Dikkat! Bu sayfadaki tüm girdiler turkcell ve isbankası aracılığı ile şahsıma sağlanmış e-imza ile korunmaktadır.

Beni koruyun!

Beni Koruyun

26 Nisan 2011 Salı

UZUN EŞEK MESAİSİ...

2 kişi izah etti
Amacımızın aslında uzun eşek oynamak felan değildi bugün. Amacımız, ebesinin nikahındaki çalışma atolyesine gidip alçı dökmekti. Normal insanlar bir birini görünce selamlaşır hal hatır sorar. Ama biz normal miyiz? Atolyede tanıdık arkadaşları görür görmez, layn altı kişi bulun mına goyim uzun eşek oynuyacazla direk lafa girildi. Tüm bu olanlar sınıf arkadaşım antalyalı'nın başının altından çıktı. Geçen senelerde de uzun eşek oynamış, tahminim o günlerden kalma bir beyin hasarı kalmış kendinde. Neyse araya araya uzun eşek takımını kurduk. Tanıdıklarımız da ev arkadaşlarım peh. Ben zayıf olduğum için en ön sıraya geçtim tabii. Ama işler mi be. Herifler füze gibi. Ayak, bel veya kolumun kırılmadığı için şanslıyım. Laf aramızda ilk atlayışımda hamlıktan olsa gerek eşekden düştüm. Hiç yakıştıramadım kendime.
Biz birbirimizin üstüne zıplarken etrafta cep telefonuyla bizi çekenler de vardı. Tahminim gece yatarken bakıp bakıp gülecekler.
Kol sürtülmesi, boyun zedelenmesi, ayak burkulması en önemlisi bel incilmesi gibi şeyler hafiften oldu ama hafiften. Bunlarda oyun oynarken aklımda kalan komik tepkiler,
Antalyalı- Ya mına koyim nerenle atlıyon sen, nerenle atlıyon, g.tünün kemiği çat diye belime vurdu, nasıl atlayıştır bu mına koyim ya!
Yastık- Yavaş olun lan ahhh testestoranlarım.
Erzurumlu- Ah müdür belimi tırmıklama lan atlarken, yırtın yırttın, bak ya nasıl tırmıklıyo mına kodum.
Trabzonlu: Senin kafanın ne işi var lan ben atlarken orda, kafan çıkdı birden ben napıyım lan!
Ordulu: Yav niye çift diye bağırıyon mına koyim senin ya ben tek diycektim yat! ezecekler şimdi gene yat!
Daha daha neler. Güzel oyundu, güzel vakit geçirdik, çocukluk yıllarımızı hatırladık, düştük, kaltık, tartıştık, güldük, kazasız belasız bir uzun eşek oyununu daha sonlandırdık. Daha nice uzun eşek oyunlarına...

20 Nisan 2011 Çarşamba

Heyy! Hepimiz aynı yerden geliyoruz. Öhmmm!

4 kişi izah etti
Bir gün içerisinde yazacak bu kadar çok şeyin çıkmış olması ilginç. Ama önce daha evvelki günlerden bahsedeceğim.
Bloga yazmadığım günler içerisinde, sanırım 1-1 buçuk haftayı geçmiştir, hiç birşey olmadı. Lanet olsunki bu blogu tanıdık bir kaç kişiye verdiğim için şuan istediğim gibi dedikodu yapamıyorum. Tabi buna leoncuğum ve diğer iki kız arkadaşım dahil değil. Zira derdim onlardan yana değil.
Yazma kabiliyetim, Türkçe'yi düzgün kullanma arzum çok takdir alıyor çevremden, sağolsunlar. İlk defa yakın çevremden birilerine buranın adresini verdiğim için pişman oldum. Ne güzel takılıyoduk lan ver veriştir kıvamında... :)
Dediğim gibi bir kaç haftadır ablamla ara sıra alışveriş krizi, kitap okumak, dizi izlemek dışında bir bok yiyemedim. Geçenlerde arkadaşımın sevgilisi geldi istanbuldan, onun şamatası vardı çünkü onu ben aldım terminalden ve arkadaşıma doğum günü sürprizi yaptım. Amanda aman. Aferim bana.

