Dikkat! Bu sayfadaki tüm girdiler turkcell ve isbankası aracılığı ile şahsıma sağlanmış e-imza ile korunmaktadır.

Beni koruyun!

Beni Koruyun

3 Temmuz 2011 Pazar

Güneşin aynasında beğğn!

2 kişi izah etti
Müthiş şehir manzarasını bırakıp odalardan birine tıkılmak sendromunu sevmiyorum. Bu yüzden uyuyamıyorum zaten. Her sabah uyandığımda bugün çok yazacağım, artık bitirmem gereken projelerim var diyerek kendimi telkin etsemde sonuç yine sıfır. Yine alışverişe çıktım, alışveriş yaptım, bet bir surat, gudubet bir ses...

Eskiden nalbantoğlunda bir carrefour extra vardı, aybaşı gelince yakındaki mimarlık ofisinden çıkıp dümdüz gider, içeri dalar bol bol tütsü ve bir şişe cumartesi beyaz alırdım. Gece olunca bir kadeh koyar, sakin sakin içerdim. Sanırım içkiyle tanışmam o zamanlarda başladı. Aslında daha önceside var.
Sık sık içilmez şarap dediğin. Aslında hiç bir içki sık içilmez. İçkinin fazlası zarar, bunu unutmamak gerek. Her gece alemlere akan arkadaşlara hiç imrenmedim ilçedeyken. Bi kere çok tekinsiz. Eee, dışarda iç, eve gel, gelde nasıl geleceksin? Biri getirmeli... İnsanlar, özelliklede erkekler kızların kafayı bulmuş halinden çok istifade ederler.
Leonlara gittiğim zamanlar, -genelde kaldığım zamanlar diye düzelteyim- biz içerdik, leonda başımızı beklerdi. Gerçi ben hiç bir zaman tam olarak sarhoş olamazdım. Benden önce birileri mutlaka olur ve ben onların daima g.tünü kollardım. Oysaki bırak dağıtsın sünepeler, ama yok illaki sabah kimsenin canı yanmasın diye yapardım bunu.
Aslında leonu bu yüzden seviyorum. Adam kaçımızla uyudu, hatta bir keresinde 3 kızla aynı yatakta yatmak zorunda kaldı yinede kıçını dönüp uyudu. Erkeğin delikanlısı lazım değil bize, böylesi makul. Yine de az önce dediğim gibi, asla ama asla bir erkeğin yanında içmeyeceksin. İçeceksen bile paşa paşa taksini tutup evine gideceksin. Sanırım bu yüzden hep kızdılar bana.
Mesela balo gecesi. Gidip uyuyacak onca ev varken ben gecenin 3ünde taksime bir güzel binip yurda gitmiştim.
"Selaaaam bekçi, nağğberrr?"
-Zıkkım için içemeyesiceler.
"Söylenme kız bak paşa paşa geldim yurduma, baloya giden kaç kişi en güvenli yere döndü? Hepsi sevgilisinin koynunda."
-E kumralcığım, sende haklısın. Hadi defol git zıbar.

