin, onlara ar namus din devlet öğretin. Onlar sizinle müthiş tartışır ar namus kelamlarını. Benim en az 5 yaş altımda, ergen veledlerden ders almaya ihtiyacım yok, hiç olmadı.
Çok merak edenler var, bacağımın arasındaki toplumu kurtaracak sanırım. Açıklıyorum: ben toplumun huzurunu kaçıracak birşey, bir düzensizlik yaratmadım. Yani kimseyle elleşmedim. Bu bağlamda elleşip elleşmeyeceğimde bana kalsın. Tez zamanda erkekler benden faydalanamasınlar diye demir telle malum edavatımı diktirmeyi planlıyorum ki, aman ha hiç bir zevk-i sefa yaşayamayayım. Lan bıktım. Normal hayatımdaki insanlar bile bu kadar kafaya takmamıştı cinsel ilişki yaşayıp yaşamadığımı. Hayır sanki işleyeceğim günah herkese girecek, yapsam bile giren bana girecek çıkan benden çıkacak. Sanki ben üzülünce bütün ülke mi üzülecek? Kocam bende et parçası olmasa da beni öldürse, herkes arkamdan kuran mı okuyacak günahlarım affolsun diye? Anca laf salatası anasını avradını.
Ahhh ah işte, hayatımın zerzevat boyu kadar boy alamamış hikayelerini bir ben bilirim bir Allah. İki yorum attırdım diye yazdığı tek bir yazı ile yüzlerce yorum alıp, üzerinde tartışacağını sananlar; yıllardır yazıyorum daha 99u göremedim. Sıkılacaklar. Bize sataşmaktan, günahımızı almaktan, koyup koyup kaldırmaktan sıkılacaklar. Bizde normal ve sevişgen hayatlarımıza geri döneceğiz. Hal böyleyken bir sabah uyandığımızda sokaklarımızda panzerler dolaşıyor olacak ve ben o gün harbiden evde mezdeke yapacağım. Bu yüzden oyum sanadır osman pamukoğlu. İnşallah başlarına zebellah gibi çökesin!

Dipşeysi: 1001 gece masalları neden arap ülkelerinde yasaklanmış diye merak ederdim. Kitaptan okuduğum 13. masaldada aynı tekdüzelik vardı; bütün şahlar ve bütün cariyeler sevişiyor. En son baktım, arap şehy tacü-l mülke sulanıyor hamamda. Bu kitap beni kopardı. Haklıymış bizim her gün 50 avradla sofralar kurdurup saçı göründü diye idam hükmü veren arap prensleri. Toplumun ahlakı bozuluyor; çünkü foyaları ortaya çıkıyor. Aman okumayın, böyle şeyler gençlerimizin sağlığını bozar, tek karıyla yaşayamaz olurlar.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Tecavüz Senaryosu

4 kişi izah etti

Artık vücudumda çıkmaktan usanmayan yaralarımı pek umursamıyorum galiba. En azından öyle hissediyorum. Her gece kabus görmekte beni pek usandırmıyor açıkçası. Kötü eleştiriler almak, herşeyin boktan gitmesini de umursamıyorum. Tek hissettiğim şey üzeri örtülü bir acı. Bunu yaşarken etrafıma zararda vermiyorum artık. Kimseyle konuşmuyor, fazla düşünmemeyi yeğliyorum.
Artık bahçekapısını unuttum. Diğer tüm öküzlerimide unuttum. Hiç biri "hadi len" kıvamından öteye geçmiyor. Zamanı geri alabilseydim, belki herşeyin daha iyi olması için daha çok çabalar, bazı hataları yapmaktan sakınırdım.
Gökten birdenbire bırakılmış, ama bir türlü çakılamamış gibi hissediyorum kendimi. Hızla düşüyorum. Ama bir türlü mutlu sona ulaşamıyorum. Berbat bir duygu. Bazıları şımarıklık ettiğimi söylese bile buna pek kulak asamıyorum. Sanırım hızlı yaşadım birçok şeyi.