Bugün çıkan malzeme aslında o kadar önemli şeyler değil ama yorum yapmam lazım yoksa rahat uyku uyuyamam bilirsin.
Siminya bloggercancım bir yazı yazmış. Bu kız ne zaman ahlak ve namus konusunda yazsa içimde sancılar hissediyorum. O kesimin iyi bir konuğu. Konuk diyorum çünkü içten içe inanıyorum o kuytudan kurtulacağını.
Neyse, yazısını üstte belirttiğim bağlantıdan okuyabilirsiniz okumamış olanlar için... Kendisi yine sivri dili ile namus konusunu eleştirmiş.
Bu konu hakkında biraz yorum yapmak istiyorum.
Namus nedir ona bakalım önce. Türk Dil Kurumu'na göre; "Bir toplum içinde ahlak kurallarına karşı beslenen bağlılık" ve "Dürüstlük, doğruluk" olarak tanımlanmıştır. Buradan bakılacak olursa türk dil kurumunun yorumuna göre ahlak kurallarının tamamını benimsemiş ve dürüstlüğün namus kavramı içinde önemli bir unsur olduğunu özellikle vurgulamış. Aynı kaynakta islami taraflarındanda bahsediliyor elbette ama hiç bir sözlük, ansiklopedi bundan bacak arasındaki şehvetin kötüye kullanılması (o ne demekse artık) olarak nitelendirmiyor.
Ahlak kurallarına beslenen bağlılık güzeldir. Nedir bunlar? Kimseyi ezmemek, kırıcı olmamak, insana saygı ve hoşgörü göstermek, eşler arasındaki sadakat, insanların malını gaspetmemek, ırza geçmemek gibi daha otursam sabaha kadar sıralayabileceğim türden olgular. Bugün ülkemizde ve birsürü ülkede yapılan bacakarası bekçilik (bana göre bu namus bekçiliği demek değildir) çoğunlukla erkek cinsinin yaptığı şeydir. Kadın yapan hiç görmedim, varsada Allah ıslah etsin derim.
Bana göre kadın mal değildir. Alınıp satılamaz. Kadın saygı görmesi gereken bir varlıktır ve hiç bir erkek onun ulaştığı ve bilimin önünde saygı ile eğildiği doğum safhasından başarılı çıkamaz. Zira eğer erkek bir an o sancılardan tek birini yaşasa sağ kalamazdı. Yobaz erkeklere sesleniyorum, sadece bunu yaşasanız kadınlara köle olurdunuz.
Ben bu konuya burada kaç kez değindim bilmiyorum ama hala bir erkeğin çıkıp bir kadına bakire değil diye orospu demesi çok içimi acıtıyor. Şunu takdir ederim, bir kadın sadakatten uzak entest ilişkiler yaşıyor ve bundan takdir görmek istiyorsa bu yanlıştır. Ve bence bu erkek içinde yanlıştır. Bunu kadınlara mal etmek utanç verici.
Bir erkek kendini bana göre, bir kadınla, ortada nikah yokken teslim ediyor, sonra bunu zevk sefa meselesi haline getirip bulduğu her deliğe inim inim inleyerek kayıyorsa, arkasından gidip bana el değmemiş, başı kapalı, evinden çıkmayan bir kız bulun derse ben onun afedersin ama mına korum. Lan adam önüne gelen kıza orospu orospu diyor ama tekmili birden en az 50 kızla yatmışsa o direk damgalı orospu oluyor onu ne yapacağız? Mirim bunlar bizi salak sanıyor. Çıktığım her adam, çıktığı kızların bolluğu ile övünüp benim çıktığım adamların bolluğu ile yerindi. O erkek, o yapar, onun namusuna! laf gelmez. Kadın olan benim. Ortalık eşkiya kaynıyor, açık giyinme tecavüz ederler, makyaj yapma orospu derler diye diye özgüvenimize dikey girdi bunlar. Zaten bir çoğu dile getirmez ama içten içe bizim özgüvenimizi yıkıma uğratmak ister. Amaç her anlamda budur. Kadın dediğin fırt fırt doğursun zaten, ne gerek çalışmasına okumasına değil mi? Bakire bakire bekleşsin evinde.
Nefret ediyorum. Seks sevilerek yapılacak birşeydir. Bu orospu çocukları yüzünden kadınların yüzde doksanı hayatında bir kez bile orgazm yaşamıyor. Zorla sevişmek, acı çektirmekte bu pezoşların hoşuna gidiyor. Tecavüz bizde zevk eylemi anasını satayım. Adam 9 sene ceza alıp çıkıyor. Sonra sokakta şeyini sallaya sallaya dolaşıp kadına çocuğa şeyini gösteriyor. Benim bile başıma geldi en fazla 16-17 yaşındaydım. Adam sabahın köründe açtı şeyini gösterdi bana ya. Okul formasıylaydım bide.
Korkuyorum. Küçücük çocuklar var etrafımda. Birgün anne olacağım. Bir gün yakın çevremde biryerlerde böyle namus bekçiliği yapan biri karısını veya kızını öldürecek belki. Korkuyorum efendim ben bu işten.
Neyse... Uzatmayalım. Ali diye birisi önceki yazılarımdan birine yorum yapmış. Kendisine buradan benim namus kavramımı anlatayım. Benim namusum, entest ve yersiz ilişkiler yaşamamaktır. Çalmamak, çırpmamak, kimseye unutamayacağı eziyetler yapmamak, kimseyi dini, dili, ırkı, tercihi için yermemektir. Namus benim için ailemi korumaktır. Tecavüzcüler yüzünden yanımda bıçak taşımak zorunda olmaktır. Artık erkeklere güvenememektir. Benim bacağımın arasındaki yalnızca beni ilgilendirir. Bu bedeni yaradan bana emanet etti, yurdumun sözde, delikanlı seks manyağı hayvanlarına değil.