Neden gece gece alkolik anlarımı hatırladım bilmiyorum ama çok özledim o günleri. Bir kere kafadan özgürdüm. Annem o güveni sağlamıştı. İster yurda git ister arkadaşında kal ama mutlaka haber ver diyordu. Bende veriyordum. Aslında kimsenin böyle bir özgürlüğü yoktu. Herkes kaçıyordu, kaçmalıydı. Bu yüzden çoğu dağıttı. Başka türlü özgür olamıyorlardı çünkü.
Artık zamanın eski zaman olmadığını kabul etmek lazım. Yinede çok aşmadan kendini. Çağ değişti diye her gece başka mekanda sızanlara kızıyorum. Hayır yani, biyere gidip içip sıçıp dönmekte neyin nesi? Madem meyilin var al içkini gir evine iç. Ama yok, illaki maskara olacak.
Bugüne kadar yaşadığım her anın tatmin edici bir huzurla dolduğunu inandıramadım insanlara. Mesela sevgilimle biyere giderdim, gece dönmezdim, ya arabada uyurduk ya arabada uyurduk. Alırdık ne içeceksek, giderdik sahile gün doğana kadar omuz omuza dertleşirdik. Onun hep sorunları vardı, sakin kafayla düşününce hak veriyorum bazen. Sonuçta ailesine bakmak zorundaydı. Hayat ona zordu ve ben hayatını kolaylaştırmakla yükümlüydüm. Evlenmeyeceğimizi biliyordum zaten, umudunu kırmak istemiyordum. Ben bu evlilik olaylarında aileme birini kabul ettiremezsem evlenmem. Bin sevgili gider gelir, birini ana baba yerine koyamazsın. Bunu ne zaman şehir dışında yaşamaya başladım, o zaman öğrendim işte. Bu iş ergenlik tribine benzemiyor. Bazen eve gittiğimde dolabın tam takır olduğuna şahit olurdum. Babamın zaten eve doğru düzgün bir hayrı yoktu, annemde maaşlardan birini bana yolluyordu olduğu gibi. Hayat zor değildi, ben okuyordum nasıl olsa. Onların tek umudu bendim, bende çok şükür boş çıkarmadım umutlarını. Bitirmeme 2 aycık kaldı :)
Onun durumu benden beterdi. Çünkü okuyamamıştı. Evde çalışan tek kişi oydu. Evin kirası bilmemnesi, sigara parasını zor buluyordu bazen. Ama mutluydu, o zaman daha fazla huzur verebiliyordum ona. Sonra benim huzurum kaçınca onunkide kaçtı. Biz sahilde oturup dertleşirken omuzuma başını koyardı. O an bilirdim aslında, ya gözleri dolardı ya çok hüzünlenirdi. Benimle evlenebilmek içindi çabası. Aralıksız çalışıyordu. Çok yorgundu daha 24ünde. Onu askerdeyken beklemiştim, onun için başımı yerden kaldırmamıştım sırf laf-söz gitmesin diye. Herkes bize kesin gözüyle bakarken bir anda araya giren kara kediler bozdu işimizi. Bunu şimdi şimdi idrak ediyorum. Eskiden hep suçu onun üstüne yıkardım ama hayır, ben çok fevriydim. Aşırı heyecanlıydım. Takıntılarım vardı. Ama bende haklıydım. Korkuyordum ki hala korkuyorum. Yapı meselesi işte.
Şundan eminim; birdaha asla onu sevdiğim samimiyette kimseyi sevemem. Ha, evet yine severim. Çünkü sevmek zorundayım. Birinden ayrıldım diye yıllarca yas tutacak değilim. Ama onun sevgisi başka. Kardeş gibi, can gibiydi. Pislik yapmadı mesela hiç, onca sırrımı derdimi bilirdi. Üstelik çirkin bir kavgayla ayrılmıştık. Yine de elimden geleni ardıma koymayacağım demedi. Hep sustu. Her zamanki gibi. Hep özür diledi, "ne olur yeniden sev, böyle kaskatı kesilme" dedi. Dedi ama dinlemedim. Hayır zaten ben dinlesem içim dinlemiyor. Sanırım bana daha bir süre yalnızlık yolları var.
Şimdi ben içkiyle açtığım konuyu nasıl getirdim lan buraya? :D
Öyle işte. Bir duble rakı koyar, içine iki adet buz koyarsın. Önce parmakuçlarında başlar o uçuyormuşsun havası. Sonra bir duble daha yaparsın ama öyle paşa çayı gibi değil. Sert yaparsınki bir boka yarasın. Uyuşma bacaklarından gövdene süzülür. Üçüncü dublede o uyuşma başına vurur. Beriki şişenin dibini görsede ben görmem. Şişenin dibi berbat bunalımdayken görülür ki bir işe yarasın. Ben o üçüncü dubleyi daima yalnız içerim. Balkona kurulurum. Fondan piano sesleri çalar en acılı ritimleriyle. Başımı yıldızlara kaldırır düşünmeye başlarım.
-Yarın güzel bir gün olacak
-Asla pişman olma
-Kendinle gurur duy, çünkü hala insanları seviyorsun. Hiç kimse seni yaşamaktan soğutamaz.
Eğer içmemişsem sabah ezanını dinlerim. Hiç bir meyde bulunmaz o huzur emin olun. Çok saçma biliyorum. İnsan ya öyle olur yada böyle. Ama unutmayın ki, hiç kimsenin yaşamınıza, düşüncelerinize, fikirlerinize ve karakterinize saldırma hakkı olamaz. Siz, sizsinizdir, daima. Hani takma akılla akıl olmaz derler ya, asla olmaz, o söz bir mecaz değil gerçeğin ta kendisi. Ne hissediyorsanız onu yapın. Kimsenin verdiği akıl, söylediği söz umurunuzda olmasın. Kimseye kendinizi kabul ettirmeye çabalamayın. Mutlaka emek verecek ekstra bir işiniz olsun. Altında sizin imzanız olan, ister kötü ister iyi bir şey için hep çabalayın. Kadın olun erkek olun, siz kendinizi bir hissettiğiniz takdirde kimse için ayrı gayrı olmazsınız.

Bugünlerde herkes örümcek kafalı kesildi zaten. Okuma, yazma, konuşma, düşünme, şöyle yap, böyle et... Sanki aşımı mideme sokuyor densiz. Düşünmeden kurulmuş parça pinçik cümleler... Toplanamamış, oluşturulamamış fikirler... Kişiliği oturmamış yazılar... Neye inanacağını bilmeyen beyinler...
İnternete girme veya blog yazma yaşı 20 olmalı. Çünkü gerçek karakteri olmayan, kendini beğenmiş tipler yüzünden blogumun yorum sayfası çöplük oldu. Bazı insanlara istediğin kadar siktiri çek, sokacak bir delik bulma umuduyla kıvranırlar ya, aynı o hesap. Akıl alma yaşımı geçtim. Çok oldu. Keşke benimde hayati tecrübem sevgililerimle kavgalarımdan ibaret olsaydı. Biz dışarıdaki dünyadan haberdar değiliz. Kafana ibnemsi puştumsu bir bandana takıp, gözlükleri gözüne sokup, yandan öpücük vermeyle olsaydı dantelliğimiz, ohooo yok satardık anacım. Neyse işte. Bırakın beni, gidin biraz kitap okuyun, ama safi mealleri okumayın. Mesela ben bugün herkese yan kolondaki okuyorum gadgetında resmi duran kitabı tavsiye ediyorum. Gerçi çok eski, çoğu insan okumuştur. (Umarım) Ben konusundan çok etkilendim. Ağlayarak okudum diyebilirim. Aklı şeyinde olmayanlar okursa daha iyi olur tabi.

Aslında 2 bu gecede adam gibi uyuyamamamın bir nedeni var. Alt sokakta vahşet vardı. Konusuna girmek istemiyorum. Sadece çocuklara uzanan eller kırılsın! Başkada yorum yok.