Kendimi sorgulayıp durmak şöyle bir kenara dursun, sanırım bende bu düşme ve çakılma hislerini uyandıran şey bir kaç sabah önce yaşadığım şoktan kaynaklanıyor.
Annemler 5 günlüğüne İsbanbula gidince evde tek başıma kalmaya başladım. Gittikleri gecenin sabahında, benim için çok erken bir vakitte telefonum çalmaya başladı. Adetimdir, asla bakmam o saatte telefonuma. Hatta bazen uyku sersemine telefonu kapatırım. Uyku benim için herşeyden önde geliyor bazen, elimde değil. Hasta varmış, acil durummuş hiç takmam.
O sabah nasıl oldu bilmiyorum, telefonumu elime aldım ve arayana baktım. Eski ama yakın bir arkadaşımın aradığını görmemle yatakta doğrulup bir kaç saniye düşündüm. Çünkü çok sık aramazdı beni. Neyse hemen açtım tabii. Sesi oldukça kötü geliyordu, kötünün ötesi berbat geliyordu.
-Kumrall, acilen görüşmemiz lazım, filanca yerdeyim ne olur çabuk gel* dedi. Sesi ağlamaklıydı ve ilk defa böyle birşey yaptığından biraz korktum. Yataktan çıkıp giyinmeye çalışırken aynı zamanda ne oldu falan gibi sorular soruyordum ama fazla ayrıntıya girmedi. Yalnızca "bana sadece sen yardım edebilirsin" dedi.
Hemen giyindim ve öylece çıktım. Çünkü o beni böyle sabahın köründe çok önemli birşey olmadan çağırmazdı.
Yanına gittiğimde hiç adeti olmadığı halde köşeye biryere oturmuş, büyük gözlükler takmış, bir çay söylemiş, bir dal sigara yakmış öylece oturuyordu. Normalde sigarada içmez, asla içmemiştir bilirim. Beni görünce ayağa kalkıp boynuma atladı. Ne olduğunu şaşırmıştım.
Karşısına oturup yüzüne dikkatlice baktığımda yüzünde fondotenle kapatılmış, yalnızca karşısında duracağınızda görebileceğiniz kocaman morluklar olduğunu farkettim. Büyük bir şok geçirdim o an. Hemen gözlüklerini çıkardım gözünden. Sol gözünde kocaman bir morluk vardı. Elimden gözlükleri alıp "ne olur çıkarma" dedi. O an en az onun kadar korkmuştum. "Bunu sana kim yaptı?" diye sordum. Ağlamaya başladı.
Bana kimseye anlatmamam için yeminler ettirdi. Sadece bana anlatabileceğini söyledi. Aslında bu yazıyı buraya yazarken çok tereddüt ettim.
Bir gece önce uzun süredir birlikte olduğu erkek arkadaşıyla bara gitmişler. Oradan çıkıncada erkek arkadaşının evine gitmişler. Bu bahsettiğim arkadaşımın ailesi 2 sene önce izmire taşınmıştı. Kendiside taşınmadan önce buradaki üniversiteyi kazandığından burada 2 arkadaşı ile ev tutmuştu. Neyse çocuğun evine gitmiş bunlar. Kız çocuğa o kadar çok güveniyordu ki, ona birşey yapacağı aklının ucuna bile gelmemiş. Çocuk buna defalarca cinsel ilişki teklifinde bulunmuş. Fakat arkadaşım kabul etmemiş. Sonra kavga etmişler. Arkadaşım taksi çağırarak eve dönmek istemiş. Erkek arkadaşı birden delirmiş. Telefonunu elinden almış, kapıları kilitlemiş ve bunu zorla yatağa bağlayıp ağzını kapatmış. Sonrası malum. Müthiş bir dayak yemiş. Defalarca tecavüze uğramış. Ve erkek arkadaşı sabah bunu ailesini aramakla tehdit edip kapı dışarı etmiş.
Bunları bana ağlayarak anlattı. Ne yapacağımı şaşırdım. Hastaneye veya polise gitmeyi reddediyordu. Eve götürdüm, duş almasına yardım ettim. Gün boyunca titredi. Arkadaşlarından birine durumu anlattım. Akşam eve dönmem gerekiyordu. Eve götüremiyordum çünkü dayımın eşi bizde kalıyordu. Gece bir kez daha sinir krizine girmiş, bayılmış. Ayıltamayınca hastaneye götürmüşler. Tabii hastanede olay anlaşılmış ve polis soruşturmuş. Şikayet etmesede sanırım kamu davası açılmış. Ertesi sabah ve cuma sabahına kadar ziyaretine gittim. En son bıraktığımda hala boş bakıyordu etrafına.
Konu hakkında yapacak bir yorumum yok.Konu baştan sona bir tartışma konusu olabilir ve ben bunu düşündükçe deli oluyorum. Konu beni çok bunalttığı için yazmak istedim.
Hep kendime söylüyorum. Kumrall, yeter artık boş beleş adamlar için üzüldüğün, insanları bu kadar çok kaale aldığın... Hayat öyle bir ellerinden alınır ki, bugün düşündüklerinin bir tekini bile düşünemez hale gelirsin...