İkinci önemli gündemde şu ortalıkta dolanan evlilik teklifi.
İzlemeyen yukarıdan izleyebilir.
Yorum yapmak istiyorum ama ayarım kaçacak sanırım.
Kızın yerinde olsam sevgilim bana bunu izlettikten sonra karşıma alır konuşurdum.
"Sevgilim? Lafımı kesmeden beni dinle. Sen THY ile mi anlaştın hayatım? Niçin böyle güzel bir anımızı boktan bir para kazanma hevesi ile kirlettin? Bak ağlamıyorum. Sana THY sponsor olmuş hayatım, sen evliliğimizi satmışsın sevgilim. Şimdi bu evlilikten hayır gelir mi? Sen düğünüde birilerine sponsorlaştırmışsındır. Hem canım sevgilim, nereden bileyim ben senin her gittiğin ülkede on karıdan birini hoplatmadığını? Lan ben belki amerrikadaki biyeri çok görmek istiyodumda tam sen görmek istediğim biyerde lugatına sıçtığım bir lugatsıza kelime oyunu yaptırtmışsındır? Lan sevgilim ben böyle evlenme teklifine dalarım. Sen gez biz burda asker bekler gibi bekleyelim oldumu şimdi? Al o yüzüğü sok münasip biryerine hayatım. Seninle evlenmektense gider o adaların birinde mülteci kampı kurarım daha iyi. Bis.ktirol aşkım hayde."
Ve kadir kirişçi duygularıma tercüman olmuş...
Hepinizi seviyorum.

13 Nisan 2011 Çarşamba

''SİNEMA FİLMLERİNE DAİR''