26 Nisan 2011 Salı

UZUN EŞEK MESAİSİ...

2 kişi izah etti
Amacımızın aslında uzun eşek oynamak felan değildi bugün. Amacımız, ebesinin nikahındaki çalışma atolyesine gidip alçı dökmekti. Normal insanlar bir birini görünce selamlaşır hal hatır sorar. Ama biz normal miyiz? Atolyede tanıdık arkadaşları görür görmez, layn altı kişi bulun mına goyim uzun eşek oynuyacazla direk lafa girildi. Tüm bu olanlar sınıf arkadaşım antalyalı'nın başının altından çıktı. Geçen senelerde de uzun eşek oynamış, tahminim o günlerden kalma bir beyin hasarı kalmış kendinde. Neyse araya araya uzun eşek takımını kurduk. Tanıdıklarımız da ev arkadaşlarım peh. Ben zayıf olduğum için en ön sıraya geçtim tabii. Ama işler mi be. Herifler füze gibi. Ayak, bel veya kolumun kırılmadığı için şanslıyım. Laf aramızda ilk atlayışımda hamlıktan olsa gerek eşekden düştüm. Hiç yakıştıramadım kendime.
Biz birbirimizin üstüne zıplarken etrafta cep telefonuyla bizi çekenler de vardı. Tahminim gece yatarken bakıp bakıp gülecekler.
Kol sürtülmesi, boyun zedelenmesi, ayak burkulması en önemlisi bel incilmesi gibi şeyler hafiften oldu ama hafiften. Bunlarda oyun oynarken aklımda kalan komik tepkiler,
Antalyalı- Ya mına koyim nerenle atlıyon sen, nerenle atlıyon, g.tünün kemiği çat diye belime vurdu, nasıl atlayıştır bu mına koyim ya!
Yastık- Yavaş olun lan ahhh testestoranlarım.
Erzurumlu- Ah müdür belimi tırmıklama lan atlarken, yırtın yırttın, bak ya nasıl tırmıklıyo mına kodum.
Trabzonlu: Senin kafanın ne işi var lan ben atlarken orda, kafan çıkdı birden ben napıyım lan!
Ordulu: Yav niye çift diye bağırıyon mına koyim senin ya ben tek diycektim yat! ezecekler şimdi gene yat!
Daha daha neler. Güzel oyundu, güzel vakit geçirdik, çocukluk yıllarımızı hatırladık, düştük, kaltık, tartıştık, güldük, kazasız belasız bir uzun eşek oyununu daha sonlandırdık. Daha nice uzun eşek oyunlarına...

20 Nisan 2011 Çarşamba

Heyy! Hepimiz aynı yerden geliyoruz. Öhmmm!