0 kişi izah etti

Küçükken sokaklarda sürtmeyi pek sevmezdim.Ev kuşuydum diyebiliriz.Onun için 37 ekran bir televizyon karşısında büyüdüm.Yani bir bakıma beni Yeşilçam büyüttü.İtiraf etmeliyim ki bizim millet film yapınca ya çok iyi yapıyor ya da çok kötü,anlıyacağınız ortası yok.Küçükken bayıla bayıla izlediğim filmler denk geliyo bazen.Yer yer saçmalıklar olsa da ne biliyim o filmler ayrı bir sıcak.O filmlerde çocukluğumu buluyorum belki ondandır.
Bazen bilmem kaç tane oscar almış film diye izlemeye başlıyorum bir filmi.Yorumlarına bakıyorum herkes süper süper diye yırtmış kendini.Ulan film bitiyo, ne oldu şimdi burda diyorum.Başroldeki herif bir söz söylüyor,bir hareket yapıyo,yorumlara bakıyorum adamlar ne ince mesajlar almış o hareketlerden be.Filmin ilk on dakikasında filmi çözdüm diyenler bile var.
Ya arkadaş tamam Hollywood'da bu sinema filmi işini büyük bütçelerle yapıyolar anladık.Bizimkilerin yaptığı yüz film parasıyla onlar bir tane film yapıyo onu da anladık.Oscar ödülleri Dünyanın en prestijli ödülleri onu da anladık.Ya bazen saçma sapan filmlere bilmem kaç tane Oscar veriyolar,ince mesajlar var bu filmde diyolar ya ona deliriyorum.Ulan iki saat boyunca ne anlattınız burda siz diyorum bazen.Ve bu kadar Oscarı bu filmin neyine verdiniz.Bence o Oscar ödülleri filmi izlerken uyuyakalmayan izleyicilere en dayanıklı sinema izleyicisi Oscarı olarak verilmeli.
Oscar almış bir Türk filmi yok.Alması da zor gözüküyo zaten.Orhan Pamuk'da Nobel Edebiyat Ödülünü nasıl aldı malum.Amerika'ya yalakalık yapan bir film çekersek belki aday oluruz.Siz o Oscarı alın da neyse sizde kalsın.Sırf Amerika askerinin propogandasını yapıyo diye The Hurt Locker diye bir filme 6 tane Oscar veren bir ülkeden bahsediyoruz.Filmde Amerikan askeri birini vuruyo arkasından ağlıyo vurduğu adamın.Ulan bi terslik olmasın bu işte.Adam ağlıyacak siz vuracaksınız.Aslı böyle değil mi bu işin?
Bu ülkede de onların oscar alan filmlerinden kat kat güzel filmler çekildi.Mesela Şener Şen'in başrolünü oynadığı Eşkiya filmi.Aday bile gösterilmedi.Ben Eşkiya filmini onların bilmem kaç tane Oscar almış bilmem kaç tane filmine değişmem.
Ünlü yönetmen Nuri Bilge Ceylan, Cannes Film Festivalinde en iyi yönetmen ödülünü alırken çok güzel konuştu ama.Anlayan anladı ne demek istediğini. ''Bu ödülü birisine adamak istiyorum:Tutkuyla sevdiğim,yalnız ve güzel ülkeme...
Yerli filmler benim halen ilk tercihim.Ayrı bir sıcak bizim filmlerimiz.Amerikalıların yaptığı filmleri de izliyor muyuz evet izliyoruz.İyi filmlere ülke felan ayırt etmeden iyi deriz.Kötü filmlere ülke felan ayırt etmeden kötü deriz.
Onlar da umarım birgün ülke ayırt etmeden değerlendiriler iyi filmleri.

10 Nisan 2011 Pazar

''PLASEBO ETKİSİ''

2 kişi izah etti
Plasebo farmokoloji dilinde etkisiz demekmiş.Örneğin; ya hastalık hastası olan insanlara ya da ölümcül hastalara boş kapsüller yutturulur,bu ilaç sana iyi gelecek denirmiş.Bu insanlar kafalarında kurduğu için ilacın iyi geleceğini belirli bir iyileşme gözlemlerlenirmiş bu hastalarda.Bu hiçbir iyileştirme özelliği bulunmayan kapsüller hastanın kendi kendini telkin etmesi sayesinde işe yaradığı için bu etkiye de plasebo etkisi denmiş.

Hayat da aynen böyle değil mi zaten? Hayatın dar sokaklarında her çıkmaza girdiğimizde bizde placebo etkisi yaratacak boş kapsuller hayallerimiz değil mi sanki?

Bazen hayaller gerçek olur tabii.Ama çoğu zaman boş çıkar.Bilemeyiz ki hangi kapsül dolu hangisi boş...

Ben de çoğu zaman hayaller kurarım tabii.Sırf tam emin olamadığım için kapsüllerimin boşluğundan hafiften bir plasebo etkisi canlandırır beni,hayatı biraz daha çekilir kılar bu etki,ite kalka devam ederim yoluma...

Evet avuç avuç boş kapsuller tüketiyoruz yaşamak için.Avuç avuç hayaller tüketiyoruz.Bilmediğimiz için sırf bilmediğimiz için bu kapsullerin hangisinin boş olduğunu,kendi ruhumuzu kendimiz iyleştirip devam ediyoruz...

Bazı zamanlar anlarız en güvendiğimiz kapsülün başından beri boş olduğunu.Ama durmayız,onun yerine yeni renkli bir kapsul daha ,olmazsa bir daha bir daha...

Benim küçük,renkli,boş kapsüllerim bağımlınızım...


7 Nisan 2011 Perşembe

Justin Bieber memleket meselesi oldu!

2 kişi izah etti

Bildiğiniz gibi son 2 senedir Türkiye'de aşırı derecede bir ergen ayaklanması yaşıyoruz. Hatta artık o kadar azgın bir ergen kitlesine sahibiz ki, kendilerini kendilerini 3e katlayacak kadar yaşamış insanlara bu kadar arabeskçe, aptalca ve tabiri caizse, kendilerini bir halt zannederek yaklaşmaları beni üzmeye başladı. Klişe lafları etmeyeceğim. Gençlik bir yere gitmiyor. Anneler bir dönem çocuklarını o kadar az emzirdiki, çocuklar aptal oldular.
Konu Justin Bieber. Kendisi 94 doğumlu bir veled. Yani 17 yaşında. Adam internete attığı videolarla meşhur olmuş ve şimdi resmen ergenlerimizin vücudunda dolaşıp, çoluk çocuğun üstünde deli gibi bir büyü yaratmış durumda.
Önce 2 nisanda okanın programında yayınlanan şu videoyu yorumlamakla başlayacağım. Lütfen videoyu izleyin.


"Çocuğun sadece facebook sayfasında 25 milyon hayran var. Gerçekten böyle dalga geçilecek düzeyde biri olsaydı, bu kadar insan hayran olmazdı. Bizim ülkede ünlüyüm diye piyasada geçinenler, videodaki şahıs gibi (okandan bahsediyormuş) anca böyle şeylerle uğraşırlar zaten. Adamlar orda dünyayı sallasınlar bu yaşta, bizimkilerde böyle kendi çaplarında laf sokmaya çalışsınlar ülkemizdeki 13 yaş altı kızlara. Şöyle bir söz var, kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş. İnsanlardak büyüklük kibirini anlayamıyorum. Kendilerinden bu kadar küçük birinin sevilmesini kaldıramıyorlar ve bunu da kabullenemiyorlar. Sonra sözde özür dilemek için bir video yapıyorlar ama özürleri kabahatlerinden büyük. Justin fanlarını küçük görüyorlar, sadece yaş bakımından değil her açıdan. Şunuda belirtmeliyimki diğer ülkelerdeki kadar olmasada bizim ülkemizdede 18 yaş üstü Justin fanları var. Justin fanları 13 yaş altı ile sınırlandırılmamalı..." diye devam ediyor. Aslında bu yazıyı okanında söylediği gibi bekleyip bu hafta mektubun tamamını dinleyince yazacaktım ama sabredemedim.
Şimdi...
Yahu benim akılsız kızım. Justin sana para mı veriyor? Şöyle bir facebook fan sayfalarına göz gezdirdim. Okul çağındaki çocuk, resmen o küçücük adamın aşk hayatından tut, giydiği dona kadar resmen pür dikkat ve deli gibi takip ediyor.
Size ekmeğinizi o küçük adam mı veriyor?
Bizde genç olduk arkadaş. Bizde çocuk olduk, bizde ergen olduk. Biz anamızın karnından +18 çıkmadık ki... Bu ne saçmalıktır?Çocuğun 25 milyon hayranı varmış. Bu çok kaliteli biri olduğunu mu gösteriyor? Adam o yaşta karıları ayaküstü götürüyor sizede magazin servisliği yapmak düşüyor. Adamın 25 milyon hayranı var diye dalga geçilmemesi, eleştirilmemesi gibi bir yasak falan mı söz konusu?
Bizim ülkemizde bir Zülfü Livaneli, bir Yavuz Bingöl, bir Sezen aksu, bir Candan Erteçin var... Sen gidip demet akalını izliyorsan bizim kitlemizin ne suçu var? Bu protesto yazısını yazan ergen kimse onunla oturup bu konuyu yüz yüze konuşmak isterdim. Gerçekten titremeye ve kendine gelmeye ihtiyacı var. Kaliteli iş sahneye çıkıp iki kıvırmakla, iki seksli düzmeli sevişmeli şarkı söylemekle olmaz sayın ergenler. Muhattap aldıkları şahsın Ağır Roman filmini yapan, ben daha onlar kadarken sabahlara kadar programını izlettirebilen, fikirleri önünde saygıyla duracağımız bir adam. Bu adam pazartesi geceleri insanlara bir faydası olsun diye ülkeye müthiş bilgi kaynağı bir program yapıyor. Kimse aslında Justin'i yadırgamazdı bu küçümenler kavga küfür adamı savunmasalardı. Sen 13-17 yaşında insansın, otur bi dünya klasiği oku, bi belgesel izle, bi film izle... Senin ne haddine 45 yaşında adama küfür etmek? Belki Okan bunlara tek tek dava açsa hepsini tazminatlarla kazanır, oda işte bunlar küçük, akılları başlarına gelir diye yapmıyor. Bu ne asalaklıktır arkadaş böyle? Adam bunları şikayet etse ana babalarından meydan dayağı yerler... Hiçte korkmuyorlar yahu.
Anlayamıyorum, biz böyle değildik. Tabi aslında burada ailenin suçu büyük. Çocuk okumayı söktüğü gibi eline cep telefonu verirsen böyle olur. Sen çocuğun yanında hüngür şakır dizi izlersen böyle olur. Sen çocukla karşılıklı kitap okumazsan, bi belgesel, bi film izlemezsen geleceğimizi temsil edecek 17 yaşında ablak suratlı herifin birine hayran olurlar. Bu adamlar ileride okuyacak, kültürlü olacaklar, ülkeyi yönetecekler. Allahtan arzum şudur ki, bu bebelerin bizi yönettiği günleri görmeyeyim. Ciddiyim.
Bilmiyorum. Ben 17 yaşındayken Yavuz Bingöl'e aşıktım. Gece gündüz Kardeş Türküler, Ezginin Günlüğü dinlerdim. 13 yaşındaydım Deniz Seki'yle ağlar, Sean Paul'la coşardım.
Ağır Roman'da aşkı buldum, 72. koğuşun son versiyonunda ağlama komasına girdim, az daha hastanelik oluyordum. Buket Uzuner okudum. Nazım Hikmet'te kendimi buldum, Mevlana'dan feyz aldım. 40-50 yaşında değil, 21 yaşındayım. Biz hayranlıklarımızdada, aşklarımızda da düzeyli ve gururlu davrandık. Kimseyle tartışırken küfretmedik, yaşımızı, konumumuzu bildik.
Şimdi bir iddia. En fazla 5 yıl veriyorum. Çocuk yaşta ünlü olmanın cezası, iğrenç uçta barlarda, kadehlerde ve keyif verici maddelerde son bulacak. Hep böyle oldu. Para insana herşeyi yaptırır.