4 kişi izah etti
Bir gün içerisinde yazacak bu kadar çok şeyin çıkmış olması ilginç. Ama önce daha evvelki günlerden bahsedeceğim.
Bloga yazmadığım günler içerisinde, sanırım 1-1 buçuk haftayı geçmiştir, hiç birşey olmadı. Lanet olsunki bu blogu tanıdık bir kaç kişiye verdiğim için şuan istediğim gibi dedikodu yapamıyorum. Tabi buna leoncuğum ve diğer iki kız arkadaşım dahil değil. Zira derdim onlardan yana değil.
Yazma kabiliyetim, Türkçe'yi düzgün kullanma arzum çok takdir alıyor çevremden, sağolsunlar. İlk defa yakın çevremden birilerine buranın adresini verdiğim için pişman oldum. Ne güzel takılıyoduk lan ver veriştir kıvamında... :)
Dediğim gibi bir kaç haftadır ablamla ara sıra alışveriş krizi, kitap okumak, dizi izlemek dışında bir bok yiyemedim. Geçenlerde arkadaşımın sevgilisi geldi istanbuldan, onun şamatası vardı çünkü onu ben aldım terminalden ve arkadaşıma doğum günü sürprizi yaptım. Amanda aman. Aferim bana.

Bugün çıkan malzeme aslında o kadar önemli şeyler değil ama yorum yapmam lazım yoksa rahat uyku uyuyamam bilirsin.
Siminya bloggercancım bir yazı yazmış. Bu kız ne zaman ahlak ve namus konusunda yazsa içimde sancılar hissediyorum. O kesimin iyi bir konuğu. Konuk diyorum çünkü içten içe inanıyorum o kuytudan kurtulacağını.
Neyse, yazısını üstte belirttiğim bağlantıdan okuyabilirsiniz okumamış olanlar için... Kendisi yine sivri dili ile namus konusunu eleştirmiş.
Bu konu hakkında biraz yorum yapmak istiyorum.
Namus nedir ona bakalım önce. Türk Dil Kurumu'na göre; "Bir toplum içinde ahlak kurallarına karşı beslenen bağlılık" ve "Dürüstlük, doğruluk" olarak tanımlanmıştır. Buradan bakılacak olursa türk dil kurumunun yorumuna göre ahlak kurallarının tamamını benimsemiş ve dürüstlüğün namus kavramı içinde önemli bir unsur olduğunu özellikle vurgulamış. Aynı kaynakta islami taraflarındanda bahsediliyor elbette ama hiç bir sözlük, ansiklopedi bundan bacak arasındaki şehvetin kötüye kullanılması (o ne demekse artık) olarak nitelendirmiyor.
Ahlak kurallarına beslenen bağlılık güzeldir. Nedir bunlar? Kimseyi ezmemek, kırıcı olmamak, insana saygı ve hoşgörü göstermek, eşler arasındaki sadakat, insanların malını gaspetmemek, ırza geçmemek gibi daha otursam sabaha kadar sıralayabileceğim türden olgular. Bugün ülkemizde ve birsürü ülkede yapılan bacakarası bekçilik (bana göre bu namus bekçiliği demek değildir) çoğunlukla erkek cinsinin yaptığı şeydir. Kadın yapan hiç görmedim, varsada Allah ıslah etsin derim.
Bana göre kadın mal değildir. Alınıp satılamaz. Kadın saygı görmesi gereken bir varlıktır ve hiç bir erkek onun ulaştığı ve bilimin önünde saygı ile eğildiği doğum safhasından başarılı çıkamaz. Zira eğer erkek bir an o sancılardan tek birini yaşasa sağ kalamazdı. Yobaz erkeklere sesleniyorum, sadece bunu yaşasanız kadınlara köle olurdunuz.
Ben bu konuya burada kaç kez değindim bilmiyorum ama hala bir erkeğin çıkıp bir kadına bakire değil diye orospu demesi çok içimi acıtıyor. Şunu takdir ederim, bir kadın sadakatten uzak entest ilişkiler yaşıyor ve bundan takdir görmek istiyorsa bu yanlıştır. Ve bence bu erkek içinde yanlıştır. Bunu kadınlara mal etmek utanç verici.
Bir erkek kendini bana göre, bir kadınla, ortada nikah yokken teslim ediyor, sonra bunu zevk sefa meselesi haline getirip bulduğu her deliğe inim inim inleyerek kayıyorsa, arkasından gidip bana el değmemiş, başı kapalı, evinden çıkmayan bir kız bulun derse ben onun afedersin ama mına korum. Lan adam önüne gelen kıza orospu orospu diyor ama tekmili birden en az 50 kızla yatmışsa o direk damgalı orospu oluyor onu ne yapacağız? Mirim bunlar bizi salak sanıyor. Çıktığım her adam, çıktığı kızların bolluğu ile övünüp benim çıktığım adamların bolluğu ile yerindi. O erkek, o yapar, onun namusuna! laf gelmez. Kadın olan benim. Ortalık eşkiya kaynıyor, açık giyinme tecavüz ederler, makyaj yapma orospu derler diye diye özgüvenimize dikey girdi bunlar. Zaten bir çoğu dile getirmez ama içten içe bizim özgüvenimizi yıkıma uğratmak ister. Amaç her anlamda budur. Kadın dediğin fırt fırt doğursun zaten, ne gerek çalışmasına okumasına değil mi? Bakire bakire bekleşsin evinde.
Nefret ediyorum. Seks sevilerek yapılacak birşeydir. Bu orospu çocukları yüzünden kadınların yüzde doksanı hayatında bir kez bile orgazm yaşamıyor. Zorla sevişmek, acı çektirmekte bu pezoşların hoşuna gidiyor. Tecavüz bizde zevk eylemi anasını satayım. Adam 9 sene ceza alıp çıkıyor. Sonra sokakta şeyini sallaya sallaya dolaşıp kadına çocuğa şeyini gösteriyor. Benim bile başıma geldi en fazla 16-17 yaşındaydım. Adam sabahın köründe açtı şeyini gösterdi bana ya. Okul formasıylaydım bide.
Korkuyorum. Küçücük çocuklar var etrafımda. Birgün anne olacağım. Bir gün yakın çevremde biryerlerde böyle namus bekçiliği yapan biri karısını veya kızını öldürecek belki. Korkuyorum efendim ben bu işten.
Neyse... Uzatmayalım. Ali diye birisi önceki yazılarımdan birine yorum yapmış. Kendisine buradan benim namus kavramımı anlatayım. Benim namusum, entest ve yersiz ilişkiler yaşamamaktır. Çalmamak, çırpmamak, kimseye unutamayacağı eziyetler yapmamak, kimseyi dini, dili, ırkı, tercihi için yermemektir. Namus benim için ailemi korumaktır. Tecavüzcüler yüzünden yanımda bıçak taşımak zorunda olmaktır. Artık erkeklere güvenememektir. Benim bacağımın arasındaki yalnızca beni ilgilendirir. Bu bedeni yaradan bana emanet etti, yurdumun sözde, delikanlı seks manyağı hayvanlarına değil.