Yazının b.ku çıksın mı?
Sizden tek bir ricam var küçük kardeşlerim. Yaşınız geçtikçe siz bunları zaten anlayacaksınız ama küçük bir hatırlatma... Bir sabah uyanacaksınız. Vücudunuz tutmuyor, nefes alamıyor olacaksınız. Perdeler sımsıkı kapanmış olacak. Bir sevgiliyi, bir sevdiğinizi (herhangi birini) sonsuza değin kaybetmiş olacaksınız. O an değil Justin Bieber, ailenizin bir ferdi bile aklınıza gelmeyecek. Mideniz bulanacak, karnınız ağrıyacak. Bu duyguyu mutlaka tadacaksınız.
Ya da, ayrılıklar, deli aşklar yaşanacak, bitecek... Saatlerce bir şehri boş boş tavaf edeceksiniz. O an yine bu herifi hatırlamayacaksınız acınızdan.
Ya da babanız iflas edecek, dolabınız boşalacak... Aç, susuz... Yine olmayacak.
Kültürünü yıprattığınız ülkede savaş çıkacak ve siz evinizin dibine düşen bombaları duyacak, korkacak, ağlayacaksınız. Gözününüzün önünde birilerinin kanları fışkıracak ve Justin bieber en korunaklı mekanda buzlu badem keyfinde olacak.
Bazı şeyler geçici olur. Bu adamda onlardan biri. Kimsenin aklı ister beş yaşında olsun ister 65, herşeyi algılayabilir. Allah sağlık versin, Allah insana ölüm ayrılığı vermesin. Kimse yaşı için, hayranlığı için küçümsenmez, küçümsenemez. Ama sen hayranlığı 24 saatine entegre eder, kendinden kat kat büyük insanlara komiklik olsun amacıyla eleştiri yapmış diye küfredemezdin. Adam bu, insan aklı, dengesi... Bir gün küfrettiğin adam sinirlenir, kızar, delirir sana ve ailene bir dava açar, ne ailen kalır ne sen. Küfür etmek suçtur. Sen padişahın kızı/oğlu değilsin. Kimseyi küçümseyemezsin, istediğin gibi ahkam kesemezsin. Ayağını kaydırırlar adamın. Kendine saygın madem yok, bari ailene, çevrene olsun.
Saygı-Sevgilerimle...

4 Nisan 2011 Pazartesi

Yeni sevgilim, hadi eve gidelim :P

4 kişi izah etti
Sizlere bu yazımı, vici'den yazıyorum. Acayip bir manzara var dağ yolunda. Gerçi eminim akşam daha güzel olacak. Berkecan adındaki yeni sevgilim daha gündüzden yağdırmaya başladı Chateau Lafite'i. Aman Allah'ım ne müthiş bir içim. Ayrıca rengide tam sevdiğim kırmızı. Tabi 1870 şarabı bir başka güzel.
Bugün hava çok kötüydü. Yani aslında x5'imden indiğim zaman acayip üşüyorum. Mont giymeyide hiç sevmem. Hastanenin yolunu tutarken arabamın deposunu fullettim. Birde hastanelerde randevulardan 5-10 dakika sonra almıyorlar mı? Deli oluyorum şekerim, anlatamam. Altı üstü ilaç yazacaksın, insan iki tetkik için 1 buçuk saat bekletilirmi? Verdiğim yüzlerce liraya yazık. O yüzlerce lira babamın dakikalarına mal oluyor, sanki parayı sokakta buluyoruz.
Neyseki Berkecan var. Onunda babası büyük bir firma yöneticisi. Sırf istedim diye, teee fransalardan buldu şarabımı. Ay çok şeker!
Ay birde bugün ne oldu biliyormusun tatlım, kırmızı yanarken yanımda bir otobüs durdu. Tıklım tıklım insan kaynıyor. Ayol insanın kırılmadık kemiği kalmaz o araçlarda, gözlerim doldu. Dışarıda yağmur yağıyordu, insanlar nasıl yürüyecekler o yağmurda... İyiki babam var, çekti altıma x5imi, ne yağmur ne kar, iki dakikada ısınıveriyorum.
Birde şekerim tırnağım kırıldı arabamın kapısını kapatırken, mecburen roma haire gitmek zorunda kaldım. 15 dakika beklettiler beni. Ben o 15 dakikada bir kadeh şarap içer, demet akalının aşk hayatını takip ederdim. Kültürüm bu kuaförler yüzünden köreliyor.
Birde son zamanlarda nükleer diye birşey çıktı başımıza. Japonyada olmuş. Neyseki babam var, bizi nükleerin giremeyeceği güvenli bir yere götürür nasıl olsa, hahayyy, hayat bana güzel!
Berkecan beni eve götürmek istiyor sanırım. Bu fırsat kaçmaz bebişim. Gencim, güzelim, yaşım genç, hayatı her şekil yaşamak lazım. Hem Berkecanda tatlı çocuk. Çok seviyorum onu, ihi :)
Şimdilik bu kadar, şarabımın tadını çıkarmak istiyorum. Ay bak aklıma yine otobüs geldi, sanırım ağliyyycaaağğğmmmm!
Şaka lan şaka!
İnanırmısın götüm donuyor. Kaloriferleri açsam annem gene tiz sesiyle "niye açtın kızım, parayı sokakta mı bulduk? 20 sene tuvalet yıkadım ben sizi okutmak için" le sıraladığı klişe cümleleri kuracak ve ben mazbut bir halde 3 gün soğuktan öleceğim onun etkisinden çıkamadığım için. En iyisi soğukta oturmak.
Az önce türlü yedim. Kim kaybetmiş Chateau Lafite'i de ben bulcam lan, köpek öldüren neyine yetmiyo gavurun gızı diyorum kendime şuan. Özel hastaneye gittim diye içim acıdı. Ama mecburum, tedavi olmak zorundayım ve doktorum onkolojiden özele geçti. Bütün tetkiklerimi aynı kadın yaptı ve devlet hastanesinin doktorlarına oranla daha bi şeker. Ayrıca metrodan bir durak erken indiğim için 20 dakika yürüdüm hastaneye ve sanırım tabanlarım su topladı. Hava soğuk ama işlemiyor gayri. Ha, bir sevgilim bile yok? Umurumda mı peki, dağılın ulen, ne umurumda olacak. Kıran girsin topunun köküne.
Perşembe günü 3 araç değiştirerek okula gideceğim. Yeminle artık o yolları dön allah dön içim bayıldı.
Bir an önce iş hayatına zıplamam gerek, zira gerçekten çok masraflı olmaya başladım, hastanedir doktordur derken.
Neyse şekerim, bu yazıyı yazmazsam içimde kalacaktı. Gidip kitap okuyacağım. Bünyem daha fazla siniri ve ukalalığı kaldırmayacak.
Öpüldünüz.
Dipnot: Zengin değilim. Param yok. Ayrıca insanlardan ve olanlardan korkuyorum.