İkinci önemli gündemde şu ortalıkta dolanan evlilik teklifi.
İzlemeyen yukarıdan izleyebilir.
Yorum yapmak istiyorum ama ayarım kaçacak sanırım.
Kızın yerinde olsam sevgilim bana bunu izlettikten sonra karşıma alır konuşurdum.
"Sevgilim? Lafımı kesmeden beni dinle. Sen THY ile mi anlaştın hayatım? Niçin böyle güzel bir anımızı boktan bir para kazanma hevesi ile kirlettin? Bak ağlamıyorum. Sana THY sponsor olmuş hayatım, sen evliliğimizi satmışsın sevgilim. Şimdi bu evlilikten hayır gelir mi? Sen düğünüde birilerine sponsorlaştırmışsındır. Hem canım sevgilim, nereden bileyim ben senin her gittiğin ülkede on karıdan birini hoplatmadığını? Lan ben belki amerrikadaki biyeri çok görmek istiyodumda tam sen görmek istediğim biyerde lugatına sıçtığım bir lugatsıza kelime oyunu yaptırtmışsındır? Lan sevgilim ben böyle evlenme teklifine dalarım. Sen gez biz burda asker bekler gibi bekleyelim oldumu şimdi? Al o yüzüğü sok münasip biryerine hayatım. Seninle evlenmektense gider o adaların birinde mülteci kampı kurarım daha iyi. Bis.ktirol aşkım hayde."
Ve kadir kirişçi duygularıma tercüman olmuş...
Hepinizi seviyorum.

13 Nisan 2011 Çarşamba

''SİNEMA FİLMLERİNE DAİR''

0 kişi izah etti

Küçükken sokaklarda sürtmeyi pek sevmezdim.Ev kuşuydum diyebiliriz.Onun için 37 ekran bir televizyon karşısında büyüdüm.Yani bir bakıma beni Yeşilçam büyüttü.İtiraf etmeliyim ki bizim millet film yapınca ya çok iyi yapıyor ya da çok kötü,anlıyacağınız ortası yok.Küçükken bayıla bayıla izlediğim filmler denk geliyo bazen.Yer yer saçmalıklar olsa da ne biliyim o filmler ayrı bir sıcak.O filmlerde çocukluğumu buluyorum belki ondandır.
Bazen bilmem kaç tane oscar almış film diye izlemeye başlıyorum bir filmi.Yorumlarına bakıyorum herkes süper süper diye yırtmış kendini.Ulan film bitiyo, ne oldu şimdi burda diyorum.Başroldeki herif bir söz söylüyor,bir hareket yapıyo,yorumlara bakıyorum adamlar ne ince mesajlar almış o hareketlerden be.Filmin ilk on dakikasında filmi çözdüm diyenler bile var.
Ya arkadaş tamam Hollywood'da bu sinema filmi işini büyük bütçelerle yapıyolar anladık.Bizimkilerin yaptığı yüz film parasıyla onlar bir tane film yapıyo onu da anladık.Oscar ödülleri Dünyanın en prestijli ödülleri onu da anladık.Ya bazen saçma sapan filmlere bilmem kaç tane Oscar veriyolar,ince mesajlar var bu filmde diyolar ya ona deliriyorum.Ulan iki saat boyunca ne anlattınız burda siz diyorum bazen.Ve bu kadar Oscarı bu filmin neyine verdiniz.Bence o Oscar ödülleri filmi izlerken uyuyakalmayan izleyicilere en dayanıklı sinema izleyicisi Oscarı olarak verilmeli.
Oscar almış bir Türk filmi yok.Alması da zor gözüküyo zaten.Orhan Pamuk'da Nobel Edebiyat Ödülünü nasıl aldı malum.Amerika'ya yalakalık yapan bir film çekersek belki aday oluruz.Siz o Oscarı alın da neyse sizde kalsın.Sırf Amerika askerinin propogandasını yapıyo diye The Hurt Locker diye bir filme 6 tane Oscar veren bir ülkeden bahsediyoruz.Filmde Amerikan askeri birini vuruyo arkasından ağlıyo vurduğu adamın.Ulan bi terslik olmasın bu işte.Adam ağlıyacak siz vuracaksınız.Aslı böyle değil mi bu işin?
Bu ülkede de onların oscar alan filmlerinden kat kat güzel filmler çekildi.Mesela Şener Şen'in başrolünü oynadığı Eşkiya filmi.Aday bile gösterilmedi.Ben Eşkiya filmini onların bilmem kaç tane Oscar almış bilmem kaç tane filmine değişmem.
Ünlü yönetmen Nuri Bilge Ceylan, Cannes Film Festivalinde en iyi yönetmen ödülünü alırken çok güzel konuştu ama.Anlayan anladı ne demek istediğini. ''Bu ödülü birisine adamak istiyorum:Tutkuyla sevdiğim,yalnız ve güzel ülkeme...
Yerli filmler benim halen ilk tercihim.Ayrı bir sıcak bizim filmlerimiz.Amerikalıların yaptığı filmleri de izliyor muyuz evet izliyoruz.İyi filmlere ülke felan ayırt etmeden iyi deriz.Kötü filmlere ülke felan ayırt etmeden kötü deriz.
Onlar da umarım birgün ülke ayırt etmeden değerlendiriler iyi filmleri.