2 Nisan 2011 Cumartesi

Çıkar aheste aheste...

1 kişi izah etti
Çok vefasızsınız çok!
İnsan bir kaç yorum attırır şuraya. Boş beleş yazıyorum yazıyorum bi tek yorum yok... Hani bi kızın resmi vardı face'te dolaşan... Bütün numaralara çağrı atıyor, kimse dönmüyor, sonra intihar ediyor kimse beni sevmiyor diye. Vallahi öyle yapacağım... Acaba benimdemi halka açıklığım gizli?
Neyse...
Perşembe günü benim bahçekapısının doğum günü idi. Bi bok yiyip doğum gününü kutlamak gibi bir salaklık yaptım. Ay kutlamaz olaydım...!!
Aslında yaşanan olayı ballandıra ballandıra anlatabilirim. Ama içimde kalan bir parça hümanist kumrall'a saygım var.
Bunu bizim orda bi temiz dövmüşler geçen hafta. Girmemesi gereken bir sokağa girmiş. Aslında dövmüşler demek az kaçar. Linç etmeye çalışmışlar. Arabasına yüksek miktarda hasar vermişler. Kafasını büyük taşlarla yarmışlar, burnu kırılmış... Bu olay evime bi kaç yüz metre mesafede olmuş.
Aklına hemen ben gelmişim. Kumrall'ın ahları tutuyor bana demiş.
Normal... Benim ahlarım tutuyor zira.
Bu kadar mı acımasızsın, hiç üzülmedin mi dersen?, üzülmedim. Sadece acıdım. Gerçi o adam acınmayı bile hak etmiyor. O bana acımışmıydı sanki? Hayır...
Kinci değilim, bu onun doğum gününü kutlamamdan bile anlaşılır. Bu inceliği yaptım.
Uzun uzun konuştuk. Benden devamlı helallik istedi, işlerim rast gitmiyor, çok mutsuzum dedi. Senin ahların artık beni aştı dedi. Ben ona ah etmiştim, her ne kadar içi rahatlasın diye sana ah etmedim behçekapısı desem bile, etmiştim, kabul ediyorum bunu. Hatta o araba kafanda paralansın inşallah demişliğim dahi vardır. Ha dersen, bu adam senin canını bu kadar pis mi yaktı diye, evet pis yaktı. Telafisiz bir şekilde canımı acıttı. Bunlardan uzun uzun bahsedemem, zira bu benim özelime fazlası ile girmekte... Ve benim canım yanınca illaki çıkıyor. Maksadım, safım, iyiyim, bana kötülük yapan cezasını bulur ahkamı kesmek değil, böyle triplere hiç girmedim bu güne dek. Her zaman Allah'ım sen bilirsin! demişimdir. Allah'ım bilir. Onun adaletine hep güvendim, bir saniye bile, en kötü anlarımda bile adaletine isyan etmedim. Ha 5-6 ay, ha 10-15 sene sonra çıkar yapılan kötülük, biliyoum bunu.
Bu seferki ah tutmaları çok arka arkaya oldu. Birazcık üzüldüm, çok azıcık... Ama genel olarak hala içten içe hakkımı helal etmedim adama, sadece Allah'ın adaletine bıraktım olayı artık. O nasıl biliyorsa öyle yapsın. Uğraşacak halde değilim.
Konuşmamızın sonuna doğru kafasına aldığı darbelerden olsa gerek, biraz abarttı yine, konuyu saptırdı, söylediklerimden kendine göre manalar çıkarmaya başladı... Hemen kapattım. Artık onunla uğraşamıyorum, kaldıramıyorum, sürekli aynı şeyleri başa sarıp sarıp kendimi ifade etmeye çalışmaktan yoruldum. Ne hali varsa görsün. Kaş yaparken göz çıkarıyor.
Olayları bizim orda olmasına rağmen duymamıştım. İyiki iletişim kurmuşum. O da Allah'ın hikmeti işte... Duyurdu.
Şimdi şunu çok iyi biliyorum, suç onunda söylediği ve yıkmaya çalıştığı gibi bende değil. O yaptıklarının cezasını bir bir ödeyecek ve bende mutlu-mutsuz karışımı bir şey olacağım.
Yanlış mı düşünüyorum acaba?